|
'PKK-BDP' ile 'IRA-Sinn Fein'
Cengiz Çandar / Radikal Gazetesi
IRA-Sinn Fein denklemi, elbette ki, PKK-BDP denklemine birebir uygulanamaz. Arada önemli farklar mevcut. Ancak bu çarpıcı benzerlikleri de ortadan kaldırmıyor.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile birlikte ‘Kürt Sorunu’nun Çözümü’ yoluna koyulduğum 1991’den ve özellikle benim de hazır bulunduğum, Abdullah Öcalan’ın Lübnan’ın Bar Elias kasabasında PKK namına ‘ilk ateşkes’i ilan ettiği ve dolayısıyla ‘askeri çözüm dışında’ çözüm ihtimalinin birdenbire yeşerdiği 1993’ten beri ‘Kürt Sorunu’nun ‘şiddeti dışlayarak çözümü’ne, yani ‘siyasi çözümü’ne kafa yoruyorum. Bu doğrultuda birçok faaliyette yer aldım.
Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle ‘Çözüm Süreci’ni de çok önemsiyorum ve ‘Türkiye’nin selameti’, ‘Türklerin esenliği, Kürtlerin özgürlüğü’ bakımından bir ‘kazan-kazan’ sonucuna evrilmesi için ne gerekiyorsa yapılmasından yanayım.
‘Süreç’in bugüne dek elde ettiği en önemli ve değerli sonucun, Kandil yakınlarında çekilmiş ve medyada yer almış olan PKK-BDP heyetlerinin görüşme fotoğrafı olduğu kanısındayım. Bu ‘fotoğraf’, bundan bir-iki ay önce hayal bile edilemezdi. Bundan sonrasında ‘Süreç’in başarısı’ için başlı başına bir ‘sigorta’ gibi görülmeli.
Hükümetin önemli bir ismi, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, katıldığı bir televizyon programında söz konusu fotoğrafa ilişkin, yani şu sık sık hatırlatılan ‘Türk duyarlılığı’ konusunda son derece çarpıcı bir tespitte bulundu. Şöyle dedi:
“Şehit cenazelerinin görüntüleri, ağlayan annelerin görüntüleri var. Peki, bu görüntülere tahammül etmek daha mı kolaydı?”
Çok doğru. Çünkü tahammül edilemeyen ‘şehit cenazelerinin görüntülerine, ağlayan annelerin görüntülerine’ son vermek için ‘o fotoğrafa’ tahammül etmek gerekiyor. Çünkü PKK-BDP görüşmesini gösteren o fotoğraf, ‘barışa giden yol’un açılmasının tartışıldığı bir toplantının fotoğrafı.
Çünkü masada oturanlar, Tayyip Erdoğan’ın ‘risk’ ve ‘sorumluluk’ alarak başlattığı ve bugüne kadar ‘kararlılık’ ortaya koyduğu, ‘çözüm arayışı’nda, ‘Süreç’in üzerine inşa edildiği Abdullah Öcalan’ın ‘barış yolunun açılması’ için PKK’ya yaptığı çağrıyı görüşmek üzere, fotoğraftaki o masada oturmaktalar.
PKK, silahı temsil ediyor. BDP’liler ise silahın bırakılması sürecine dair Abdullah Öcalan’ın önerilerinin taşıyıcıları.
Söz konusu fotoğraf, benim aklıma AK Parti, CHP ve BDP’li parlamenterlerin katılımıyla ‘Kuzey İrlanda Çözümü’ konusunda Londra, Belfast ve Dublin’de, DPI (Demokratik Gelişim Enstitüsü) çalışması çerçevesindeki temasları getirdi. En öğretici temaslardan biri Belfast’ta eski IRA liderlerinden olan, daha sonra Sinn Fein’in müzakere heyetinde yer alan Gerry Kelly ile Belfast’ta yapıldı.
Şu anda Kuzey İrlanda Parlamentosu’nda milletvekili sıfatı taşıyan ve aynı zamanda Sinn Fein MYK’sında yer alan Gerry Kelly, ‘IRA-Sinn Fein karşılıklı bağımlılığı ve ilişki mekaniği’ni anlatırken “IRA sürece dahil edilmese hiçbir şekilde süreç olamazdı” demişti. Ve, tam bu konuda ‘Kuzey İrlanda Çözümü’nü getiren ‘Süreç’e ilişkin olarak şöyle devam etmişti:
İnsanların öldürülmediği bir ortam olmadan, müzakere yapılabilmesi çok zordur. IRA, kendisini İrlanda tarihinin garantörü olarak gördü ve İrlanda tarihi için savaştı. Sinn Fein ayrı olmak zorundaydı. Ama IRA’yı da beraberinde getirmek zorundaydı. Çünkü John Major (dönemin Britanya Başbakanı) müzakereye (IRA ile) oturamıyordu ve ateşkesten sonra müzakere yapma sözünden caydı, bunun üzerine IRA da sözünden döndü. Karşılıklı etki (IRA ve Sinn Fein arasında) olması mantıklıdır. IRA bağımsız olmalıydı ama aynı zamanda Sinn Fein önderliğine de güveniyordu. Onlar (Sinn Fein önderliği) bir üniversiteden gelen akademisyenler değildiler. Mücadelenin içinden gelen insanlardı. Bu, önemlidir.”
