Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-26-2013, 08:03   #226
Kullanıcı Adı
Garibüzzaman
Standart GÜL ANDI
Hatırla o zamanı ki... Zaman ezeldi... Var olan yoktu varlık mimarı olandan gayrı ve var’lığa Gül’ün nuruydu, geldi... Adem, ruh ile ceset arasındaydı; ve gelişler deste beste, gitmeler gelişi güzeldi...


Efendim bir elçiydi o gün!...

Düşün o günü ki... Olacak olan olduğunda... Var olan her şey yine yok olduğunda... Zaman dolduğunda ve Azrail son cana da son ecel merhabasını sunduğunda...

Efendim yine bir elçi olacak!..

İki elçilik arasındaki her şey, seven ile sevilen arasında hakikatte, ve gerisi yalnızca bir vesaire... Bunca tufan, bunca fırtına, Gül olana bir sevgi sınanması... Bir ömür boyu, üşenmeden ve usanmadan, ve ayrık sevgilere aldanmadan ve kanmadan, belki gayrıyı varlık sanmadan, sevgiyi iplik iplik göz yaşlarıyla yamayıp giyenin sınanması... Öyle ki Gül sevgisini küçümseyenin, Gül’e dair aşka heyhat diyenin, hayata vurduğu silleler ve çilleler arasında bir sınanma... Gölgesini içine düşüren asırlık özleyişlerde doğmaya çalışan güneşlerin, belki silmece çıkmayan lekeleriyle içlerinin mürekkebini boğmaya alışan leşlerin duruşması. Sevinçlerin kumaşında parlayan hüzünlü dokunuşlarla bencil güvelerin delik deşik ettikleri sahte tebessümler arasında süregelen bir dava... Ve bunda yitmeler... Ve onda gitmeler... Temiz gönüller adına; “Bir hâdise var cân ile cânân arasında”.

***

Gül yüzlüm! Kitaplar kitabında öz nefsimizden evla okunası ey!..

Sevginde ihmal ettik diyedir şimdi bütün acılar... Bizi sevdiğin gibi sevemediğimiz içindir seni bütün kötülükler... Emeklerimizi başkaları giyiniyor ya; ve parmak uçlarıyla ak renklerimiz çiğneniyor ya, sevginin yokluğundan, ve isyanın çokluğundandır hep. Zenginliğimiz içinde fakir, ilim çağında cahil isek bundandır. Aşk yüzyıllarının rutubetli arşivlerine inen acılarımızın sessizliklerde kuluçkalanması da; incecik görüntüsünde bir ışığın dağılan parçalarını toplayamayan mıknatısların halkalanması da bundandır, bundandır Efendim. Kadim zamanlara ait elyazmaların fersude sözler eleyen sayfalarına yazgılı kurutulmuş çiçeklerimizin, ya ki hatıraların hüzünle konuştuğu odalarda ufalanan ürpertili kelebeklerimizin içimize sığmayan aşkları... ve özleyişleri... ve ayrılıkları bundandır. Bundandır Efendim, bir kıyıda, bir karanlık köşede tuzak kurmuş acılarla yüzleştirilmesi kalbimizin ve pençelerle yaralanması yüreklerin, bundandır...

Gül sözlüm! Öksüz yalnızlıklarımıza bayramlık giysi diye dokunası ey!..

