Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10-08-2007, 16:33   #2
Kullanıcı Adı
Ravza_Ruveyda
Standart Güzel ve Çirkin Huylar
30- Huşu: Tevazu göstermek, hakka boyun eğmek, korku ile sevgi karışımı olan saygılı bir tavır takınmak demektir. Karşıtı, gaflet içinde kendini büyük görme, kalb huzurundan yoksun olmadır. Bir ibadetin değeri, huşua olan yakınlığı nisbetinde artar. Haşyet de, saygı ile karışık kalble ilgili bir korkudur. Allah korkusuna "Haşyetullah" denir. Kalbinde Allah korkusu bulunmayan kimsenin her çeşit fenalığı yapması mümkündür. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Hikmetin başı Allah korkusudur."
Yüce Allah'ın kudret ve azametini düşünen bir mü'minin kalbinde Allah korkusu parlar ve onu daima iyiliğe götürür.

31- Hayır: İyilik demektir. Her helal olan mal ve yarar da bir hayırdır, Allah'ın ihsanıdır. Allah rızasını kazanmaya sebeb olan her güzel iş bir hayırdır. Geçerli olan asıl hayır da budur.
Hayrın karşıtı "Şerr"dir. Hakka ve yaratılışa uymayan ve kötü bir sonucu gerektiren her şey bir şerdir, fenalıktır.
Herkes için iyilik istemeye "Hayırhahlık" denir. Bu ruhun temizliğinden ileri gelir. Bütün hayır müesseseleri, hayırseverliğin bir eseridir. Başkasının fenalığını istemek de, "Bedhahlık"tır. Bu, bir ruh hastalığıdır ki, sahibinin kötü kimse olduğuna bir alamettir.
İşte "hased", çekememezlik ve kıskançlık denilen kötü hal, bu kötülük severlikten başkası değildir.
Başkasının hak kazanarak elde etliği nimetlerden rahatsız olup da o nimetlerin kaybolmasını istemek bir hasedden ibarettir. Bu pek fena bir huy olduğundan bundan çok sakınmalıdır. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Hasedden kaçınınız; çünkü ateş, odunları yakıp bitirdiği gibi, hased de güzel işleri (salih amelleri) yer bitirir."
Kötülüğe alet olan bir varlığın kaybolmasını istemek hased sayılmaz. Yine başkasının elde ettiği bir nimetin benzerine kavuşmayı istemek de hased değildir. Bu isteğe "Gıbta ve Münafese" denir ki, bazı hallerde caizdir. Yüksek bir alimin ilmine ve faziletine gıbta edilmesi (imrenilmesi) gibi...

32- Dostluk: İki ve daha çok kimseler arasında meydana gelen samimi bir sevgi ve bağlılık demektir. Allah için olan dostluk devam eder. Dünya için olan dostluk da bir akan yıldız gibi parlayıp söner.
Dostluğun karşıtı, düşmanlık, davet ve kindarlıktır. Bütün müslümanlar birbirine dosttur. Çünkü aralarında sönmeyen bir din kardeşliği vardır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine şöyle emretmiştir:
"Birbirinize kin tutmayınız, hased (kıskançlık) etmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz, ey Allah'ın kulları!.. Kardeş olunuz. Bir müslümanın müslüman kardeşine üç günden çok dargın kalması helal olmaz."
Başkasının bir kederinden ötürü sevinmek de bir düşmanlık eseri olduğundan caiz değildir. Buna "Şematet" denir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Kardeşin için şematet eyleme (kötü haline sevinme); sonra Allah ona merhamet eder de, seni belaya düşürür."

33- Diyanet: Dindarlık yapmak, dinin kutsal emirlerine uyarak gereği üzere hareket etmektir. Karşıtı dinsizliktir, din hükümlerine aykırı davranmaktır, bütün fenalıkların en büyük kaynağıdır.
İnsanların kurtuluşu, temiz bir halde yaşayış ve mutluluğa ermesi, ancak diyanet sayesindedir. Diyanet doğuştan vardır. Gerek ferdler için ve gerekse cemiyetler için zorunludur. Onun için diyanete sımsıkı sarılmalıdır. Bu, insanlığın yararı ve selameti bakımından son derece gereklidir.

34- Zikir: Anmak ve hatırlamak manasınadır. Yüce Allah'ın kutsal isimlerini anmak ve vacib olan bir görevdir, en yüksek bir zikirdir.

