|  | 
                 İbrahim Karagül - CIA ve Mossad da İstemiyor, Öyle mi! İbrahim Karagül 
 
  
 CIA ve Mossad da istemiyor, Öyle mi!
 
 Hükümete karşı çıkmakla devlete savaş açmayı, ülkeyi yıkıma  uğratmayı, milleti birbirine düşürmeyi karıştırdılar. Siyasi muhalefetle  siyasi iç savaşı bir tutar oldular. Kurumların başındakilerine karşı  olmakla o kurumları çökertmeyi, işleyemez hâle getirmeyi birbirinden  ayırt edemez hâle geldiler.
 Örgütsel hiyerarşinin, cemaatsel  bağlılığın, ideolojik körlüğün, kalbi buğz ve nefretle işlenmiş hâlinin  nasıl bir zehirli dil oluşturduğunu ve bunun en başında kendilerine  büyük zararlar vereceğini düşünmez oldular.
 Kullandıkları dilin,  ürettikleri argümanların inandırıcılığının, güvenilirliğinin kalmadığını  bilemez oldular. Sözün gücünü kaybettiler. Bu sözlerle, cümlelerle  savundukları fikirlerin, durdukları pozisyonun, verdikleri mücadelenin  etkisinin olamayacağını, kitlelerin kalbine giremeyeceklerini, sempati  ve güven yerine korku ve endişe saçar hâle geldiklerini, böyle devam  ettikleri müddetçe bir süre sonra insanların onlarla yan yana gelmeye  bile çekineceklerini ölçemez oldular.
Bir siyasi yapıya, iktidara  muhalefet, karşı çıkmak en doğal hak iken, siyasi tercihlerinden  kimsenin sorgulanamaz olduğu bir gerçek iken, tercihin ve karşı olmanın  ötesinde yıkıcı, yıpratıcı, ülkenin ve milletin gelecek umutlarını bile  kendi hesapları için gözden çıkarıcı bir savaş hâlinin siyasi tavırla  hiçbir alâkası olmadığını sorgulayamaz oldular.
Kendilerinden  olmayan herkesi lanetlerken, herkese savaş açarken, hedef alırken kendi  değerlerine taban tabana zıt çevrelerle ortaklıklar kurmak, savaş  koalisyonu oluşturmak, dün nefret ettikleriyle bugün sahte evlilikler  yapmak nasıl bir duruştur?
 Bu duruşun varacağı yer neresidir?
 Bu ortaklıklardan nasıl bir değer, nasıl bir toplum ve Türkiye projesi çıkar?
Nasıl  bir siyasi ya da ideolojik model kurulabilir? Yoksa böyle bir amaç yok  mu? Amaç sadece ateşe daha fazla odun atmak, savaşa daha çok taraftar  bulmak mı? Kendilerinden olmayanları yok etmek için daha fazla cephane  biriktirmek mi?
 BAŞÖRTÜSÜNÜ BİLE İSTİSMAR ETTİNİZ
Öyleyse  bunun sonucu ne olacak? Öyleyse, burada proje, model yoksa söz konusu  ortaklık sadece yıkım ortaklığı mı? Yıkım sonrası kimsenin umurunda  değil mi? Burada intikamdan başka fikir, siyasi amaç ya da değer kalmadı  mı?
 Başörtülü bir kadının mağduriyetini bile istismar edenler,  yıllardır savundukları değerleri nasıl da ayaklar altına aldıklarını ne  zaman anlayacaklar? Bir yıl önce kurduğunuz cümleler, yazdığınız  metinler ne olacak?
 O zaman da mı söylediğiniz her şey yalandı? O zaman da mı hepimiz kandırılmıştık?
Öyleyse  hangi değer kaldı sizi ayakta tutacak? Bu kör kavganın önce sizin  itibarınızı yerle bir ettiğini görmüyor musunuz? Yoksa değer dediğiniz  her şeyi bir iktidar kavgası uğruna bir kenara itip, basit örgüt  hesapları içine mi girdiniz?
Bugüne kadar sizin de savunduğunuz  değerlere sınırsız hakaret edenlerle omuz omuza, kol kola hareket etmeyi  içinize sindirebiliyor musunuz?
Yıkıcı ne kadar kelime varsa  kullanmanın, dil ne kadar eğilebiliyorsa o kadar ölçüyü kaçırmanın,  yarın bu millete, kendi tabanınızın dışındakilere karşı da lazım  olacağını nasıl unutursunuz?
 Bu nasıl bir akıl, nasıl bir zihin, nasıl bir körlük demeden edemiyor insan.
TOPLAMA KAMPLARI MI KURACAKSINIZ O ZAMAN
Bu  koroya katılanların büyük çoğunluğunun çıkar hesapları olduğunu,  kişisel kavgaları olduğunu, çok az kısmının siyasi/ideolojik hesabı  olduğunu görüyoruz.
Medyadan dışlananlar orada, siyasi ömrü  bitenler orada, yıllardır darbe senaryolarında yer alanlar orada, 28  Şubat'çılar orada, adliyede davaları olanlar orada... Say say bitmez..
Ortada  samimi, gerçekten dürüst bir karşı cephe yok. Olmayacak da. Bunlarla  olmaz da. Onlarla yapamazsınız ve yapamayacağınızı göreceksiniz de.
Nasıl  bir resim karesi içine girdiğinizi, bu resmin toplumsal hafızadan kolay  kolay silinemeyeceğini, tehdit ve şantajla zihinleri  formatlayamayacağınızı nasıl olur da anlayamazsınız?
Diyelim  devleti ele geçirdiniz, kurumları denetlediniz, iktidar alanını  yönetiyorsunuz. Bugünkü muhalefet söyleminin iktidar söylemine  dönüştüğünü düşünsenize. Bugün kullanılan dilin bir iktidar dili  olduğunu hayal etsenize. Türkiye toplumu kaç parçaya bölünür. Nasıl bir  kıyım ve parçalanmışlık görüntüsü oluşur?
 O zaman memleketin yarısını toplama kamplarına mı dolduracaksınız?
Sözleşmeli  evlilikler, menfaat-çıkar ortaklıkları, hiçbir zaman yan yana  yürüyemeyecek insanları birlikte yürümeye zorlamalar, beddua seansları,  ömür biçmeler...
TÜRKİYE BİLE FEDA EDİLİR, ÖYLE Mİ!..
İnsan ürküyor, anlamakta zorluk çekiyor. Şu sözlere bir bakın:
 'Ok  yaydan çıktı bir kere. Bu safhadan sonra geri dönüş 'yok olmamız'  anlamına gelir. Onun için tüm imkânlar kullanılarak taarruz tek yoldur.  Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. Seçimlerde % 65 ile bile  gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı  'buyrun siz giyin' diyecek değiliz. Komünist, faşist, Alevi ve CHP'li  farketmez; herkesle ittifak edin.'
 'Hizmetin bekası için gerekirse  Türkiye feda edilir. 5.000 savcı, o kadar hâkim, on binlerce polis ve  asker, şehid olmaya hazır. Kayıplar önemli değil.'
'Bütün bilgiler  her alanda amir, memur, hâkim, savcı, asker, general, vali, müsteşar,  esnaf ve talebe sayı ve özellikleriyle masamızda. Herkesi her an 'hain  ilan ediliriz' endişe ve baskısı altında tutun. Gerekirse zaaflarını  açıklamakla tehdit edin. Hizmetimizi muhafaza için güçlü olandan yana  olmak esas düsturumuz olmalı. Türkiye'deki mücadelede ABD'nin yanında  yer alırsak güçlü çıkarız.'
Bunlar ne demek? 'MOSSAD ve CIA'nin de Erdoğan'ı istemediğini' vurgulamak ne demek?
Yüksek yargı üyesi hâkim ve savcılara böyle talimatlar veriliyorsa, evlerde sadece beddua seansları mı yapılıyordur?
Bir kez, sadece bir kez dönüp kendinize de bir cümle kurun, tek bir soru sorun. Bu yetecek...
 Kendi resminizi ortaya çıkaracak...
Herkese zarar verebilirsiniz. Ama gün gelecek en büyük zararı kendinize verdiğinizi göreceksiniz...
 Kaynak
 
 Yeni Şafak 17.02.2014
     |