Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07-12-2016, 16:12   #10
Kullanıcı Adı
Cihandar
Standart
Melikşah

Melikşah Büyük Selçuklu Devleti hükümdârı. Babası Sultan Alparslan?dır. 1055?te doğdu. Büyük Selçuklu Devletinin topraklarını en geniş hâle getirdiği için kendisi, ?Ebu?l-Feth? (fetihlerin babası veya pek çok fetih yapan) lakabıyla anıldı. Sâhip olduğu bâzı üstün husûsiyetler sebebiyle, özel bir eğitim ve öğretim gösterilerek yetiştirildi. 1064-1065 Gürcistan Seferinde bulundu. Böylece küçük yaştan îtibâren devlet idâresi ve orduyu sevk etme husûsunda tecrübe kazandı.

Kendisinden büyük erkek kardeşleri olmasına rağmen cesâreti, idârecilik vasfı gibi meziyetleri, Sultan Alparslan tarafından veliaht seçilmesinde rol oynadı. Hânedânın kurucusu olan Selçuk Beyin mezarını ziyâretten dönüşte, Horasan yakınındaki Radyan?da veliaht îlân edildi. Melikşah?ın veliahtlığı, Halife Kaim bi Emrillah?ın tasdikiyle tamâmen resmiyet kazandı. Veliahtlığı sırasında devletin çeşitli cephelerinde vazife yapan Melikşah, Mâverâünnehir Seferinde şehit olan Sultan Alparslan?ın yerine, Devletin ileri gelenleri tarafından on sekiz yaşında sultan îlân edildi. Melikşah, babasının veziri olan kıymetli devlet adamı Nizamülmülk?ü vazifesinde bıraktı.

Saltanatının ilk yılları, iç karışıklıkları bastırmakla geçti. 1072?de Mâverâünnehir Seferinin intikamını almak isteyen Karahanlı Şemsülmülk Nâsır bin İbrahim, Tirmiz?i yağma etti ve Belh şehrinde kendi adına hutbe okuttu. Diğer taraftan Gazneliler de Çigil-kend?de Selçuklu kumandanı Ayaz?ı esir aldılar.

Bu dış tehlikeler esnâsında, Melikşah?ın amcası olan Kirman Meliki Kavurd?un, Sultan Alparslan zamanında olduğu gibi saltanat iddiasında bulunarak isyan etmesi, bu meselenin tamâmen halledilmesinin zamanının geldiğini iyice belli etti. Devletin parçalanmasına sebebiyet verecek bu hareketin bir an önce çözümlenmesi için harekete geçen Sultan Melikşah, Mayıs 1073?te Kerec?de yapılan meydan muhârebesinde amcası Kavurd?u mağlup ve esir etti. Birkaç gün sonra Kavurd?un ölümüyle devlet içinde âsayiş yeniden temin edildi. Abbasî Halîfesi Kaim bin Kadir (1031-1075) tarafından hâkimiyet alâmetlerinin gönderilmesi ve devlet adamlarının bağlılıklarını arz etmeleriyle Melikşah, sultanlığını iyice kuvvetlendirdi. Halife tarafından Muizzeddin ve Celâlüddevle lakaplarının lâyık görülmesinin yanısıra, o zamana kadar hiç bir hükümdâra verilmeyen ve ?hilâfet makam ve hâkimiyetinin ortağı? mânâsına gelen ?Kâsım emirü?l-mü?minîn? lakabı da verildi.

İçişlerini halleden Sultan Melikşah, Tirmiz?i kurtarmak için harekete geçti. Sefere başladığı sırada Karahanlı Şemsülmülk Nâsır?ın mektubunu aldı ve elçisini kabul ettiyse de kararlı hareketinden vazgeçmedi. Tirmiz?i muhâsaraya başladı. Emir Savtegin?in ikmâl yollarını kesmesi, sultanın başarıya ulaşmasına ve şehrin düşmesine ve Şemsülmülk?ün sulhu kabul etmesine sebep oldu. Şemsülmülk özür dileyerek bir daha düşmanca harekete girişmeyeceğine dâir söz vermesiyle yerinde bırakıldı.

Gaznelilere karşı, Emir Gümüştegin ve Anuştegin?i gönderdi. Ancak Gazneli hükümdârı İbrahim bin Mesud, Melikşah?ın başarılarının artması üzerine itâate mecbûr oldu. Gönderdiği elçilik heyeti ve hediyelerle iyi münasebetler tesis edildi. Sultanın kızı Gevher Hatunun, Gazneli veliahdı Mesud bin İbrahim ile evlendirilmesi, iki devlet arasında çıkması muhtemel anlaşmazlığı önlemiş oldu.

Doğu sınırlarını böylelikle garanti altına alan Sultan Melikşah, kendi zamanında en geniş hâle getirdiği devletinin fetih hareketlerini yapan askerî teşkilatında yeni düzenlemeler yaptı.

Malazgirt Zaferinden sonra, batıya yönelen Selçuklular; buraların fethi için Kutalmışoğulları, Mansur, Süleyman Şah, Alp-ilig, Tutak gibi kıymetli komutanlar vazifelendirmişlerdi. Ayrıca Artuk Bey ve Tutak Bey gibi Türkmen reislerinin harekâtı da Melikşah tarafından desteklendi.

Selçuklular Anadolu?ya doğru harekete geçtikleri sırada, tam bir keşmekeş içinde bulunan bu ülkenin vaziyeti, fetihleri kolaylaştırdı. Baskı altında bulunan Hıristiyan halk, merkezle irtibatını kesen Bizans derebeylerinin baskısıyla her yönden eziliyordu. Ayrıca paralı askerlerden meydana gelen Frank birliklerinin halka yapmadığı zulüm kalmamıştı. Bizans sarayında dönen entrikalar ve kendini kuvvetli hisseden her komutanın imparatorluğunu îlân etmeye kalkışması, Anadolu?yu dağınık bir hâle getirmişti. Bu durum, Anadolu?nun fethine memur olan Selçuklu komutanlarının işine oldukça kolaylık sağladı.

Böylelikle Selçuklu akıncılarının Anadolu?yu fetih hareketi, Bizans başşehrinin karşısına, yâni Boğaziçi?ne kadar dayandı. Güneybatıda ise Milet?e kadar uzandı. Neticede Anadolu?da hareket hâlinde Bizans askerî gücü kalmadı. Hattâ general Botaniates?in Türkmen askerinin ve Selçukluların himâyesinde Bizans tahtına oturması da Anadolu?da Türk gücünün tamâmen yerleştiğini gösteriyordu. Anadolu?nun fethine memur Süleyman Şâh, İznik?i de ele geçirerek Boğaziçi?ni kontrol altına aldı. Bu fetih, batıda büyük bir heyecan doğurdu. Hattâ Avrupalılar Çin?e elçilik heyeti göndererek, Selçukluların doğudan tazyik edilmesini bile istediler. Ancak bu müracaatları neticesiz kaldı.

1084?te Selçuklu kuvvetleri Fahrüddevle Muhammed bin Cüheyr?in komutasında Diyarbekir bölgesinin fethi için harekete geçtiler. Fahrüddevle yanında Artuk Bey olduğu halde uzun bir muhasaradan sonra 4 Mayıs 1085?te şehre girdiler. Diyarbekir?in düşmesiyle Mervânîler Devleti ortadan kalktı. Ayrıca bölgede bulunan bozuk îtikatlı Karmatîlerin nüfûzuna son verildi.

Musul?un fethine memur edilen Aksungur ve diğer büyük Türkmen emirleri şehre harpsiz girdiler. Fethi müteakip Musul?a gelen Melikşah, büyük bir merâsimle karşılandı. Ancak Belh?te çıkan bir isyanı bastırmak üzere geriye döndü ve liyakatini ispat eden Şerefüddevle?ye Musul emirliğini verdi.

Sultan Alparslan (1063-1072) zamanından beri Suriye ve daha güneylere doğru seferlerine devâm eden meşhur Selçuklu kumandanlarından Atsız, Melikşah zamanında da seferlerine devam etti. Uzun süre muhâsara ettiği Dımaşk (Şam) şehrini Mart 1076?da Selçuklu Devletine kattı. Dımaşk?ın alınmasından sonra, câmilerde okunan Şiî-Fatimî ezânının okunmasını yasaklayarak Cumâ hutbesini Halife El-Muktedi (1075-1094) ve Sultan Melikşah adına okuttu. Daha sonra Selçuklu Devletinin temel politikası olan Şiî-Fâtımî Devletinin ortadan kaldırılmasına uygun olarak, Mısır?a doğru sefere devam etti. Fakat bu hareket Fâtimîlerin şiddetli mukâvemeti sonucu başarısız kaldı. Başarısızlık, Atsız?ın Suriye emirliğinden alınmasına sebep oldu. Emirliğe getirilen Melikşah?ın kardeşi Tâcüddevle Tutuş ile Antakya?ya gelen Süleyman Şahın arasının açılması, burada bir buhranın doğmasına yol açtı. Süleyman Şâh Halep?e doğru harekete geçmiş ve muhâsara neticesi dış kaleyi ele geçirmişti. Ancak Melikşah?ın yaklaştığı haberi muhasarayı kaldırmasına sebep oldu. Süleyman Şâhın ölmesiyle Tutuş, Halep?i muhâsara etti. Melikşah?ın meşhur Selçuklu Kumandanları yanında olduğu halde Suriye?ye gelmesiyle çekildi. Melikşah, bölgede âsayişi yeniden tesis etti. Akdeniz kıyısına kadar gelen sultan Melikşah, dönüşte hilafet merkezi olan Bağdat?ı ziyâret etti. Halife El-Muktedi tarafından iki kılıç kuşatıldı. Suriye bölgesinde âsâyiş yeniden tesis edildi.

Sultan Alparslan zamanında hâkimiyet altına alınan Kafkasya, Melikşah?ın tahta geçmesinden kısa bir süre sonra karışıklıklara sahne oldu. 1078-79?da Kafkasya Seferine çıkan Sultan Melikşah, bölgeyi tamâmen hâkimiyeti altına aldı. Buradaki Hıristiyan halkın mükellefiyetlerini azaltarak, devlete bağlılıklarını arttırdı. Bölgenin idâresini de Kutbeddin İsmail?e verdi.

Doğuya yaptığı seferlerle de Mâveraünnehir bölgesini Selçuklu topraklarına kattı. Semerkand Hanı Ahmed bin Hizr?in halka zulmetmesi ve devrin âlimlerinin bu durumu düzeltmesini istemeleri, üzerine çıktığı sefer neticesinde Buhara, Semerkand, Kaşgar gibi mühim şehirleri ele geçirdi.

Anadolu?dan Asya içlerine kadar genişleyen Selçuklu Devletinin esas gâyelerinden birisi de Mekke ve Medine şehirlerini alıp burada hutbenin hilâfet makamı adına okunması ve bir Şiî devleti olan Fâtimîlerin yıkılmasıydı. Hicaz bölgesinin alınması ve hutbenin hâlife adına okunması, halledilmesi mühim meselelerden biriydi. Meselenin halli için, emirlerden Tutuş, Aksungur Bozan ve Gevherayin vazifelendirildi. Gevherayin?in kumandasında yola çıkan ve Törsek, Çubuk Yarınkuş gibi emirlerin de içinde bulunduğu muazzam kuvvetler, Hicaz?dan başka Yemen ve Aden?in de Selçuklu Devletine katılmasını tamamladılar.

Sultan Melikşah?ın üzerinde ciddiyetle durduğu meselelerden birisi de Hasan Sabbâh?ın Bâtınî faaliyetleriydi. Hasan Sabbâh, Sultan Alparslan?ın hâcibliğine kadar yükselmiş fakat onun ölümünden sonra Nizamülmülk?le arasının açılması üzerine Mısır?a kaçmıştı. Burada sapık İsmailiye fırkasının yolunu tuttu. Rey?e döndükten sonra kandırdığı câhilleri etrâfına toplayarak eşkıyalığa başladı. Sonradan Doğu İsmailiye Devleti olarak anılacak devletin temellerini attı. İlk olarak Taberistan?da sapık propagandasına başladı. Sünnîlik aleyhindeki çalışmaları, bilhassa Nizâmülmülk tarafından dikkatle tâkip ediliyordu. Taraftarlarıyla, Alamut Kalesini ele geçirmesi ciddî tedbirler alınmasına yol açtı. Üzerine Emir Yoruntaş gönderildi ve yola getirilmesi istendi. Ancak, Yoruntaş?ın âni olarak vefâtı Bâtınî propagandasının artmasına yol açtı. İkinci bir harekâtın başladığı sırada Sultan Melikşah?ın vefâtı (1092), seferi yarıda bıraktı.

Melikşah, bir insanın en verimli olabileceği bir yaşta, otuz sekiz yaşında vefât etti. Yirmi senelik saltanatı esnasında devleti Kaşgar?dan Batı Anadolu?ya, Kafkasya?dan Yemen?e kadar genişletti. Bağdat?ta vefât eden Sultan?ın nâşı İsfahan?a nakledilerek kendisi için yaptırdığı medresedeki türbesine defnedildi. Orta boylu, geniş omuzlu ve güzel yüzlüydü. Büyük bir devletin hükümdarı olmasına rağmen yumuşak tabiatlı bir zât idi. Sarayında dâimâ devrin âlimleriyle sohbet ederek onların kıymetli fikirlerini alırdı. Her cins silahı mükemmel kullanır ve iyi ata binerdi.

Sultan Melikşâh?ın sâhip olduğu unvanlara, kendisinden önce hiçbir sultan kavuşamamıştı. Yaptığı fetihlerde hiç mağlup olmadığı için ?Ebü?l-feth?; sâhip olduğu ülkelerin genişliğini belirtmek için ?Es-Sultânü?l-âzam, Sultânü?l- âlem, Şehinşâh-i âzam?; emrindekilere ve halkına âdil davranışından dolayı ?Es-Sultânü?l-âdil? gibi lakapları dâimâ ismiyle beraber söylenmiştir. Nizâmülmülk, onun hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyordu:

?Melikşah, Alp-Er-Tunga neslinden olup dindâr, âlimlere hürmet, zâhidlere iyilik, fakirlere şefkat ve halka adâlet gibi dünyada kimsenin hâiz olmadığı yüksek vasıflara sâhip bir cihân hâkimidir.?

Devrinde bütün Selçuklu ülkelerini îmar ettirmiş, halkı refaha kavuşturmuştur. Tertip ettirdiği takvim, Takvim-i Celâlî ismiyle bilinmektedir. Melikşah, yarım milyondan fazla askeri olan bir orduya, mükemmelen idâre edebilecek askerî bir dehâya da sâhipti. Melikşah?ın, veziri Nizâmülmülk ile tesis ettiği, idârî, askerî, toprak sistemi ve teşkilâtı, devrindeki ve sonraki Türk-İslâm devletlerinde de tatbik edildi.

Mesud (Gazneli)

Gazne Sultanlarından. Sultan Gazneli Mahmud?un oğlu olup, 998?de Gazne?de doğdu. Gazneli Mahmud?un büyük oğlu olduğundan, veliaht tâyin edildi. İyi bir eğitim ve öğretim gördü. Devlet idâresinde tecrübe sâhibi olması için, 1017?de Herat Vâliliğine tâyin edildi. Sultan oluncaya kadar vâliliklerde bulunup, seferlere katıldı. 1030?da Rey Vâlisiyken, Şiî-Büveyhîlerden Hemedan ve İsfahan?ı aldı. Bu seferde babası vefât edince, kardeşi Celâlü?d-Devle Muhammed?in tahta çıktığını öğrendi. Gazne?ye dönüp, adına hutbe okutarak, Ekim 1030?da sultan îlân edildi.

Babası devrinde başlayan Hindistan seferlerini devâm ettirdi. Hindistan?daki Gazneli hâkimiyetini kuvvetlendirdi. Gazneli topraklarına girmek isteyen Mâverâünnehir?deki Selçuklularla mücâdele etti. 1035?te Nesâ, Ferâva ve Dihistân vilâyetlerini Selçuklulara yurt olarak verdi. 1039?da Horasan Seferine çıktı. Selçukluları kesin bir mağlûbiyete uğratmak için, 23 Mayıs 1040?ta Dandanakan Meydan Muhârebesini yaptıysa da yenildi. Sultan Mes?ûd, Dandanakan?da cesâretle muhârebe etmesine rağmen, kumandanları ihânet ederek, kendisini terk etti. Vakit kazanıp, durumunu tekrar düzeltmek için Hindistan?a çekildi. Köleleri isyân ederek, hazînesini yağmalayıp sonra hapsettiler. 28 Ocak 1041 târihinde de öldürdüler.

Gazneliler Devletine on yıl hükümdarlık yapan Sultan Ebû Saîd Mes?ûd, iyi bir devlet adamı ve kumandandı. Âlimleri ve sanatkârları himâye edip, onlara çok yardımda bulunurdu. Sarayına ilim adamlarını toplayıp, meclislerine iştirâk ederdi. Gazne şehrini, sanat değeri yüksek eserlerle süsledi. Gazne?de yaptırdığı Yeni Saray ve tahtı, devrin muhteşem eserlerindendir.

Mete

Büyük Hun İmparatorluğu hâkanı. Orta Asya?da yaşayan Hunların, bilinen ilk Yabgusu Tuman?ın (Teoman) oğludur. Mîlâddan önce üçüncü yüzyılın ortalarında doğdu. Çocukluğundan itibâren iyi bir komutan ve savaşçı olarak yetiştirildi. Adı sonradan konuldu. Adı, Çin kaynaklarında yazıldığı gibi olup, Çin dil bilimcileri (sinologlar), ?Motun, Maoton, Modok, Mado, Mode, Mete? olarak okumuşlardır. Umûmî Türk târihi bilginleri; bu bakımdan adının; Çinlilerin Türkçe adları kaydetmek usûlünden, ?Batur, Bağatur, Bahadır? olması gerektiği îzâhatını yaparlar.

Mete, Tuman Yabgu?nun büyük oğlu olduğu için, Hun veliahtı idi. Ancak, Mete?nin üvey annesi, kendi oğlunu Hun hükümdârı yapmak için Tuman Yabgu?yu kandırdı. O çağlarda Orta Asya?da güçlü kavimler, karşılıklı olarak birbirlerine, zayıf kavimler de güçlü kavimlere rehineler gönderirlerdi. Bu bir nevi saldırmazlık antlaşmasıydı. Tuman da oğlu Mete?yi batı komşusu Yüeçiler?e rehine olarak gönderdi. Sonra misilleme yoluyla oğlunun Yüeçiler tarafından öldürülmesi düşüncesiyle, âniden bu güçlü komşularına savaş îlân etti. Fakat, Mete, Yüeçilerin elinden kurtulmayı ve babasının yanına dönmeyi başardı. Tuman, ona on bin kişilik bir birlik verdi. Mete, demir disiplin altında eğittiği bu tümene, bir sürek avı sırasında babasını öldürterek tahta geçti (M.Ö. 209).

Mete, kendisine râkip olabilecek kişilerden kurtulduktan ve devlet içerisinde âsâyişi sağladıktan sonra, tahta çıkış törenini icrâ ettirerek ?Şanyu? unvânını aldı. Hun tahtına genç ve tecrübesiz bir hakanın çıktığını gören Moğol Tung-hu?lar, bu fırsattan istifâde etmek istediler. Mete?den, önce hızlı koşan atını ve sonra da hanımlarından birini istediler. Mete, devlet adamlarının karşı çıkmasına rağmen, bu istekleri yerine getirdi. Tung-hu hükümdârı, bu defâ da iki devlet arasında boş bulunan toprak parçasının kendisine verilmesini istedi. Mete, bu talebi de Devlet Meclisinde müşâhede ettirdi. Bâzı üyeler, at ve kadın verilmişken böyle bir toprak parçasının önemi olmayacağını söyleyerek, vermeye râzı oldular. Fakat Mete, toprağın devletin esâsı olduğunu, topraksız devlet olamayacağını söyleyerek, verelim, diyenlerin başlarını vurdurdu. Kararlı bir şekilde ordusunu alarak doğuya doğru sefere çıktı. Tung-hu?ları müthiş bir yenilgiye uğrattı. Reislerini öldürdü. Moğol Tung-hu?ların bir daha kendilerine gelemediği bu zaferden sonra, Hun sınırları doğuda Moğolistan?ın doğusuna kadar genişledi.