Yüce Allah'ı zikretmek, ya büyüklüğünü düşünmekle olur ki, bundan yüceltme ve tazim meydana gelir. Ya da Allah'ın sonsuz kudretini düşünmekle olur. Bundan da korku ve hüzün doğar. Bir de nimetlerini anmakla olur ki, bundan şükür ve hamd meydana gelir. Yahut pek acaib ve üstün olan eserlerini düşünmekle olur. Bundan da uyanma ve ibret alma yüz gösterir.
Zikrin karşıtı, "Nisyan (unutma)"dır. Yüce Allah'ın mübarek isimleri ile kulun gönlünü süslememesidir. Bu çok acınacak bir dalgınlık eseridir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:

"Allah'ı çok zikrediniz ki, kurtulasınız."
Bir hadis-i şerifde de: "Zikrin en faziletlisi Lâ ilâhe İllallah'dır. Duanın da en faziletlisi Elhamdülillah'dır" buyurulmuştur.

35- Rıza: Hoşnut olmak, uygunluk göstermek herhangi bir hükmü veya işi kalben hoş görüp kabul etmektir. Bunun karşıtı kabul etmemek, red etmek, itiraz etmektir.
Yüce Allah'ın her hükmüne ve her takdirine razı olmak bir kulluk görevidir. Gerçek olan bir şeye razı olmamak bir ahmaklık işareti olduğu gibi, batıl bir şeye razı olmak da bir taşkınlık ve isyan eseridir.
Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:

"Allah bir kulu severse, yalvarmasını dinlemek için onu bir sıkıntıyla sınar."

36- Rıfk: Yumuşaklık, yavaşlık, nezaket ve tatlılıkla iş yapmak, sonu güzel olan bir şeye güzelce boyun eğmek anlamındadır. Bunun karşıtı "Unf (şiddet, sertlik kabalıkdır)" ki, katı yürekli olmaktan, sertlik göstermekten, nezakete aykırı davranmaktan ibarettir. İnsan, yumuşaklık sayesinde en güç neticeleri elde edebilir. Düşmanca davranmak yüzünden de, elde edilmesi pek yakın olan şeyleri imkansız bir hale getirmiş olur. Hadis-i şerifde buyurulmuştur:

"Şüphesiz ki, Allah, yumuşak huyludur ve yumuşak huyluluğu sever. Ve sertlik uzerine vermediği şeyi yumuşak huyluluk üzerine verir."
Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurmuştur:
"Yumuşaklıktan yoksun olan, hayırdan da yoksun bulunur."

37- Sa'y: Çalışmak, bir maksadın elde edilmesi için gerekli gücü harcamaktır. Karşıtı "Atalet, bataet, meskenet (gevşeklik, miskinlik, umursamazlık)"dır. Bu İslam ruhuna asla uygun değildir. İnsan hak olan şeyleri elde etmek için düzenli bir çalışma ve gayret sahibi olmalıdır. Bütün ilerlemeler gayret ve çalışmanın neticesidir. Kur'an-ı Kerîm'de buyurulmuştur:
"İnsan için çalıştığından başkası yoktur."

38- Ayıpları örtmek: İnsanların kusurlarını örtmek, görmemezlikten gelmek, başkalarına açıklamamak demektir. Karşıtı "Kusurları yayma"dır.
Başkalarının kusurlarını arkalarından söylemek gıybettir. Öyle ki, bir kimsenin arkasından boyuna, elbisesine, yiyip içmesine, gezip yürümesine varıncaya kadar bir kusurunu dil göz veya el ile işaret ederek göstermek de bir gıybettir. Çünkü bunları öğrenince üzüleceğinde şübhe yoktur.
Başkalarına, yapmadıkları kusurları yüklemek de iftiradır, buhtandır. Bunlar İslam terbiyesine aykırıdır, kesinlikle haramdır. Bir hadis-i şerif şöyle buyurulmuştur:

"Ne mutlu o kimseye ki, kendi kusuru kendisine, başkalarının kusurlarını görmeye zaman bırakmaz."
Onun için insan, kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye çalışmalıdır. Ancak uygunsuz işleri hiç çekinmeksizin yapıp duran günahkar kimselerin bu çirkin hallerini arkalarından söylemek gıybet sayılmaz. Bu söyleme ile çirkin işler kötülenmiş ve başkaları bundan korunmuş olur. Bir İslam toplumuna karşı, küstahça hareket ederek ahlaka uymayan şeyleri açıkça yapıp duran kimselerin bu rezaletini söylemek, toplumsal anlayışın güzel bir tepkisidir. Yeter ki, bu söyleyiş şahsî bir kırgınlık neticesi olmasın.

Gıybetin sorumluluğundan kurtulmak için, mümkünse gıybet edilen kimseden helallık dilemeli, özür dilemelidir. Bazı alimlere göre, yapılan gıybetten pişman olup istiğfarda bulunmak yeterlidir. Çünkü durumu haber verip gıybet edilen kimseden helallik dilemek, bir üzüntüye, bir dargınlığa sebebiyet vermiş olabilir. Ancak o kimse bu gıybetten haberdar olmuşsa, o zaman kendisinden özür dileyerek helallık istemek gerekir.
İki dargının özür dilemek için musafaha yapması (görüşüp el sıkışması) helallaşmak sayılır.

39- Şecaat: Yiğitlik, kahramanlık, kalb metinliği, gereğinde tehlikelere atılabilme özelliği demektir. Karşıtı "Cebanet (korkaklık)"dır. Hak yolunda mukaddesatı korumak için gösterilen yiğitlik (şecaat), çok kıymetli bir huydur.

40- Şefkat: Korku ile karışık merhametten ileri gelen acıyıp esirgeme halidir. Başkalarının başına gelen veya gelmesi düşünülen fena bir hal karşısında kendisini gösterir. Bunun karşıtı merhamet ve yumuşaklık duygusundan yoksunluktur ki, pek kötü bir huydur.
Şefkat, temiz ve saf kalblerin bir özelliğidir. İslamda, "Yüce Allah'ın emirlerine saygı, yaratıklarına şefkat" büyük bir esastır.

41- Şükür: Görülen, iyiliğe karşı, söz veya işle memnuniyet göstermek ve yapılan iyiliğin kıymetini bildirmektir. Görülen bir iyiliği överek anmak da bir şükürdür. Karşıtı "Küfran-ı nimet (nimeti inkâr)"dır.
Biz her an binlerce nimetlerine kavuştuğumuz Yüce Allah'a şükretmeğe borçlu bulunduğumuz gibi, iyiliğini gördüğümüz kimselere karşı da teşekkür etmeğe borçluyuz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

"İnsanlara şükretmeyen, Allah'a da şükretmez."

42- Şehvet: İstek, nefse uygun olan bir şeyi istemek, hayat hareketi için insanların birbirlerine karşı olan doğal meyilleri demektir.

Dinde yasak olmayan bir şey hakkında kararınca bir şehvet ve meyil iyidir. Dinde yasak olan bir şey hakkında ise, şehvet hayvani bir hal olduğundan pek kötüdür, zararlıdır. Bundan kaçınmak gerekir.
Heva, boşuna arzu, meşru bir sebeb olmaksızın nefsin bir şeye meyletmesidir. Heves de, bir şey üzerinde gösterilen ham ve noksan bir aşk ve sevda demektir. Bunların ikisi de iyi değildir. İnsanın feyiz ve şerefine engel olurlar. Peygamber Efendimiz şöyle dua ederlerdi:

"Ya Rabbi! Beni ahlakın çirkin olanlarından ve hevalardan uzak bulundur."

43- Sabır: Acıya katlanmak, bedene uygun düşmeyen hallere telaş göstermeksizin karşı koymaktır. Bunun karşıtı sabırsızlık (ceze')'dir. İnsan yaşadıkça birtakım acı olaylar karşısında kalır. İşte bunlara karşı sabretmek gerekir. Bir ayet-i kerimede de:

"Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir" buyurulmuştur.
Sabnn sonu selamettir, başarıdır. Sabır acıdır; fakat sonucu tatlıdır.

Sabırsızlık ruhun gevşekliğinden ileri gelir. Ancak, dine uymayan şeyler hakkında sabır caiz değildir. Bunlara karşı kalben bir acı duyulması ve mümkün ise mücadele yapılması gerekir. Savulması mümkün olan kötülüklere veya ihtiyaçlara katlanmak sabır değil, bir acziyet ve miskinliktir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır.
"Allah'ım! Ben acziyetten ve tenbellikten sana sığınırım."

44- Sadakat: Doğruluk, gerçeğe uygun olan doğru sözdür. Garaz lekesinden temizlenmiş ve her yönden halis olan bir dostluk da sadakatdır. Herhangi bir doğruluğa da sadakat denir. Doğruluğun karşıtı yalandır. Sadakatın karşılığı hiyanettir, doğruluktan yoksun olmaktır. İnsanlara sıdk ve sadakat yakışır. Yalancı bir kimseyi ne Allah sever, ne de kulları...
Yalan haramdır. Yalancı bir kimsenin insanlık bakımından hiç bir kıymeti olamaz. Söylediği yalan sözleri ile insanları aldatan, yaptığı hile ve uydurmalarla ötekini berikini saptırmaya çalışan kimseler çok büyük günahkardır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

"Bize hiyanet eden bizden değildir. Hile ve aldatmayı yapanlar cehennemdedirler."
Sonuç olarak, insanın sözü de, özü de doğru olmalıdır. Doğru olmayanlar için mutluluk kapıları kapalıdır. İslamiyet gibi, hikmet ve gerçek esasları üzerinde kurulmuş bir dinde doğruluğa aykırı bir şey asla yer bulamaz.

45- Salah: İyi hal, her hayrı kendinde toplayan faziletlerden ibaret yüksek bir vasıftır. Karşıtı "Fesad ve Fücur'dur. Bir millet, kendi ferdlerinin iyiliğine çalışmalıdır. Çalışmazsa, fesadçıların eline esir düşer. Bir müslüman, din ve dünya görevlerini öğrenip güzelce uygulamadıkça iyi hal sahibi olamaz.

46- Sılâ-i Rahim: Akrabayı arayıp sormak, akrabanın kusurlarını bağışlamak muhtaçlarına yardım etmektir. Akraba ile görüşmek, sohbette bulunmak, kendilerine selam ve hediye göndermek sıla-i rahim sayılır. Yakın bulunan akrabayı, mümkün ise, bulundukları yerlere gidip ziyaret etmek, uzak akraba ile de mektuplaşmak gerekir. Karşıtı "Kat-ı Rahîm (akrabayı unutup onlarla ilgiyi kesmek)"dir. Böyle bir tutum, İslamın öğütlediği ailevî ve içtimaî görevlere aykırıdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

"Sılâ-i rahim, ömrü uzatır."
47- Salabet: Metin olmak, kutsal varlıkları korumak için insanın sahib olduğu kalb kuvveti demektir. Karşıtı, gevşeklik ve inanç bozukluğudur. Salabet çok kıymetli bir huydur. Bazan salabat yerine taassub da kullanılır. Taassub, aslında adet ve geleneklerde veya maddî ve manevî şeylerde fazla direnip taraftarlık yapmaktır. Bu yönden iki türlüdür: Biri dine uygun olan taassubdur. İnançlara ve din gerçeklerine gösterilen sebattır. Bu çok iyidir. Diğeri ise, batıl ve faydasız adetler, modalar, fikirler, yapılıp yapılmamasında dinî bir sakınca bulunmayan işler üzerinde gösterilen taassubdur ki, bu pek kötüdür. Ne yazıktır ki, bazı kimseler, bu ikinci kısımdan olan asılsız şeylere dört elle sarıldıkları halde, mukaddesata ve din esaslarına bağlı kalan kimselere bir kusur olmak üzere taassub isnad etmekten kendilerini alamazlar. Bu, cahilce bir görüşün sonucudur, bundan kaçınılmalıdır. Gerçeği gerçek, batılı da batıl görmeye çalışmalıdır.

48- Zarafet: İncelik, kibarlık, ince zeka eseri hoş söz ve işler ile vasıflanma huyudur. Karşıtı, kabalık denilen bir haldır. Bu, ruhlar üzerine fena tesir yaptığından kötüdür. Yaratılışta olan zarafetler, ölçüyü taşırmamak şartıyla iyidir. Fakat her işte ve her sözde zarafet göstermeye çalışmak, vakar ve ciddiyete aykırıdır, hafiflikten ibarettir. Onun için bu hususta aşırı davranmamalıdır.

49- Adl, Adalet: Hakka yönelmek, haksızlıktan kaçınmak, her hakkı sahibine vermeye çalışmaktır. Karşıtı "Zulüm, gadr"dır, insafsızlıktır. Dünyanın bütün düzeni ve düzgünlüğü adaletle kazanılır. Yüce Allah bize adaleti emrediyor. Onun için insan, her davranışını bir ölçü ve adalet içerisinde yapmaya çalışmalıdır. Görevinde adaleti gözetmeyen bir insan, kendisine de, vatanına da, bütün insanlığa da fenalık etmiş olur. Herhangi bir hakkın kaybolmasına veya geciktirilmesine sebeb olmak bir zulümdür. Her hangi kimseden haksız yere bir şey almak zulümdür. Herhangi bir insana veya hayvana haksız yere eziyet vermek de bir zulümdür. Zulmün sonucu ise, azabdır, felakettir. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:

"Zulme uğramışın duasından kork; çünkü onunla Allah arasında perde yoktur."
Ravza_Ruveyda isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla