|
Başkanlık sistemi konusunda teorik ve pratik açılardan derinlemesine analizde bulunayım da konu daha da vuzuha kavuşsun.
Önce teoriden başlayayım. Demokrasi teorisine uygun olan yönetim sistemi başkanlık sistemidir, parlamenter sistem değil. Çünkü demokraside kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır; üç kuvvetin (yasama, yürütme ve yargı) birbirinden ayrı olarak çalışması öngörülür. Başkanlık sisteminde sert kuvvetler ayrımı geçerlidir. Yasama ayrı seçilir, yürütme de ayrı seçilir. Parlamenter sistemde ise gevşek kuvvetler ayrımı geçerlidir. Yürütmeyi belirleme anlamında sadece yasama seçimi yapılır, yasama seçimini kazanan siyasi parti ya da siyasi partiler yürütmeye de hâkim olurlar. Bu da parlamenter sistemde kuvvetler ayrımı ilkesinin sözde kalması, özde ise kuvvetlerin, en azından iki kuvvetin (yasama ve yürürtme) birliği sonucunu doğrur. Buna herkesin bildiği sır da denilebilir.
Bu tespitler bağlamında teorik olarak başkanlık sisteminden yana değil de parlamenter sistemden yana olanlar kendilerine demokratım demesinler. Elbettte ki ben de Müslüman demokrat bir kişi olarak başkanlık sisteminin uygulanmasını; yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin üçünün de ayrı ayrı genel seçimlerle belirlenmesini isterim. Üç kuvvetin (yasama, yürütme ve yargı) tamamen birbirinden ayrı olmasını, bu üç kuvvetin özgür medya tarafından denetlenmesini ve her 4 yılda ya da 5 yılda bir yeniden halk önüne gelip, halk tarafından denetlenip yenilenmesini isterim.
Yani teoride başkanlık sisteminden yanayım. Zaten demokrat bir insanın aksini savunarak teoride parlamenter sistemden yana olması yani sert kuvvetler ayrımını değil de gevşek kuvvetler ayrımını savunması mümkün değildir.
Şimdi, Türkiye'de başkanlık sistemine pratikte niçin karşı çıktığımı ve halk oylamasına götürülürse ve oy kullanmam nasip olursa başkanlık sistemine inşaallah hayır oyu kullanacağımın gerekçelerini açıklayayım.
Öncelikle Türkiye'de yenilerde yaşadığımız bir olayı burada gündeme getirerek başkanlık sistemine pratikte karşı çıkmakla ne kadar haklı olduğumu kanıtlayayım. 3 Eylül 2015 tarihine dönelim. Türkiye'de 3 Eylül 2015 tarihinde ne yapılacaktı? Anayasa gereği seçim hükümetinin üyesi olan dışarıdan atanmış bakanlar TBMM'de yemin edeceklerdi. Peki ne oldu? TBMM'de o gün neler yaşandı hatırlayalım. TBMM'de çoğunlukta olan; CHP, MHP ve HDP, anayasa gereği yemin etmeleri gereken ve güven oylamasına tâbi olmayan bakanların yemin etmelerini engellemek için anayasayı ayaklarının altına aldılar ve çiğnediler çiğnediler. TBMM'de genel kurulda yapılan üçüncü ve son oylamada AK Partili milletvekillerinin oylarıyla seçim hükümetinin dışarıdan atanan bakanlarının yemin etmelerine karar verildi ve; CHP, MHP ve HDP'nin anayasayı çiğneye çiğneye yaptıkları direniş kırılarak seçim hükümetinde görevli olan dışarıdan atanmış bakanlar TBMM'de yemin edebildiler.
Bu ülkeye mi, böyle rezil bir muhalefetin bulunduğu, Türkiye'nin ve Dünya'nın gözünün içine baka baka ülkesinin anayasasını ayaklarının altına alıp çiğneyen böyle rezil bir muhalefetin bulunduğu bir ülkeye mi başkanlık sistemi getirilecek?! TBMM çoğunluğunu eline geçirdiği zaman anayasayı hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde alenen çiğneyebilecek kadar rezil ve gözü dönmüş bir muhalefet var Türkiye'de.
Türkiye'deki muhalefet göz göre göre anayasayı çiğneyecek kadar gözü dönmüş bir muhalefet. Bu gözü dönmüş muhalefet mi başkanlık sistemine geçersek ve TBMM'de çoğunluğu elde ettiğinde ülkenin başkanıyla uyumlu bir biçimde çalışacak?! Başkanlık sisteminin Türkiye'nin şartlarına uymadığını -en azından mevcut siyasi ortamda ve koşullarda- biliyorum da karşı çıkıyorum.
Bir de bu iki sistemin işlerliklerine bakalım...
Parlamenter sistemdeyiz ve 1 Kasım 2015 tarihinde bir genel seçim yaptık. Bu seçimin sonuçlarını iredeleyelim. AK Parti, 1 Kasım 2015 Genel Seçiminde % 50 oyla 317 milletvekili çıkartarak tek başına iktidara geldi ve güzel ülkemizde yeniden güven ve istikrar hâkim oldu. 1 Kasım 2015 Genel Seçimiyle Türkiye'de yönetimsel istikrarın nasıl sağlandığını şöyle tespit edelim: 2019 Genel Seçimine kadar AK Parti, istediği yasaları TBMM'den geçirtebilir mi? Evet, çünkü AK Parti, salt çoğunluk olan 276 milletvekilinden 41 milletvekili fazlasıyla 317 milletvekiline sahip. Yani Türkiye'de 4 yıl boyunca yasa yapma sorunu yok! Peki bütçe konusuna gelelim... AK Parti, Türkiye'nin; 2016, 2017, 2018 ve 2019 yılı bütçelerini istediği gibi belirleyip, TBMM'den rahatlıkla geçirtebilir mi? Evet, AK Parti, 317 milletvekiliyle bunu da rahatlıkla yapabilecek güce sahip. Yani Türkiye'de yürütmenin 4 yıl boyunca Türkiye bütçesini istediği gibi belirleme ve belirlediği Türkiye bütçesini TBMM'den geçirme sorunu da yok! AK Parti, mis gibi tek başlı parlamenter sistemde Türkiye'yi 4 yıl boyunca istediği gibi rahat rahat yönetecek imkânlara sahip.
Peki yönetim işlerliği anlamında mevcut parlamenter sistemimizden niçin şikâyet ediliyor? İki nedenle: 1- Mevcut parlamenter sistemimiz, seçim sistemi nedeniyle bazen koalisyonlara yol açabiliyor, koalisyonlar da istikrarsızlığa ve yönetim verimsizliğine neden olabiliyor. 2- Mevcut parlamenter sistemimizde cumhurbaşkanları ile başbakanlar arasında yönetim krizleri çıkabiliyor.
Bu iki meseleyi de hemen çözüvereyim: 1- 2 turlu dar bölgeli barajsız seçim sistemine geçilir, seçim barajları sıfırlanır, siyasi partiler arasında seçim ittifakları serbest bırakılır ve böylelikle ilk turda küçük siyasi partiler de milletvekili çıkartabilerek TBMM'de temsil edilirler. Seçimin iki turlu yapılması sayesinde ise büyük ihtimalle tek parti iktidarı çıkması sağlanır ve böylelikle bu seçim sistemiyle hem yönetimde istikrar hem de temsilde adalet olabildiği ölçüde bağdaştırılmış olur. 2- Cumhurbaşkanının yetkileri pür parlamenter sisteme uygun bir biçimde düzenlenerek kısıtlanır ve cumhurbaşkanlığı sembolik temsil makamı hâline getirilir. Böylelikle cumhurbaşkanları ile başbakanlar arasında yönetim krizleri çıkması engellenir.
İşte bu kadar basit. Mis gibi tek başlı parlamenter sistemimizi daha stabil hâle getirerek daha istikrarlı ve daha güvenli bir yapıya kavuşturarak yönetim sistemi sorunumuzu çözmemiz işte bu kadar basit.
Türkiye'de başkanlık sistemi geçerli olsaydı ne olacaktı bir de onu inceleyelim. Varsayalımki 10 Ağustos 2014 tarihinde başkanlık sistemine geçtik, ilk başkanlık seçimini yaptık ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin ilk başkanı seçildi. Sonra da 7 Haziran 2015 tarihinde de milletvekilliği genel seçimini yaptık ve başkanın partisi olan AK Parti, 258 milletvekiline sahip oldu ve muhalefet partileri olan; CHP, MHP ve HDP, TBMM'de çoğunluğu elde ettiler.
Bu durumda ne olacak? Başkan Erdoğan, Türkiye'nin yönetimi için gerekli gördüğü yasaları TBMM'den geçirtebilecek güce sahip mi? Hayır, değil! Başkan Erdoğan, partisi olan AK Parti, salt çoğunluk olan 276'dan daha az sayıda olarak 258 milletvekiline sahip olduğu için 2019 Genel Seçimine kadar gerekli gördüğü yasaların TBMM'den çıkmasını kendi partisinin millletvekillerinin dışında kalan milletvekillerinden destek bulmadıkça sağlayamaz. Bütçe meselesine gelelim... Başkan Erdoğan, Türkiye bütçesini TBMM'den geçirtebilecek güce sahip mi? Hayır, değil! Başkan Erdoğan; 2016, 2017, 2018 ve 2019 yılı Türkiye bütçelerini TBMM'den çıkartabilmek için kendi partisinin millletvekillerinin dışında kalan milletvekillerinden destek almak zorunda. Böyle bir durumda, Prof. Dr. Burhan Kuzu'nun 'zavallı Obama' diyerek yaptığı isabetli tabirin aynısı Başkan Erdoğan'ın da başına gelmiş olurdu. Şimdi başkanlık sisteminde olsaydık, Başkan Erdoğan, TBMM'den yasa çıkartamayan, istediği bütçeyi geçirtemeyen 'zavallı Erdoğan' olurdu Allah korusun.
AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, teorik olarak başkanlık sisteminden yanalar mı? Meselenin önemli bir boyutu da bu. Ben teorik olarak başkanlık sisteminden yanayım, bunu da açıkça dile getiriyorum; ama AK Parti'nin ve Erdoğan'ın teoride başkanlık sisteminden yana olup olmadıklarından emin değilim.
AK Parti ve Erdoğan, 'başkanlık sistemine geçelim; yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerini tamamen birbirinden ayıralım, yürütme yani başkan ve ekibi sadece kendi işine yani yürütme faaliyetlerine baksın, yasama faaliyetlerine hiç karışmasın, yasa yapmayı, bütçe yapmayı yasamaya yani TBMM'ye bıraksın, TBMM de sadece yasama faaliyetlerine, yasa yapmaya, bütçe çıkarmaya baksın, yürütmenin faaliyetlerine hiç karışmasın' diyorlar mı?
Ben, böyle olsun, doğrusu da budur diyorum; fakat Türkiye şartlarında pratikte bunun uygulanmasının -en azından günümüzde- faydadan çok zarar getireceğini bildiğim için karşı çıkıyorum.
Başkanlık sistemi; altyapı ve üstyapı sorunlarını büyük ölçüde çözmüş, siyasi sistemde merkezin sağında ve merkezin solunda merkeze yakın iki büyük siyasi partinin bulunduğu, iktidarın bu iki büyük siyasi parti arasında el değiştirdiği ve toplumsal kutuplaşmanın düşük seviyede olduğu gelişmiş ülke yönetim modelidir. Türkiye böyle bir seviyeye ulaştığı zaman başkanlık sistemine geçebilir; ama şimdi değil!
Hukukun üstünlüğünü sağlamış bir hukuk devleti olursun, devleti hukukla çepeçevre sararsın, anayasaya hukukun kesin üstünlüğünü değişmez madde olarak koyarsın ve pratikte bunu uygularsın, kişi başına düşen millî geliri de en az 30.000 dolar seviyesine yükseltirsin, ülkendeki siyasi yapıyı merkezin sağında ve merkezin solunda olmak üzere merkeze yakın iki büyük siyasi partide konsolide edersin, ülkendeki siyasi kutuplaşmayı da olabildiğince düşük seviyeye indirirsin ve böyle bir ülke yani gelişmiş ülke olmayı başardığın zaman da çift başlı başkanlık sistemine geçersin; ama şimdi değil!
Konu Cihannur tarafından (11-14-2015 Saat 18:09 ) değiştirilmiştir..
|