IRA-Sinn Fein denklemi, elbette ki, PKK-BDP denklemine birebir uygulanamaz. Arada önemli farklar mevcut. Ancak bu çarpıcı benzerlikleri de ortadan kaldırmıyor. Dahası, içinde bulunduğumuz aşamada, -bir kenara not edin- şu söylenebilir:
Mevcut Türkiye ölçeğinde ‘Türkiye Sinn Fein’i’ tek başına BDP değilse bile, Abdullah Öcalan’dır. Ya da ‘Abdullah Öcalan+BDP’.
Bu ‘denklem’den yola çıkarak, Kandil civarındaki ‘PKK-BDP görüşmesi’ni okuyun ve ‘barış yolunda’ ne kadar önemli bir ‘istasyon’ olduğunu kavramaya çalışın.
‘Kuzey İrlanda Çözümü’nde nasıl IRA’nın katılımı olmadan bir ‘Süreç’ten söz edilemeyecek idiyse, Türkiye’nin ‘Kürt Sorunu Çözümü’nde PKK ‘Süreç’e dahil edilmeden ‘Süreç’ ilerleyemez. Zira ‘çözüm’ son tahlilde ‘silahlı mücadelenin son bulması’ ve ‘silahlı mücadeleyi gereksiz kılan bir demokratik ortam’ın sağlanmasıyla PKK’nın -kendisi ve yandaşları nezdinde- varoluş şartlarının ortadan kalkması demektir.
Dolayısıyla, ‘silahların gömülmesi’ demek, bir anlamda ‘PKK’nın ortadan kalkması’ demek.
PKK ortadan kalkabilir ama PKK’lılar ortadan kaldırılmayacağına ya da ortadan kaldırılmamaları gerektiğine göre, ‘Barış Süreci’ ya da ‘Çözüm Süreci’ de son kertede, PKK’lıların, PKK ortadan kalktığı gün BDP saflarında siyaset yapmaları, Türkiye siyaset ve yasal ortamının buna uygun olması demek.
‘Kazan-Kazan’ şeklinde ifade edilebilecek bir nihai hedef zaten bu demek. ‘Taraflar’ın hiçbirinin kaybetmeyeceği, sonunda hep birlikte herkesin kazanabileceği bir ‘Süreç’.
Yani, Kürtler, ‘Süreç’i ‘Devlet’in ‘böl-yönet’ yöntemiyle ‘PKK’nın tasfiyesi’ gibi görmemeli. Daha önce hep böyle oldu çünkü ve sonuç da vermedi. Bu kez böyle olmamalı. Bu nedenle, İmralı’da Abdullah Öcalan ile başlatılmış temaslar, ‘müzakere’ye evrilmeli ve bu da olabildiğince ‘şeffaf’ olmalı.
Yine, Gerry Kelly’ye dönelim:
“1993’te gizli görüşmeler yapıldı. Britanya hükümeti, Sinn Fein’e İngilizlerin Kuzey İrlanda’yı terk edeceklerini söyledi. Ama biz bunun doğru olmadığını biliyorduk. Ders şudur: Müzakerelerin tek garantörü kamudur, halktır. Müzakeler özel, mahrem alandan çıkarılmalı ve kamuoyunun önüne getirilmelidir ki halk tarafından güvence altına alınsınlar. Kamuoyu olmadan mümkün değildir. En büyük müzakere, karşıtlarınızla değil, her zaman kendi halkınızla sizin aranızda olandır. Eğer çok ileri giderseniz desteği kaybedersiniz. İleri doğru hareket etmelisiniz ama halkı da beraberinizde getirmelisiniz.”
Belki Tayyip Erdoğan’ı bu ‘ders’ ve ‘ipucu’ üzerinden anlamak gerekir. Kendisine son yarım yüzyılın ‘en güçlü siyasi lideri’ olma gücü veren ‘Türk muhafazakâr kitlesi’ni ‘çözüm yolu’na taşımadan ‘Kürt Sorunu’ çözülemez. Yani, askeri yol terk edilerek siyasi yoldan çözülemez. Bunu da o, Tayyip Erdoğan sağlayabilir. Yeter ki ‘Süreç’in devamında kararlı olsun. Şimdilik, öyle gözüküyor.
Tabii ki bu ‘Süreç’, uzun bir yol ve daha gidilecek çok mesafe var. Yolun üzerindeki mayınları temizleye temizleye ve olması muhtemel ‘yol kesme girişimleri’ni aşarak ilerlemek söz konusu. ‘Aşamalar’ ile yol alınacağı besbelli. Ve, Nevruz yani 21 Mart tarihi, bu ‘uzun yol’un ilk aşaması olarak önümüzde.
21 Mart’a kadar önümüzdeki hafta, İmralı-BDP ve BDP-Kandil ve Avrupa (yani PKK) temasının sıklaşması beklenebilir. Bu yüzden, Abdullah Öcalan’ın görüşleri ve yaklaşım tarzı ile Murat Karayılan’ın son açıklamasını birlikte okumak gerekiyor.
Çıkardığımız sonuç, ‘Süreç’in, şimdilik, gitmesi gerektiği gibi ve iyi gittiği yolunda...
|