Seni umutlandık bunca yıl, bunca zaman, yokluğunda sevgine sığınmakla dilendik aman ha aman... Acıdan ve acıtan dağların gölgeleri düşürüldüğünde bile içimize seni umutlandık hep. Yürümelerimiz saydam ölmelere çizikler attı; aynı yerde kalmalar kara kaderlere silahlar çattı. Şenlik üstüne beyhude şenliklerde yoruldu kentlerimiz ve gecenin kapkara çırpınışlarıyla düğümlendi kementlerimiz; kelepçelendi hürriyet adına kimliklerimiz ve kalakaldık, ilerleyemedik, tutulduk, vurulduk; Gül sözlüm, Efendim vuruldukça vurulduk!... Seküler umutlar sardı içimizi ve sonra yaprak uysallığında girdi damarlarımızdan korkular. Güzelliklerimizi düş kovalarıyla kör kuyulardan çıkarmak yazıldı alnımıza. Emellerimiz hep senden yana iken umutsuzluğa açıldı sonunda ellerimiz. Kabir şahidelerine yaslanmış öksüz ağıtlar abandı leyl gecelerimizin üstüne; ay nazarlık oldu, nazara geldik. Acemi âşıkların arasına mahir cellatlar salındı, öldük, mezara geldik. Yokluğunda Efendim, yeni kesilmiş etler gibi seğirmede şimdi dört bir yana yol şaşırmış canlarımız; taze tuzak setler gibi her cihetten seğirtmede yol aşırmış kanlarımız. Acemi nağmelere ipoteklenip kalmış Efendim neyler, ve karaya vurmuş adalar kadar şaşkın ve çaresiz her şeyler... Beyaz güvercinleri avlayan azgın kediler pusu üstüne pusu kurmada hâlâ; ve sürur çağında kadim hatıraların taziye giysili kösü vurmada hâlâ. Seni umutlandıksa Efendim, yokluğunda sevgine tutunduksa, bundandır hep Efendim... Efendim....

***

Gül yanaklım! Kadehi evvelde nur aslından ve beşer neslinden dolan ey!..

Dolunay olup parlamıştın hani bir tepenin ardından, üstüne zamanın; umut olmuştun, sevinç olmuş, muştu olmuştun!. Biz, şarkısını söyleyip ağlaşırız hâlâ o sevincin, ve hayal ederiz o gelişi, düşünür, düşleriz hâlâ Efendim... Düşleriz ki belki gelesin yeniden hayatımıza, ve doğasın kimliklerimize!.. Gel Efendim, kara bulutların altında denizleri sel basıyor sensiz. Semiz başaklarımızı cılız başaklar yutuyor. Mirasın yüzünü ağartan ataları unutturduk nesillerimize, duvarları ve evlerini zalim sarmaşıklara yutturduk sonra. Tenha gecelerde damla damla mendillere dökülen sırlar nesholundu birden, hayatımızın anlamı anlamsızlaştı, kalakaldık. Sensizlikte ferze çıkan piyadelerimizin şah huzurunda kılıçlar vuruyor artık boynunu; kalelerden atlar boşanıyor dört nala çaresiz ve sessiz... Ve Sinimmar, Münzir’e bir saray yapıyor yokluğunda Efendim; zulümlerin saraylarını yazık ki müminlerin yapıyor!..

Gül dudaklım! Zincire hürriyet, müştâka su, canlara cânân olan ey!..

Doğ içimize, kuşat bizi Efendim; gir kalbimize yaşat bizi... Güneş ki Efendim, yokluğunda her gün yeniden geliyor üstümüze ve her gün yeniden arıyor senin izini, izinin tozunu, tozunun sözünü, sözünün özünü köhne hayatlarımızda... Milim milim tarıyor karanlıklarını dünyanın şafaktan ta şama değin ve gönül gönül soruyor âşıklarını seherden akşama değin. Akşam ki akşam oluyor, Mi’raçta hoş gelişlerine güller serpen İsa Ruhullah’a açıyor derdini kara rengiyle ağlayıp; ve birlikte bizi ağlaşıyorlar ta fecre kadar. Her seher bir daha, her sabah yeniden başlıyor yolculukları güneşlerin; ve her akşam yeniden ağlayışlar, yokluğunda Efendim... Doğ içimize de; bir damlası olsun bizim gözlerimizde rahmete dönsün ağlayışların ya Resul!... Ve avare âşıklar gibi düşelim yollarına; Varalım kûy–ı dilârâya gönül Hu diyerek / Gidelim kûyuna yârin bir içim su diyerek. Arayalım sonunda izini, izinin tozunu, tozunun...

Sevgili!...

And olsun, bunca tufan, bunca duruşmada... Burada durup burada çürüyecek olsak da... Sevgilerin boynunu giyotinlere düşüren hasretinle... Ağaçtan koparılan yongalar misali kıvranarak... Sana naatlar söyleyecek, tazarrular diyeceğiz...

Sevdiklerin hatırına, gelecek olan gün geldiğinde, bizleri de hatırlar mısın!..


| İskender Pala, Mir'at, Gül Andı, Sayfa: 73-77 |
Garibüzzaman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla