19 Aralık 2003
Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanı general yaptıkları faaliyetler ile ilgili olarak sadece bana özel bir birifing verdiler. AKP hükümetine karşı, bu hükümeti demokratik kurallar içerisinde zayıflatmak için neler yapılması gerekiyorsa hepsi düşünülmüş ve uygulamaya geçmişler. Hayranlıkla dinledim. Kendilerine birkaç konuda görüşlerimi söyledim. Alınacak tedbirler içersinde afiş asmaktan gazetelerde ilanlar vermeye kadar değişen bir çok hal tarzları vardı. Bu çalışmaya "Cumhuriyet Platformu" ismini vermişler.
29 Aralık 2003
Genelkurmay Başkanı'nın müsait olduğunu haberini alınca kendisine haftalık haber vermek için telefon ettim. Benim verdiğim bilgilerden sonra bana kendisine gönderdiğimiz rapor ile ilgili bazı serzenişlerde bulundu. "Ben bu raporun iki noktası hariç her şeyi ile hem fikirim. Bu noktalar şunlardır......Ama beni esas üzen konu raporun dördünüz tarafından imzalanarak gönderilmesi ve böylece bir muhtıra şekline dönüşmesi. Sen aklıselim sahibi bir insansın ve bu gibi olaylara engel olman gerekir. Daha önce de benden habersiz dördünüz toplandınız. Acaba sen komutan olsan ve senin komutanların böyle yapsa ne dersin" dedi. Ben de kendisine "Bizim hiçbir değişik fikrimiz yok sadece size fikirlerimizi aktarmak istedik ve bunun için de bir haftadır gece 3-4 saat uyuyarak çalıştık, tüm Kıbrıs konusunda uzman olanlar ile konuştuk ve o kağıdı öyle hazırladık. Amacımız sadece size yardım etmek ve siz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmeden önce bu raporu hazırlamaktı. Raporu size nasıl takdim edeceğimiz aramızda sorun oldu. Bu şekilde takdim etmeye karar verdik." dedim. "Sen aklı selim sahibisin. Onların bunu yapmalarına izin vermemen gerekir. Eğer bir söyleyeceğiniz varsa bana söyleyin" dedi ve konuşmamızı tamamladık. Anlaşılan Genelkurmay Başkanı rahatsız olmuştu. Bizi Kara Kuvvetleri Komutanı aradı. Genelkurmay Başkanı onu da aramış ve aynı konuları ona da anlatmış. Çok üzülmüş ve Genelkurmay Başkanı raporun değiştirilerek imzasız gönderilmesini istemiş. Ayrıca raporun son kısmında yer alan ve Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından eklenen bir cümlenin de çıkarılmasını talep etmiş. Bunun üzerine o da kağıtları toplayıp yeniden göndeririz demiş. Beni, gönderdiğimiz raporun bendeki kopyasını istemek için aramış. Ben de peki dedim. Benden önce Hava Kuvvetleri Komutanı'nı aramış, ondan raporu isteyince Hava Kuvvetleri Komutanı tavır koymuş. Bana Hava Kuvvetleri Komutanı'nı yumuşatmamı söyledi. Akşam Hava Kuvvetleri Komutanı ile bu konuyu evde konuştuk ve sorunu kendisine izah ettim. Hava Kuvvetleri Komutanı çok üzülmüştü ve güvenini yitirmişti. Bence de haklıydı. Hep beraber değiştirilebilirdi. Sonra aldığımız bir karardan geri adım atarsak sonra başımıza nice haller gelecekti. Bunlara çok üzülmüştü. Kendisine bunu yapmazsa Kara Kuvvetleri Komutanı'nın Genelkurmay Başkanı ile kavga etmesi gerekir, o da bizim şimdi istemediğimiz bir konu diye izah ettim.
"Jandarma Genel Komutanı daima bir ihtilal özlemi içersinde"
20 Ocak 2004
Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda yapılacak kuvvet komutanları toplantısına katıldım. MGK ön toplantısı Perşembe günü yerine yarına alındığı için bir koordinasyon ihtiyacı doğmuştu. (...) Konuşmalar sırasında Jandarma Genel Komutanı daima bir ihtilal özlemi içersinde, bir an önce bu işi yapalım şeklinde konuşuyordu. Bugün de defalarca tekrar etti, en nihayet dayanamadım ve bakın biz sizle böyle konuşmadık. Planlamayı 23 Ocak'tan sonra yapabileceğimizi birkaç kez tekrar ettim. Onun için hiçbir hazırlığımız yok ama başlayacağız dedim ve ağzı kapandı.
1 Şubat 2004
Aytaç Paşalar'a ziyarete gittik ve hemen konu ülke meselelerine döndü. Bana "seninle özel konuşmamız lazım. Ben Şener ile İbrahim'in davranışlarını tasvip etmiyorum. Çok ifrata kaçıyorlar. Geçen gün gelen MİT'ten habere göre, Şenkal iki haber verdi; birincisi JGKK'nın bütün hareketleri biliniyor ve yasa dışına çıktığı değerlendiriliyor. İkincisi ise Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanları arası açık ve bu sorun herkes tarafından ve kesinlikle biliniyor. Bu nedenle artık kendimize bir çekidüzen verip ülkeyi bir maceraya götürmek yerine devamlı ve kararlı bir tutum sergilemeyi ama açık konuşmayı tercih ederim, zannederim sen de benim gibi düşünüyorsun" dedi.
3 Şubat 2004
Kara Kuvvetleri Komutanı ile beraber önce Doğu Aktulga'nın ailesine hem bayramlık, hem de başsağlığı için gittik. Sonra geri döndüğümüzde onların evinde çok özel bir konuşma yaptık. Ben denetlemeye gittiğim zaman hepsi Jandarma Genel Komutanlığı'nda toplanmışlar ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur onlara bana Salı günü takdim edilen hazırlıkları göstermiş ve yapılan üst düzeydeki bazı yöneticilerin konuşmalarına ait ses kayıtlarını dinletmiş. Bunların çoğu AKP'ye danışmanlık yapan kişilermiş ve Kıbrıs sorununu nasıl halletmeyi düşündüklerini ve bu konuda neler yaptıklarını anlattıkları kayıtlarmış. Takdimin sonunda Hava Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel Komutanı hemen 10 Mat'ta ihtilal yapalım diye bastırmaya başlamışlar. Kara Kuvvetleri Komutanı onları şimdilik frenlemiş ve bunun için daha zamanın uygun olmadığını beklememizi salık vermiş. Jandarma Genel Komutanı benimle görüşeceğini söylemiş ve dağılmışlar. Kara Kuvvetleri Komutanı bu konudan çok rahatsız olmuş. Bana sen ne düşünüyorsun, dedi. Ben de düşüncelerimi anlattım. "Bir ihtilal için zeminin hazır olması gerekir, yani halk ihtilali istemelidir. 12 Eylül'de olduğu gibi ordu niye duruyor, ne zaman müdahale edecek gibi başlıklar basında yer almalıdır. İkincisi önceki ihtilallerde olmayan bazı özellikleri bugün yaşıyoruz. Ekonomimiz çok bozuk ve tamamen dışabağımlı. Eğer dışarıdan kredi alamazsak ekonomimiz çökebilir ve halk büyük sıkıntı yaşar. Bunun nasıl sorumluluğunu almaya hazır değiliz. Bir diğer konu da ABD bundan önceki darbelere destek vermesine rağmen bugün AKP'ye destek veriyor. Onların istemediği bir darbe veya hükümeti idame etmek çok zordur. Yani ABD'ye rağmen bu işlem olmaz. Diğer bir konu TSK içerisindeki birlik sağlanmış mıdır? Eğer bir ayrım varsa sonumuz tam bir felaket olacaktır. Bu nedenler ile darbeye henüz hazır olmadığımızı söyledim. Ama bu bizim eylemimize engel olmamalıdır. Biz Kıbrıs olaylarını takip etmeliyiz. Bizim en kuvvetli olduğumuz konu Kıbrıs konusudur. Bunlar eğer bu konuda açık verirler ve MGK kararları dışında bir hareket tarzı uygulamaya kalkarlarsa o zaman Genelkurmay Başkanı'na gidip, biz bu konuyu tasvip etmiyoruz ve sorumluluğu üzerimize alamayız, bu nedenle de bir basın bildirisi hazırladık, ya bizle beraber bu açıklamayı yaparız yahut da biz bu açıklamayı ve tüm düşüncelerimizi açıklayıp istifa ederiz, diyerek onun hareket tarzını öğreniriz. Eğer bize katılırsa bu açıklamayı hep beraber, yoksa yalnız başımıza yaparız. Bana göre bunun etkisi darbeden daha etkili olacaktır. Genelkurmay Başkanı da bu hareketten sonra yalnız kalacak ve istifa edecektir, dedim. Kara Kuvvetleri Komutanı bu görüşüme katıldı. Esasen o da böyle düşündüğünü bana söyledi. Onun endişesi Şener ve Hava Kuvvetleri Komutanı'nın, biz onlar ile aynı fikirde olmazsak bizleri suçlayacakları ve bizim onlara engel olduğumuzu her tarafa yayacak olmalarıdır. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un amacı Kara Kuvvetleri Komutanı olmak. Bu nedenle de Yaşar'ın kuyusunu kazmakta olduğunu anlattı. Jandarma Genel Komutanı bana kalırsa biraz haksız ve haris davranıyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı bana jandarma Genel Komutanı'nın bir senaryo dahilinde ve hükümet düzeyinde şimdiden teşebbüse geçtiğini ve amacının Yaşar'ın ekarte edilmesini ve bu konuda bir baskının hükümet tarafından Genelkurmay Başkanı'na yapılmasını sağlamak olduğunu düşünüyor. Kendisine Şener'in bu konuda faaliyette bulunduğuna dair bazı bilgilerin geldiğini söyledi. "Yaşar ile ilgili bir değil birkaç senaryo etrafta dolaşıyor. Benim hepsinden haberim var" dedi. Ben de eğer Yaşar için yapabileceğim bir şey olursa benim de haberim olsun, dedim. Sık sık bunları benim bilmemi istediğini bana tekrarladı. Bu bilgiler çok özel bilgiler olmalarından dolayı benimle paylaşmasına çok müteşekkir olduğumu kendisine defalarca söyledim. Zannediyorum o da buna biraz mecbur kalmıştı. Zira ben yokken yaptıkları görüşmede diğer ikisi onu biraz fazlaca sıkıştırmışlardı. Konuşmamıza darbe konusu ile devam ettik. Ben eğer bir darbe yapılacaksa bunun 2004 Aralık'tan önce yapılmamasını ve AB'nin vereceği cevaba göre AKP'nin zaten köşeye sıkışacağını ve o zaman halkın desteğini de alabileceğimizi söyledim. Benden bu konuda Hava Kuvvetleri Komutanı ve JGKK'nın bu amaçlarından onları vazgeçirmemi ve çocukça olan bu isteklerini bir mantık esasına oturtarak hayal yerine gerçeklere dayalı bir hareket tarzını seçmemizi söyledi. Ben de kendisiyle hemfikir olduğumu ve elimden geleni yapacağımı söyledim. Kara Kuvvetleri Komutanı kişilik olarak çok dürüst ve düşündüğünü açıkça söyleyen sinsi hesapları olmayan bir kişi. Bu nedenle onun söylediği her cümleye itimadım sonsuz ve artniyet aramam gereksiz. Yaklaşık üç saat konuştuk. Ama iyi ki konuştuk zira bu konuları ben kendi değerlendirmelerime göre tahmin ediyor ve rahatsız oluyordum. Zannediyorum her ikimiz de rahatlamıştık.
5 Şubat 2004
Akşam eve gidince kıyamet koptu. Kara Kuvvetleri Komutanı İstanbul'a gitmişti ve Pazar akşamı dönecekti. Telefonla beni aradı ve gizli hattan görüşmek istedi. Alışıldığı şekilde telefon arızası nedeni ile açık telefondan görüşmek zorunda kaldım. "Annan'ın mektubu gelmiş ve içerisindeki konular tamamen bizim söylediklerimizin dışında olayları kapsıyor. Onur Öymen ile İstanbul'da görüştük ve bana bunları anlattı. Ben karargaha emir verdim. Size birer kopya getirecekler. Ben İlker'i aradım, bana hala düşündüklerini ve hareketlerini Denktaş'a göre ayarlayacaklarını söyledi. Senden rica hemen duruma müdahale etmen" dedi. Bunun üzerine ben de hemen Hava Kuvvetleri Komutanı'nı aradım ve eve davet ettim Jandarma Genel Komutanı bir bağlantısı olduğunu ve gelemeyeceğini söyledi. Hava Kuvvetleri Komutanı 19:30'da geldi ve konuştuk. Önce darbe olabilir mi konusunu açtık. Amacım Şener yokken onunla teke tek konuşarak fikirlerimi ona söylemekti. Nitekim darbe konusundaki fikirlerimi ona naklettim ve zannediyorum benimle aynı fikirde oldu. Ülkenin ekonomik zorluğu, ABD'nin diğer darbelerden farklı olarak bu kez hükümet tarafını tuttuğunu, halkın henüz destek vermediğini ve desteğin yahut zeminin oluşması gerektiğini kısaca anlattım. Sonra bugün gelişen olay için ne yapabileceğimizi konuştuk. Bir hal tarzı olarak Genelkurmay Başkanı'na giderek halka bir basın açıklaması yapılacağını, isterse kendisinin de gelebileceğini, istemezse bizim bu açıklamayı yaparak TSK'nın Kıbrıs konusundaki düşüncelerinin ne olduğunu açıklayıp istifa etmemiz gerektiğini söyledim. Hava Kuvvetleri Komutanı başka bir seçenek tavsiye etti. Kıbrıs'ta herkesin Annan Planı aleyhinde sokağa dökerek gösterilerin yapılmasını sağlama ve anavatandan da bu hareketlere destek vererek hükümet aleyhine olaylar çıkarmak. Bunları tartıştıktan sonra ertesi sabah buluşmak üzere ayrıldık.
Bu iş sonunda olacak galiba. Ben bu işin olmasını istemiyorum ama...
6 Şubat 2004
Sabah doğruca Jandarma Genel Komutanlığı'na gittim ve orada üçümüz buluştuk. Durumu tekrar gözden geçirdik. Jandarma Genel Komutanı hala darbe yapalım diye inat ediyordu. Ne düşündüğümü bana sordu. Dün akşam Hava Kuvvetleri Komutanı'na anlattıklarımı aynı şekilde ona da anlattım. "Çok aculsunuz" dedim. İkna değil ama durdurulması zaman aldı ve sabah toplanmamızın esas gayesi Kıbrıs konusunda neler yapılabileceği konusunda seçenekleri gözden geçirmek. Ancak biz bu konuyu bırakıp darbe yapacak mıyız yoksa yapmayacak mıyız konusuna girdik. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'u ikna etmek oldukça güç. Bir netice alamayacağımı bildiğim halde yine de onu ikna etmeyi denedim. Pek ikna olduğunu söyleyemem. Dikkat ettim Hava Kuvvetleri Komutanı hiçbir konuşmaya karışmıyor ve konuşmalarda beni yalnız bırakıyordu.
25 Şubat 2004
Tümg. Can Teller ziyaretime geldi. Özel konulardan konuştuk. Amacım onların bizlere bakış açılarını görmek ve öğrenmekti. Nitekim Genelkurmay Başkanı'ndan ümitlerini kesmişler ve bir bahane ile uzaklaştırılmasını istiyorlar. Komuta katına itimatları tamam ama Ağustos 2004 ayından sonra ne olacak diyorlar. Kendisine sakın ola ki bir yanlışlıkla komuta katının haberi olmadan başka bir hareketin içine girmemelerini, bunun TSK için bir felaket olacağını açıkladım.
28 Şubat 2004
14:00'te kuvvet komutanları ile bizim evde toplandık. Amacınız Kıbrıs meselesini değerlendirmek ve Denktaş'tan aldığımız birçok özel ve gizli mektupları değerlendirmekti. (...) Hükümete karşı bir tepki olarak da hem Kıbrıs'ta hem de anavatanda gösterilere ve ulusal platformda toplantılara 3 Mart'tan itibaren başlanacaktı. (...) İkinci konu olarak yine aynı mesele, biz bu adamları darbe ile alaşağı edelim konusuydu. Şener ve Havacı bu konuda çok bastırıyorlar. Şener'in adeta aklından çıkmıyor, iki kelimede bir bunu söylüyor. Havacı da keza öyle. Eğer Kıbrıs'ı vermek istemiyorsak en son limitimiz 9 Nisan 2004. Bu tarihten sonra hükümet taraflara taahhüt vereceğinden geriye dönüş şansı sadece referandum olacak. Referandumun hangi şartlar altında yapılacağını hepimiz tahmin ediyoruz. Bütün şer güçleri evet dedirtmek için keselerin ağzını açacak ve sözler verilecek sonuçta cahil halk "evet" diyecek. Ne yapacaksak 9 Nisan'dan önce yapmamız gerekecek. Bu nedenle yanımıza Tümg. Can Teller'i de alarak gerekli planlamaya başlamaya karar verdik. Bu iş sonunda olacak galiba. Ben bu işin olmasını istemiyorum ama benim oyumun pek bir itibarı olmayacaktı. Ama onlara hiç değilse bu işin Kıbrıs tabanına oturtularak haklı olacağımız bir dava edinebiliriz dedim ve olayı marttan nisana kaydırttım. Akşam Cumhurbaşkanı'nın yemeğine gittik. Atatürk'ün yaşadığı yerde yemek yemek beni çok heyecanlandırdı. Konuşmalar sırasında Cumhurbaşkanı'nın da sanki ümidini kaybetmekte olduğuna dair intiba uyandı. Bazı mesajlar da verildi. Örneğin Cumhurbaşkanı "Burayı mahsus seçtim ki nereye geleceğinizi görün. Aranızda buraya gelmeyi bekleyenler var (Genelkurmay Başkanı'nı ima ederek)" dedi. Tabii hemen başımız öne düştü. Ama herkes bu lafı duyunca tereddütsüz ona baktı. Eşi, Kara Kuvvetleri Komutanı'nın kulağına eğilerek "Siz de gidince ne olacak" deyivermiş. (...) Cumhurbaşkanı genelde herhangi bir askeri harekete karşıdır. Bu onun için çok doğaldır. Zira kendisi bir hukukçu. Hem de Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış bir kişi. Her zaman bu kimliği ile bizleri frenlemeye çalışırdı. Bu akşam ilk defa kendisini farklı bir tutum içinde gördüm. Adeta ülkenin bu adamlardan kurtulmasının zor olduğuna karar vermiş gibiydi. Bu nedenle, bir yıl sonra da buralarda neler olur bilinmez, diye bir söz sarfetti. Çok güzel bir yemek ve gece geçirdik. Neşeli bir geceydi.
29 Şubat 2004
İlginç bir toplantı yaptık. Jandarma'nın Beytepe'deki tesislerinde kuvvet komutanları ve eski Melis Başkanı Ömer İzgi bir araya geldik. Oraya gitmeden önce Kara Kuvvetleri Komutanı beni telefonla arayarak toplantıya gitmeden önce bir süre benimle görüşmek istediğini söyledi. Gittim. Dün yapılan toplantıdan çok rahatsız olduğunu Şener'in başka işler peşinde olduğunu, İbrahim'in ise saf, ne istediğini bilmez halde olduğunu anlattı. Bilhassa Şener'in, Yaşar'ın önünü kesmek için hükümet dahil her türlü angajmana girdiğini ve utanılacak senaryolar peşinde olduğunu, sadece hükümet ile değil diğer bazı yollardan da aynı teşebbüsünü devam ettirdiğini anlattı. Ben de kendisine hafta içersinde Can Teller'in bana geldiğinde Yaşar ile ilgili bazı menfi bilgiler verdiğini ve hatta Yaşar Paşa'ya güvenmeyin efendim dediğini hatırlattım. Bunun üzerine Can Teller ile temasa geçmeyeceğimi, onun muhtemelen Şener'in adamı olduğunu söyledim. Kendisine onların dediği gibi darbenin olamayacağını, bu işin komuta zinciri içersinde bile bir aydan fazla aldığını anlattım. Burada da en kritik konunun Genelkurmay Başkanı olduğunu, ondan habersiz nasıl birlik kaydırılacağını, nasıl tertip alınacağını bilmiyorum edim. Kendi kanaatim olarak böyle bir hareket ile ilgili inisiyatifin daima elimizde olması gerektiğini ve gerekirse ben katılmıyorum diyeceğimi anlattım. Hemfikir olduk. Bundan sonra üç konuya dikkat etmemiz lazım dedim Biri Genelkurmay Başkanı, diğeri harekat planlaması ve üçüncüsü de bizim iki kişi nasıl oyalayacağımız konusu. Konuşmalardan sonra Beytepe'ye gittik. Herkes toplandı. Amacımız 3 Mart günü yapılacak olan "Ulusal hareket" toplantısına MHP'den bol destek sağlamaktı. Ama konu darbeyi seçimden önce mi sonra mı yapılıma döndü. Ömer İzgi gayet tabii bir şey yapacaksanız hemen yapın, seçimden sonraya kalırsanız bu iş olmaz, karşınızda diğer partileri de bulabilirsiniz, bu adamlar seçimden kuvvetlenmiş olarak çıkacaklar, ama ileriki senelerde kendilerini yıpratacaklar, bu nedenle o zaman hiçbir parti sizi desteklemez, ama başa kim gelirse gelsin ülkeyi de parçalanmaktan kurtaramaz, dedi. Kendisi aynı lafları 4 Kasım 2002 günü de Kara Kuvvetleri Komutanı'na söylemiş. İşin zaman geçtikçe ne kadar karmaşık hale geldiğini anlattı. Ben bu fikrin bu kadar açık bir sivil ile konuşulmasından çok rahatsız oldum. Olayı da buraya getiren hep Şener ile İbrahim. Halbuki bizim evde ve dün bir karar aldık. Üstelik de kimseye söylemeyecektik. Anladığım kadarı ile onlar da ikisi beraber biraraya gelip konuştular. Zira çıkarken İbrahim'in Şener'e bundan sonra ne zaman toplantıyı ayarlayalım dediğini duydum.
Bana kalsa adamın niyeti ülke yararı değil kendi yarar
1 Mart 2004
Sabah brifingini takiben Hava Kuvvetleri Komutanı beni aradı. Maksadı açıtı. Ağzımı arayacaktı. Kendisine ne düşünüyorsam aynen söyledim. "Dün geceden çok rahatsız oldum. Verdiğimiz kararı niye tartışıyoruz, ikinci olarak da bu kadar gizli tutalım dediğimiz konuyu neden bir siville paylaşıyoruz. Ağzı sıkı olabilir ama bilmesi gerekmez. Bu adamın hayatı siyaset." Bana o zaman akşama tekrar buluşalım, ben ne yapacağımızı anlamadım, dedi. Ben de diğerlerine haber ver, ben gelirim, dedim. Akşam 19:30'da Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın Gölbaşı tesislerinde buluştuk. Kara Kuvvetleri Komutanı ile ben biraz gergindik. Zira aynı mevzuları yeniden konuşmak istemiyorduk. Bu seferki konuşmalarda biraz sert davrandım. Çünkü Jandarma Genel Komutanı sözü ikide bir oraya getirip, bu işi ne zaman yapacağız, diyordu. Bazen süreyi uzatmanın en iyi çözüm yolu olduğunu söyleyince suratı asılıyordu. Bana kalsa adamın niyeti ülke yararı değil kendi yararı. Bu iş biran önce olsun da nasıl olursa olsun, o da mevkiini korusun.
3 Mart 2004
Hilafetin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat kanununun yürürlüğe girişinin yıldönümü toplantısı... ATO'da yapılan panele tüm kuvvet komutanları eşli olarak katıldık. Genelkurmay Başkanı İsveç'te olduğu için, Hava Kuvvetleri Komutanı ise dün şehit olan pilotların cenaze törenine Konya'ya gittiği için bu panele katılamadılar. Bu paneli el altından biz teşvik ettik. Coşkulu ve tatmin edici bir toplantı oldu. Salona girdiğimiz zaman katılanlar bizleri alkışladılar ve "Cumhuriyetin Koruyucuları" diye slogan atmaya başladılar.
13 Mart 2004
Öğleden sonra Kara Kuvvetleri komutanı beni aradı ve konuşalım dedi. 15.30'da onların evine gittim. Çok sıkıntılıydı. Önce evvelce kararlaştırdığımız gibi yapmış olduğu gezi hakkında bilgi verdi. Tüm orduları dolaşmış ve tüm or ile kor rütbesindeki subaylar ile görüşmüş. Aldığı intiba şöyle: Herkes durumdan rahatsız ve gidişi beğenmiyor. Ama hiç kimse bu gidişin bir darbe ile düzeltilmesini istemiyor. Sivillerin bu gerekli tepkileri göstermelerini ve bizim onlara destek vermemizi istiyorlar. Bu çok önemliydi. Zira artık oturup tekrar aynı mevzuları konuşmaya gerek yoktu. Jandarma Genel Komutanı bu habere sevinmeyecekti, ama gerçek buydu. Kara Kuvvetleri Komutanı, diğerlerine ben bu bilgiyi veririm, dedi. Diğer bir konu da Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı ile görüşürken "Hilafetin kaldırılması ile ilgili törenlere niçin gittiniz, bana İsveç'e sorabilirdiniz" demiş. Bu adamla bizim aynı düşüncede olmamız mümkün değil. Halbuki olaylar ondan sonra ne güzel gelişti. Kıbrıs konusu ile ilgili yapılan gösteri. Bugün öğrencilerin Kızılay'da yaptığı YÖK aleyhindeki gösteri, hepsi halkın yavaş yavaş uyanmaya başladığının delili. Bu hareketler yükü bizim üzerimizden alarak bizim yasal düzende ve demokrasi sınırları içinde kalmamızı sağlayacakken o bunu anlamıyor ve idrak edemiyor. (...) Son konu Kıbrıs konusu idi. Kara Kuvvetleri Komutanı da benden sonra ayrı bir yazı yazmış ve o da aynı istekleri belirtmiş. Şimdi Genelkurmay Başkanlığı'nın bir açıklama yapacağını bekliyoruz. Ama bu açıklamanın bizim beklediğimiz bir açıklama olmayacağına yavaş yavaş inanmaya başladım. Kara Kuvvetleri Komutanı'na "Eğer Kıbrıs için işler beklediğimiz gibi gitmezse ben bunu paylaşmam ve ayrılırım. İleride adımızın bu ekibin isimleriyle beraber anılmasını istemiyorum. Yapabileceğimin azamisini yaptığıma inanıyorum" dedim. O zaten kararlı, ayrılmayı kafaya koymuş. Bu adamla beraber geçinmek ve onun fikirlerini paylaşmak mümkün değil. Bize belki kaçtınız diyebilirler ama bunu da söylemeye kimsenin hakkı yok. Yapacağımız yegane hal tarzı olarak darbe kaldı, onu da biz yapmak istemiyoruz.
15 Mart 2004
Sabah bir ara beni Jandarma Genel Komutanı aradı. "Genelkurmay Başkanı her şeyi biliyor. Biraz önce beni aradı. Hemen öğleyin biraraya gelmemiz lazım" dedi. Kendisine neleri bildiğini sordum, jandarma tesislerinde Ömer, İzgi ile yemek yediğimizi biliyor. Hemen hemen herşeyi biliyor, dedi.
16 Mart 2004
Genelkurmay Başkanı'nı görmeye gittim. (...) Sonra oturduk ve bana TSK'da bölünmüş bir görüntü olduğunu ve bazı davranışların çok kötü değerlendirmelere neden olduğunu anlattı. Bizim yaptığımız bazı girişimler ve bilhassa Jandarma Genel Komutanı'nın girişimlerinin hemen hepsinden haberi vardı. Jandarma Genel Komutanı'nı nedense hedef olarak almıştı. "Bütün belgeler elimde, bunları devletin arşivlerine geçireceğim, bu tarihi bir görevdir. Şener'in yaptıkları yetkisini aşmaktadır. Kendi tesislerinde eski Meclis Başkanı ve rektörler ile de görüşme yapmış. Bunları nasıl yapar? Dedi. (...) Karargaha dönünce Kara Kuvvetleri Komutanı'nı aradım ve doğru ona gittim. Mantı yapmıştı. Konuşmalarımızı anlattım. Anlattıklarım onu çok rahatlattı. (...) Bu arada Şener'in kendisini aradığını ve Genelkurmay Başkanı'nın onu hırpaladığını ve biz bu işi hep beraber yaptık, o halde herkes benim yaptıklarımı üstlenmeli, dediğini anlattı. Ben de kendisine, saçmalık, onun istediği hep darbe yapmak, başka bildiği bir şey yok, dedim. Hava Kuvvetleri Komutanı ile ikisini durdurmaya karar verdik. Kara Kuvvetleri Komutanı bir ara Şener'i görmüş ve Şener ona ne haber diye sorunca, menfi demiş ve bir anda Şener'in yüzü asılmış başka bir şey konuşmamışlar.
17 Mart 2004
Biz komutanlar erkenden tümen komutanının odasında buluştuk. Herkesin yüzü bir karıştı. Amaç bundan sonra ne yapacağımıza karar vermekti. Erken gitmemizi Kara Kuvvetleri Komutanı istedi. Önce Kara Kuvvetleri Komutanı ordulara yaptığı ziyaretle ilgili kısaca bilgi verdi. Maalesef herke, durum kötü ama darbe ile düzeltilmesi için iç ve dış ortam müsait değil, dediler. Buna göre bir değerlendirme yapmamız gerekiyor, dedi. Hepimiz fikrimizi söyledik. İnanılmaz ama Şener hala bu iş olsun diye çırpınıyordu. Bence Genelkurmay Başkanı'ndan nefret ettiği ve Kara Kuvvetleri Komutanı olmak istediği için saplantı haline gelmişti. Şener söz aldığı sarada Genelkurmay Başkanı'nın her şeyden haberi olduğunu ve kendisine özel olarak cevaplandırılmak üzere bir yazı yazdığını, bunu kendisinin kabul edemeyeceğini söyledi, yazılan yazı yayınlanan bir derginin personel tarafından okunması hakkındaydı. Ben de kendisine dedim ki "Ben size aramızda hainler olduğunu, bütün hareketlerinizin takip edildiğini, uyarmıştım. Bunda sizin kabahatiniz yok mu? Cevap veremedi. Neyse ben sonunda toplamak zorunda kaldım. "Anladığım kadarı ile bu şartlar altında bir şey yapılamaz, mücadeleye yasal hudutlar içinde devam edeceğiz, anlaşmamız bu mu, dedim. Kimse itiraz etmedi. Şener hemen söz aldı, tamam ama biz artık Genelkurmay Başkanı ile konuşmayalım, gülmeyelim, dedi. Hala nerede, Genelkurmay Başkanı'na karşı saplantısı var.
24 Nisan 2004
Bugün Kıbrıs'ta referandum yapılıyor. Sonuçlar akşam 18:00'den itibaren alınmaya başlandı. Gece yarısı sonuçları, Türk tarafı % 65 evet ve Rum tarafı % 75 hayır. Böylece Kıbrıs'ta hiçbir değişiklik olmadı ama Rumlar AB'ne girecek. Akşam Jandarma Genel Komutanı'nın evinde yemeğe gittik. Genelkurmay Başkanı gittikten sonra aramızda konuştuk. Anladığım kadarı ile Jandarma Genel Komutanı ile Hava Kuvvetleri Komutanı hala bozuklar. Amaçları illaki darbe yapalım ve AKP'ni uzaklaştıralım. Yapalım da, Kara Kuvvetleri Komutanı olmazsa nasıl olur, bunu düşünen yok. Hava Kuvvetleri Komutanı'nı fena bozdum, zira vatanını sadece o seviyor ve ona destek verilmiyormuş pozlarında. Üstelik ne söylediğini kendisi de anlamıyor. Şener hala darbeye ümidini bağlamış durumda. Bana "çok erken çözüldük, daha direnmeliydik" demez mi.
Basınla temaslar: “Daha ne bekliyorsunuz”
10 Ekim 2003
Öğleden sonra Aydın Doğan geldi. Kendisine gazeteci olarak mevcut düzene destek vermemesini, bu işin sonuna gelmekte olduğumuzu anlattım. Kendisi de günah çıkarmaya gelmiş. Üzerine atılan pislikler ile ilgisi olmadığını ve Cumhurbaşkanı'nın Meclis'in açılışında yanlış hedef gösterdiğini, kendisinin medya tekeli yaratmadığını ve daima dürüst temiz bir gazete patronu olduğunu söyledi.
5 Aralık 2003
Akşam üstü Cumhuriyet gazetesinden Balbay (Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay-Nokta) aradı. "Başbakan'a zor anlar yaşatmışsınız doğru mu" dedi. Ben de "hayır" dedim. (Balbay, Askeri Şura'daki tartışmalara gönderme yapıyor-Nokta).
8 Aralık 2003
Taylan Bilgel ile Aydın Doğan için konuştum ve kendisine "Bizim artık medyadan desteğe ihtiyacımız var. Hep bize, size güveniyoruz, diyorsunuz ama medya bize gerekli desteği vermiyor. Olayları hükümete karşı kullanmaları lazım. Teslimiyet bizi de iş yapamaz duruma sokar. Medya halkı uyandırmak zorundadır. Aksi halde desteğimizi kaybederiz. Halk neler döndüğünü öğrenmelidir. Bu da ancak en etkili olarak medya kanalı ile olacaktır" dedim. Aydın Bey'e ileteceğini ve hatta gerekirse kendisi ile beraber yemek yememizi tavsiye etti.
18 Aralık 2003
Akşam yemeğe Mustafa Özkan ve eşi ile Kara Kuvvetleri Komutanı ve HVKK geldiler. MÖ bize gelmeden önce Süleyman Demirel'e uğramış ve bize ondan bazı mesajlar getirmişti. MÖ ile konuştuğumuz konuların özeti şöyleydi. Basın ile aramızı nasıl düzeltebiliriz, diye konuştuk. Kendisi bu işin zor olduğunu, hepsinin kendi ticari ilişkileri nedeni ile hükümete göbekten bağlı olduklarını ve kolay kolay hükümet aleyhine bir yazı yazamayacaklarını, hepsinin devlete borcunun bulunduğunu anlattı. Bilhassa Aydın Doğan üzerinde durarak, en büyük medya patronu olması nedeni ile aramızı nasıl düzeltebileceğimiz konusunu araştırdık. Kolay olamayacaktı ama MÖ bize tüm medya patronlarına işin kötüye gittiğini ve tedbir alınmazsa çok geç olacağı konusunu anlatarak onları iknaya çalışacağını söyledi.
25 Aralık 2003
Tuncay Özkan (Özkan bugün KanalTürk TV kanalının sahibi-Nokta) daha önce Show TV'de görev yapıyordu. Ancak bu hükümet kendi aleyhinde yayın yapan tüm kişileri oldukları gazetelerden çıkarttı ya da tv'lerden uzaklaştırdı. Kemal Yavuz general de aynı durumda. Ben de kendilerine yardım edebilmek için MÖ ile konuştum. Tuncay Özkan, Müfit Gürtuna'nın (Eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı / AK Partili-Nokta) İstanbul TV'sini satın almak istiyor ve AKP'nin yerel seçimlerde İstanbul'dan çıkaracağı adaya karşılık Ali Müfit Gürtuna'nın birleşik cephenin adayı olarak gösterilmesini koodine ediyor. Şimdilik ANAP ve DYP ile anlaşma sağlamış.
7 Ocak 2004
Tuncay Özkan'ın ziyareti... Benden OYAK'ın kurulacak şirkete hissedar olmasını ve böylece BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN'a karşı bir çeşit koruma sağlamayı istedi. Ben de, kendisine elimden geleni yapacağım, dedim. Bana kendi hazırladığı "Türk Medyası" ile ilgili bir kitap verdi. İçinde her türlü ilişki ve rezaleti bulabilirsiniz, dedi. Medya desteği olmadan ulusalcıların BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN ve partisi ile başa çıkması mümkün değil. Bu nedenle TÖ'nün destelenmesi gerekir. Bende uyandırdığı intiba dürüst ve yılmayacak bir kişi. Bilgili bir görüntüsü var. Hiç değilse mesleğini iyi bildiği intibaı uyandı.
10 Ocak 2004
Akşam Jandarma'nın Anıttepe'deki tesislerine gittim. Jandarma Genel Komutanı ile beraber Aydın Doğan ile yemek yiyecektik. Aydın Doğan'ın yanında Mehmet Ali Yılmaz ve Fikret Bila (Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi-Nokta) vardı. Beraber olmamızın amacı AD'a bazı mesajlar vermekti. Öncelikle basının satılmış bir hale geldiğini değerlendirdiğimizi, kendisinin bu konudaki görüşünün ne olduğunu. İkinci olarak bu hükümete karşı hepimizin aynı gemide olduğunu ve gemi batarsa hep beraber batacağımızı. Aleyhimize yazı yazanlara kendi grubunda destek vermemesini söyleyecek ve onların da son günlerdeki olaylar hakkındaki görüşlerini alacaktı. Nitekim konuşmalarımız bu merkezde devam etti. Kendisi bize medyanın ekonomik durumunu izah etti. Ona göre medyanın kendisi hariç bütün patronları mali yönden hükümete muhtaç hale getirilmişti. Bu nedenle hükümete karşı çıkmaları mümkün değildi. Karşı çıkanların hayatı söndürülecekti. Nitekim bazı yazarlar hükümet aleyhine yazdıkça rte'nin (Recep Tayyip Erdoğan-Nokta) şahsi müdahaleleri ile kendileri işten çıkarılmışlardı. Tuncay Özkan, Sedef Kabaş, televizyonlardaki bazı programlar gibi. Bu arada Tuncay Özkan'ı çok sevdiğini, ama kendisine şu sıralarda hiçbir şey yapamayacağını söyledi. Yemek bittiğinde ben sizin mesajınızı aldım, dedi. Biz de kendisine "işadamı olarak bazı sıkıntılarınızın olabileceğini anlıyoruz. Ama bazen hükümet lehinde de yazmamak karşı tarafa destek vermektir" dedik.
19 Ocak 2004
Sabah kalkınca evi terk etmeden önce gazetelere baktım. EGE Ordu K. Org. Hurşit Tolon dün yaptığı bir köy ziyareti sırasında "Kıbrıs'ta ver-kurtul'cu olanlar vatan hainidir" anlamında bir söz söylemiş ve bugünkü bütün gazeteler bu haber ile doluydu. Tabii gerçek vatan haini olan kendilerini AB'ne satmış ve onlardan maddi menfaat sağlayan köşe yazarları Hurşit hakkında veryansın e diyorlardı. Aralarında evvelce kan kırmızı komünist olup şimdi beş vakit namaz kıldığını ima edenler, dedesi binlerce Türk evladını cephelerde kırdıran vatan hainlerinin torunu olanlar, her çeşit hayvanat bahçesi yaşayanı vardı.
21 Ocak 2004
14:00-14:30 - E. Dışişleri Bakanı Coşkun Kırca'nın ziyareti... 1445 - 15:15 - M. Ali Kışlalı'nın ziyareti... Her iki ziyaretçi de cumhuriyetçi ve TSK'ni destekleyen yazarlar. Kırca 76 yaşında. O kadar duygulu hale gelmiş ki, benim yanımda olayları ve son durumu anlatırken iki kez ağladı. Yeni bir Anayasa hazırlamış, ondan bir kopya getirmiş, aldım. Kışlalı da efendi bir insan. Her ikisi de bana "zaman geçiyor ve her gün daha kötüye gidiyoruz. Ne yapacaksanız yapın, yoksa geç olacak" mesajını verdiler.
10 Mart 2004
Bugün sabah gazeteleri aldığımızda çok ilginç bir haberle karşılaştık. (Hürriyet gazetesinde yayımlanan ve aynı yıl "yılın haberi" ödülüne layık görülen "Sosyetik fişleme" manşeti-Nokta). Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yayınlanan birer evrak ile birçok kişi fişlenmek üzere kaymakamlıklardan bilgi isteniyordu. Doğal olarak bu haber inanılmaz bir etki yaptı ve ortalığı karıştırdı. Böyle bir bomba habere hiç ihtiyacımız yoktu. Şimdi herkes tekrar TSK'ne yüklenecekti. Bence haber bilinçli olarak yazılmıştı. Haberi yavaş ve doğru okuyan her kim olursa olsun bunun bir saçmalık olduğunu ve haberde iddia edildiği gibi bir sorun olamayacağını görecekti. Nitekim haberi araştırdığım zaman gördüm ki Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı yıllık yayınlanan haber toplama planını I. Odu'ya göndermiş. Plan o arada Ordu Komutanı'nın haberi olmadan bu hale getirilmiş. İktidara yaranmak isteyen Hürriyet gazetesi sahibi Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök de hiç düşünmeden bu haberi yayınlamışlardı. Basın üzerindeki baskı devam ediyor. Genelkurmay Başkanlığı cevabı ise ayrı bir alem. Aynı gün yapılan açıklamada haber doğrulanmış ve inceleme başlatıldığı açıklanmıştı. Bu ne demekti. Kimse bir şey anlamadı. Bu hafta içersinde hep sivil arkadaşlarım ile beraber olduğum için bana rahatlıkla neler hissettiklerini anlatıyorlardı. Herkes son derece rahatsızdı ve Kara Kuvvetleri Komutanı'nı suçluyorlardı.
15 Mart 2004
Tuncay Özkan yanında yeni kurmakta olduğu TV istasyonu (Kanal Türk-Nokta) yöneticisi olacak Kerim C an ile beraber geldi. Çok oturmadılar. Bana OYAK'ın reklam teminatı verip veremeyeceğini sordu. Esas bunu öğrenmeye gelmişler. Bana göre dehşetli bir istihbarat bilgisi var. Yazdığı kitabı verdi. CIA ve Kürtler. OYAK'ın reklam için teminat belgesini veremeyeceğini söyledim.
8 Haziran 2004
Erol Mütercimler nezaket ziyareti için gelmiş. Bana önemli bir konuyu hatırlattı. Dün TRT'de ana dilde yayın programı ile yaptığı araştırmanın sonuçlarını söyledi. İlginç. Bu konuda doktora yapmış. İddiası, yapılan programın anayasal dayanağı yok. Yakında beş lisan dışında yayını yapılan toplumlardan biri eğer bu programın anayasaya aykırı olduğu şeklinde bir müracaatta bulunursa iptal edilir. İç hukukta tamamlanamadığı için bir şikayete AİHM bakacaktır ve ondan sonra da felaket gelebilir, ya 26 lisanda yayın yapılır ya da bu yayınlara son verebilir, dedi.
21 Temmuz 2004
Can Ataklı geldi. Gelmeden önce ne isteyebileceğini düşündüm. Bir çok konu arasında patronun askerlik konusu olabileceği aklıma geldi. Kendisi ile daha önce hiç karşılaşmadım ama STAR televizyonunda, bilhassa televizyon kanalına el konuncaya kadar, cesaretli çıkışları ile tanıyordum. Ama ben bu çıkışları daha ziyade patronu Uzan'lar ile ilgili olarak değerlendiriyordum. Bu hükümet Uzan ailesinin çanına ot tıkadı ve onların haysiyetlerini beş paralık etti. Daha da üstüne gidiyorlar. Son olarak da Aydın Doğan grubunun ortaya çıkardığı askerlik meselesi var. Cem Uzan daha önce bütün Kuvvet komutanlarından randevu istemişti ama hiçbirimiz kabul etmemiştik. Ataklı'nın niye geldiğini bilmemekle beraber, askerlikle ilgili olarak geldiğini tahmin ediyordum. Nitekim bana kendi durumunu uzun uzun anlattıktan sonra sadede gelerek askerlik sorununu açtı. Kendilerinin haklı olduklarını ama yargının korku ile bir karar veremediğini ve Aralık ayında Uzan'ın askere alınacağını söyledi. Ayrıca mahkeme başlasa ellerinde kendilerini temize çıkaracak belgeler olduğunu ilave etti. Kendisine "Bu davaların kuvvet komutanlıkları ile ilgisi yoktur. Muhatap MSB'dır. Konuyu bize sormazlar bile" dedim. Ben sadece sizin bilmeniz için anlatıyorum, dedi. Haklı olduğu yerler var. Adamların mallarına el konma şekli tam bir zorbalık.
İş dünyası "Adamların tuzu kuru"
11 Aralık 2003
Rahmi Bey bana nezaket ziyaretine geldi. Konuşmamız sırasında ben de ona bugün içinde bulunduğumuz durumu anlattım. Hükümetin tutumu Kıbrıs meselesi ve nereye gittiği gibi konularda. Kendisine "Hepimiz aynı gemideyiz. Batarsak hep beraber batacağız. Bunu kimse unutmamalı. Hükümet de unutmamalı, bizler de, iş adamları da. Onun için esas desteğimiz olan halkı aydınlatacak şekilde, halkın gerçekleri görebileceği şekilde hareket etmeliyiz" dedim. Pek hoşlarına gitmedi ama gerçek bu. Bana, durum kötüye gidiyor ama hala daha o kadar kötü değil, dedi. Ben de "sıfırdan yüze kadar bir skalada nerede olduğumuzu değerlendiriyorsunuz" dedim. Bana, 35-40, diye cevap verdiler. Ben de bunun üzerine "belki 95'e yakınız" dedim. Hayret ettiler. Adamların tuzu kuru. Onlara göre ekonomi düzelmekte. Ama bunun sadece büyük şirketler için olduğunu görmüyorlar. Zavallı halk hala çekiyor. Halk yokluk içinde ne yapacağını bilmiyor. Enflasyon düşüyor. Zira halkın harcayacağı parası yok. Bunları onlara hep anlattım.
30 Haziran 2004
Sinan Aygün, ATO Başkanı. Senede iki kez gelerek bizlere bilgi veriyor. Verdiği bilgiler daha ziyade ekonomideki gelişmeler ve bazı sosyal olaylar karşısında ne düşündüğü. Genellikle hükümeti tenkit ediyor. Bu sefer de ekonomideki kötü gidişi anlattı. İşsizliğin giderek artmakta olduğunu ve bunun sonunun felakete doğru gittiğini, hükümetin izlediği teslimiyetçi politikalar nedeniyle yatırım yapılamadığını, bunun da işsizliğin artmasına neden olduğunu belirtti. Diğer bir ilginç açıklaması da DEP milletvekilleri ile ilgiliydi. Onların yaptığına mukabele olarak kendisinin örgütlediği bir gurup ile emekli yarbay Korkut Eken'in hapishaneden çıkış gününde büyük bir tören yapacaklarmış. Bunun için de yüzlerce insanı topluyorlarmış. Fikir almak ve diğer kişilerin neler düşündüğünü anlamak bakımından yararlı görüşmeydi.
Özden Örnek'ten TSK eleştirileri / Ordu-Millet ilişkisi "İnsan içinden geldiği toplumu nasıl inkar edebilir?"
TSK içersinde modaya uygun olarak Deniz Kuvvetleri'nde de bu ilişkiler günah sayılıyordu. Terfi senesinde çektiğim sıkıntıyı çok iyi hatırlıyorum, beni defalarca siviller ile ilişkide olmamam için uyarmışlardı. Lojmanda yaşayıp, orduevlerinde eğlenen ve OYPA'lardan alışveriş yapan bir toplum nasıl siviller ile ilişki kurabilir ki. Subayların sivil arkadaşları olmadığı gibi sivillerin de subaylardan arkadaşları yoktu. Çocukluğumuzda her mahallerde bir subay ailesi yaşar ve hepimiz onlara imrenerek ve özenerek bakardık. Hele o zamanlar makam arabaları yerine atların kullanıldığı hatırlanırsa, bizler için işine giden subayları seyretmek ayrı bir zevk olurdu. Sonraları nedense yukarıda çizdiğim tablonun içersine giriverdik. Zaman geçince, 1990'lı yılların başında ilişkilerin böyle gidemeyeceği ve şeffaf olunması ihtiyacı ortaya çıkınca, TSK içersinde bir şeffaflık modası yayılmaya başladı. Siviller ile ilişkilerin bence iki ayrı boyutu var. Birincisi, TSK sivilleri nasıl görünüyor. İkincisi, sivillerin TSK'ni tanıyabilmesi için silahlı kuvvetlerin sivil topluma ne kadar açık olduğu. Akredite basın konusu Genelkurmay Başkanlığı tarafından icat edildi. Derinlemesine düşünmeden görülebilir ki, bu tutum tüm yasalara ve en sonunda da Anayasa'ya bile aykırıdır. Birincisinin sonucudur. Sivile bakış açımız değişmedikçe tutumlarımızdaki değişme aldatmacadan başka bir şey olamaz. AKP iktidarda iken onlar ile görüşmek günahtır. Hemen Atatürkçülüğe karşı olmakla suçlanırsınız. Ama kimse size "Peki, biz bu insanlar ile aykırı fikirdeyiz ama nasıl birbirimizle diyalog kuracağız, nasıl birbirimizi kendi inandıklarımıza ikna edeceğiz" sorusuna cevap vermez. Sivillerin yurt sevgisi ek******. Çoğunlukla onlar vatanlarını ve milletlerini düşünmeden şahsi yararları için hareket ederler. Onlar tembeldirler, çalışmaz ve bedava olarak para kazanmaya bakarlar. Bu nedenle TSK'daki herkes çok çalışır ve fedakar oldukları için her şeye layıktırlar. Bu düşünceler ile nereye varılabilir. Yakın zamana kadar bilimsel yönden bile sivil uzmanlara danışılmazdı. Sanki 1700'lü yıllarda yaşıyormuş gibi tepki verirdik. Her şeyin öncüsü TSK'dır. Bu fikir o kadar yaygınlaşmış ve sivillere güven o kadar azalmıştır ki, TSK sonunda kendi yüksek lisans eğitim yapan enstitülerini kurdu ve ihtiyacı olan her şeyi özel sektör veya devletin diğer kesimlerinden temin edecekken kendisi her şeye sahip olmaya başladı. Bu nereye kadar gidebilir ki. Eğer arkadaşınız devlet memuru değilse ya da bir şirkette çalışıyor veya bir iş, ticaret sahibi kimsedir. İşte o zaman yandınız, size hemen suçlu ve menfaat sağlıyorsunuz gözü ile bakacaklardır. Siviller ile her temas muhakkak bir yarar karşılığında yapılmaktadır. Bu genel kanıdır. Bu konuda çıkmış emirler mevcuttur. Karargaha, sivilleri bırakın, mesleğinden emekli olmuş amiralleri bile davet edemezdim. Hala, etmeyin diye de emirler mevcuttur. Böyle düşünen bir kuvvet komutanı acaba ne düşünüyor olabilir ki. Mesai saatlerinden sonra insanların serbest yaşadığını ve eğer niyetleri kötü ise bu kişilerin bu saatlerden sonra her şeyi yapabileceğini acaba bilmiyor mu. Bu tip davranışlar ve düşünceler kapalı bir toplum içine kendini kapatan, çevresinden etkilenmeyen ve kendisini çevresine kapatmış insanlara özgüdür. İnsan içinden geldiği toplumu nasıl inkar edebilir.
Özden Örnek'ten TSK eleştirileri / Atatürk, ideoloji, törenler "Atatürk'ü bir idol haline getirmişiz"
30 Ağustos 2004
Meslek hayatımda son kez üniforma ile katılacağım 30 Ağustos törenlerine iştirak ettim. Sabah 08:00'den gece yarısına kadar dur dinlenmesi olmayan bir tören zinciri. Yapımızda ve anlayışımızda düzeltmemiz gereken çok konu var. En başta Atatürk'ü bir idol haline getirmişiz. Kendisi bile "beni görmek önemli değil benim fikirlerimi anlamak önemlidir" demişken, biz her yerde Atatürk'ü heykel, resim, poster olarak anmayı sanki onu anlamak ile eş tutuyoruz. Bu böyle devam edemez. Bir taraftan İslamiyet'in günün şartlarını karşılamadığını ve reform geçirmesi gerektiğinden bahsederken, sanki Atatürkçülük ilelebet yaşayacakmış gibi davranıp ilkelerini tartışmaya dahi açmıyoruz. Tabi o zaman bu ilkeler bir yol gösterici olmaktan öteye, dogma haline geliyor. Sağ olsaydı herhalde en fazla kendisi bu durumu tenkit ederdi. İkinci bir konu da bu toplumu Kara Kuvvetlerinin etkisinden kurtarmak lazım. Devletin her kesiminde kendi düşünceleri hakim olsun, herkes kendileri gibi düşünüp kendileri gibi hareket etsin istiyorlar. Harbiye Marşı ile yatıp Harbiye Marşı ile kalkıyorlar.
29 Ekim 2004
Bugünkü törenleri, şöyle sabahtan akşama kadar yaşadım. Hepsi onuncu yıl için planlanandan farklı değildi. O zaman devletin gücünün mesajını her köşeye dağıtmak ve birlik beraberlik gösterisi yapmak birinci amaçtı. Aradan seneler geçti. Amaç belki aynı ama yapılış şeklinin çok farklı olması gerekir, diye düşündüm. Bir tribünde saatlerce oturarak geçenleri seyretmek pek bir fikir vermiyor. Üstelik de bir başıbozukluğa şahit oluyorsunuz. Bir sürü şımarık ve umursamaz genç önümüzden geçiyor. Ne kadar ve nasıl bir mesaj verildiği şüpheli. Bu konuda biraz çalışmamız gerekli. Saatlerce konuşmalar, koca koca adamların sıraya girip el sıkmaları, artık modası geçmiş kutlamalar.
Özden Örnek'ten TSK eleştirileri / Ordu-Hükümet "Askerin karışması yönetmeye döndü"
Devletin karar süreci uzun süre Genelkurmay Başkanlığı'ndan etkilendi. İç ve dış olaylara ait kararlar alınmadan önce Genelkurmay'a sormak adet halini almıştı. Hükümette olanlar özgür olarak karar veremiyorlardı. Bu nedenle de verilen bir karar halk arasında beğenilmezse cevap kolaydı: "Asker öyle istedi". Bu alışkanlık ihtilallerin bir sonucuydu. Askerin karışması, fikir beyan etmesi gereken olaylar elbette vardı ama bu karışma bir çeşit yönetmeye dönüşmüştü. Bunun için de özellikle dış politikada cesur adımlar atılamıyordu.
Siyasetçiler "Bir şey yapacaksanız hemen yapın"
23 Eylül 2003
Sabah Adalet Bakanı Cemil Çiçek ziyaretime geldi. Dün kendisinin geleceğini ve ne yapmam gerektiğini, Kara Kuvvetleri Komutanı ve JANGK (Jandarma Genel Komutanı-Nokta) ile görüştüğümde bana "gelsinler ama ziyarete gitmiyoruz" dediler. Bana böyle bir tutum çok ters geldi. İnsan harbin sonunda dahi oturup düşmanı ile konuşuyor ve bir anlaşmaya varmaya çalışıyor. Biz böyle yaparak neyi ispat etmeye çalışıyoruz. (...) 16:00'da İçişleri Bakanı (Abdülkadir Aksu-Nokta) ziyarete geldi. Kendisi esasında Kürtçü ve AKP'nin kurucularından sayılan bir bakan. Kendisi ile uzun süre sohbet ettik. Irak'a asker meselesini sordum. Bu sefer sorun yok, dedi. Ve bana ilk seferindeki yani ikinci tezkere ile olan hikayesini anlattı. Sonra Kuzey Irak'ta Barzani ve Talabani ile olan ilişkileri anlattı. Kendisi Kürt ama hiç de Kürtçülük lehine çalışan bir adam gibi konuşmuyor.
21 Kasım 2003
Yavuz Kayral'ı mahsus davet ettim, zira bundan önceki gelişinde DYP'nin her zaman emrimize hazır olduğunu söylemişti. Ben de bundan önceki gün topluca aldığımız karar gereğince kendisine DYP'nin seçimlerden önce bir miting tertipleyerek Kıbrıs konusunu desteklemesini istedim. "Peki" dedi ve gitti.
24-30 Kasım 2003
Yavuz Kayral aradı ve DYP'nin Kıbrıs seçimlerinden bir hafta önce Mersin'de bir miting yapacağını söyledi. Bekleyip göreceğiz.
25 Aralık 2003
Kuvvet komutanları ile beraber toplanarak Onur Öymen ile Kıbrıs konusunda görüşme yaptık. Diğerlerinde olduğu gibi onun da görüşlerini sorguladık. Katı bir tutumları var. Kendisi ile Kıbrıs konusundan daha çok son siyasi durumu ve bu noktadan öteye neler yapılabileceğini görüştük. Bize CHP'nin bir TV kanalı vasıtası ile sisini duyurmaya başlayacağını ve bu konudaki hazırlıkların sonuçlanmak üzere olduğunu anlattı.
14 Şubat 2004
Dün akşam Jandarma Genel Komutanı bana Kara Kuvvetleri Komutanı'nın Salı günü Onur Öymen ile toplantı yapacağını ve gelmemi istedi. Ben de gelemeyeceğimi söyledim. Ama eve dönünce Kara Kuvvetleri Komutanı beni telefonla aradı ve muhakkak gelmem gerektiğini anlatınca ben de "peki dedim." Salı günü öğleyin komutanlar toplantısı nedeni ile verilecek yemeğe katılamayıp oraya gideceğim.
17 Şubat 2004
OÖ'den öğrendiğimiz bir ifade bizi bayağı şaşırttı. ABD'nin AKP'yi desteklemek üzere Türk basınını yönlendirmek üzere 200 milyon dolara yakın bir yatırım yaptığına dair bazı bilgiler varmış. Bu ABD'nin oyunu nasıl oynadığının bir işaretiydi. OÖ ile yaptığımız diğer konular ile ilgili sohbet de çok ilginçti: Mehmet Ağar'a işbirliği teklif edilmiş ama o "Ben tarikatlar ile işbirliği çarelerini arıyorum" diyerek bunu kabul etmemiş. Kıbrıs sonrası gündeme gelecek olan EGE sorunları ile ilgili de fikrini aldık. Bize doğrudan "Bu adamlar EGE'de de vermeye hazırlar ve planlarını bu yol haritasına göre kurmuşlar" dedi. Genelkurmay Başkanı'nı tenkit etti ve artık kimsenin ordudan bir şey beklemediğini ve ordunun bir şey yapacağını da sanmadıklarını, ayrıca Genelkurmay Başkanı'nın adeta partinin bir adamı gibi hareket ettiğinin çok yaygın bir kanaat olduğunu belirtti. Dikkatimi çeken ve beni dehşete düşüren diğer bir konu da OÖ gibi bir kişinin hala gerçeklerin farkında olamamasıydı. Hala işçiler ve talebelerden medet umuyordu. Kendisine bazı sendikalar ile konfederasyonların nasıl satıldıklarını anlattım, öğrenciler ile ilgili olarak rektörlerin anlattıklarını ve öğrencilerin nasıl atıl ve maddeci olduklarını, artık eskisi gibi sokaklara düşmeyeceklerini izah ettim. Anladığım kadarıyla CHP de ne yapacağını ve ne yapılması gerektiğini bilmiyordu. Bendeki izlenim kimle konuştuysak bugüne kadar kimsenin bir darbeyi arar veya ister olmadığını gördüm.
29 Şubat 2004
Konuşmalardan sonra Beytepe'ye gittik. Herkes toplandı. Amacımız 3 Mart günü yapılacak olan "Ulusal hareket" toplantısına MHP'den bol destek sağlamaktı. Ama konu darbeyi seçimden önce mi sonra mı yapalıma döndü. Ömer İzgi "gayet tabii bir şey yapacaksanız hemen yapın" dedi.
Sözü edilen Tolga, Tolga Çandar mı?
27 Aralık 2003
Gündüz OHAL gazilerinin TSK Rehabilitasyon Merkezi'nde açmış oldukları sergiye katıldık. Duygu ve hüzün dolu bir gün geçirdik. Sergiyi gezdikten sonra gaziler sinema salonunda bir konser verdiler. Fevkalade güzel bir konserdi. İnsanların isterlerse neler başarabileceklerini gördük. Bir ara Ege bölgesinden türküler çalınıyordu. Sahnede, TRT'den saz ve türküleri ile Tolga isimli bir sanatkar gazilere refakat ediyordu. Sanatkarın sesi aynı Hasan Mutlucan'ın (12 Eylül darbesi sırasında TRT'nin yayınladığı kahramanlık türküleriyle ünlenen türkücü-Nokta) sesi gibiydi. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur hemen kulağıma eğildi ve bu sanatkarın adresini alalım, lazım olabilir, dedi. Güzel bir espriydi.
Tek komutanlı darbe girişimi
AYIŞIĞI
"Sarıkız" darbe girişiminin, başlangıçtaki destekçiler Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Örnek'in kesin tavrının ardından tümüyle raftan indirilmesini izleyen günlerde, bu darbe girişiminin en aktif unsuru olarak öne çıkan Şener Eruygur tek başına bir darbe planlamış. Yalman, Örnek'e, planın öteki kuvvet komutanlarını da işe katmak ve sadece Hava Kuvvetleri Komutanı'nı işe katmak şeklinde, iki alternatifli olarak düşünüldüğünü anlatıyor.
Özden Örnek'in günlüklerinde, "Ayışığı"ndan sadece bir paragrafla söz ediliyor (14 Ekim 2004): "Fenerbahçe'ye Aytaç Paşa'lara (Kara Kuvvetleri Komutanı-Nokta) gittim. Daha çok o konuştu. 'Şener (Jandarma Genel Komutanı-Nokta) bizden habersiz darbe planı hazırlatmış. Adı da 'Ay Işığı.' Darbede kimin başkan olacağı belli değil. Hepimize davranışlarımıza göre bir kod adı vermiş. Havacı (Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına-Nokta) ona destek verdiği için o anlamda, bizler ise sana karşıt anlamda, bana da belli değil anlamda kodlar vermiş. Bu plan GB'nin (Genel Kurmay Başkanlığı-Nokta) elinde olduğu gibi içlerinden biri tarafından sızdırıldığı için MİT ve hükümetin de elinde varmış. İkinci bir planda ise senle ben gösterilmiyoruz, sadece havacı var." Yani 2004 yılında, komuta kademesinin her defasında biraz daha fazla bölündüğü üç girişimle karşı karşıya kalmışız:
- Genelkurmay Başkanı'nın hiçbir zaman katılmadığı, başlangıçta dört kuvvet komutanının içinde olduğu, sonraki aylada kara ve deniz kuvvetleri komutanlarının dışına çıkmaya çalıştığı "Sarıkız" kod adlı darbe girişimi.
- Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un tek başına hazırladığı ama öteki üç kuvvet komutanını da işin içine katmaya çalıştığı "Ayışığı" darbe girişimi.
- Şener Eruygur'un yanına sadece Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına'yı alarak yapmayı planladığı darbe.
Son söz
Dediğimiz gibi, "Ayışığı" darbesi, Örnek'in günlüklerinin sadece bir yerinde, ayrıntısız olarak geçiyor. Fakat o darbenin ayrıntılı power-point sunumları da Nokta'ya ulaşmış bulunuyor. Bundan sonraki sayfalarda bu sunumların tümünü okuyabilirsiniz. Okumanıza yardımcı olabilir düşüncesiyle, bu sunumlarda belirtilen kod adlarının gerçekte kimlere veya hangi kurumlara tekabül ettiğine dair tahminlerimizi bilginize sunuyoruz...
- Yetim, Genelkurmay Başkanı
- En Büyükler, Kuvvet komutanları
- (+) ve (-)ler, Darbeci ya da karşı çıkan üst düzey subaylar
- Kaplan, Kara Kuvvetleri Komutanı
- Leopar, Jandarma Genel Komutanı
- Penguen, Deniz Kuvvetleri Komutanı
- Şahin, Hava Kuvvetleri Komutanı
- Çadır, Yüksek Askeri Şura