Mete, ikinci seferini, Hunluları iktisâdî yönden güçlendirmek için; Doğu?yu Batı?ya bağlayan İpek Yolu?nu elde etme gâyesiyle Yüeçiler üzerine yaptı ve onları yendi. Hâkimiyetini kuvvetlendirmek için Türk kabîlelerini tek bayrak altında birleştirmeye teşebbüs edip, muvaffak oldu.

M.Ö. 201?de Hun Devletini iyice kuvvetlendirince, üç yüz bin atlı ile Doğu komşusu Çin?e sefer açtı. Çin İmparatorunu Bağ Teng Dağında kuşattı. Atları, Türklerin dört renk, dört yön usûlünce cepheye alıp; yağızları (kara) kuzeye, doruları (al, kırmızı) güneye, bozları batıya, kırları doğuya yerleştirdi. Çinliler, sayıca Hunlardan çok fazla olduklarından kesin netice alınamadı. Hâtununun ?Çin alınamaz, alınsa bile idâre edilemez? sözü üzerine, diplomatik münâsebetlerde bulundu. Çin İmparatoru ile anlaşıp, kuşatmayı kaldırdı. M.Ö. 198 yılındaki Türk-Çin Antlaşması süresiz olup, Çin Seddi hudut kesilerek, Çin haraca bağlandı. Mete, düşmanları olan Moğollar ile Çinlileri mağlup ederek, hudutları emniyet altına aldıktan sonra, Türkleri iktisâdî yönden güçlendirmek istedi. Türkistan?daki büyük ticâret ve tarım merkezlerine hâkim oldu. Türkleri, siyâsî yönden birleştirip, bir bayrak altında topladı. Hun Devletini teşkilâtlandırdı. Türk ordusunu onlu sisteme göre, onlu, yüzlü, binli, on binli bölümlere ayırarak, onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı, rütbelerinde kumandanlar tâyin etti. Hudutların emniyetini sağlayıp, fetihlerinin yanında devleti de teşkilâtlandırdıktan sonra; Mîlâttan önce 174 yılında öldü. Yerine, Çin kaynaklarında adı ?Ki-yo? olarak bilinen oğlu, Gökhan geçti.

Muhammed Tapar

Büyük Selçuklu Devleti sultanı. Sultan Melikşah?ın oğlu olup, 1082 yılında doğdu. Babasının 1092?de vefâtıyla, Selçuklu sultanı olan ağabeyi Berkyaruk?un yanında yetişti. Sultan Berkyaruk, ona, Gence havâlisinin idâresini verdi. Muhammed Tapar, Gence?ye gelerek Arran?ı da hâkimiyeti altına aldı. Kumandanlarının kışkırtmaları ile ağabeyine karşı zaman zaman isyân etti. Yapılan andlaşmayla Âzerbaycan, Diyar-ı Bekir ve el-Cezîre kendisine verildi. Sultan Berkyaruk?un vefâtından (1104) sonra, Bağdat?a gelerek Selçuklu tahtına geçti (1105).

Muhammed Tapar önce amcasının oğlu Mengü Bars?ın isyânını bastırdı. Daha sonra, ülkede uzun zamandır karışıklık çıkaran, anarşiyi tahrik eden Bâtınîlere karşı mücâdele etti. 1107?de Bâtınîlerin merkezi olan Alamut Kalesi kuşatıldı ve çok sayıda Bâtınî öldürüldü. Birinci Haçlı Seferinden sonra, Haçlı ordularının tam hâkimiyeti altına giren Suriye?de Haçlı devletleri kurulmaya başlanmıştı. Sultan Muhammed Tapar, Haçlılar üzerine ordular gönderdi. Ancak, kumandanlar arasında irtibat sağlanamadığından kesin sonuca gidilemedi. Sefer kumandanı Emir Mevdûd, Şam Câmiinde bir Bâtınî tarafından öldürüldü. Sultan, Haçlılara karşı Aksungur Porsuki?yi kumandanlığa getirdi. Bu arada ikinci bir orduyu yeniden Alamut üzerine gönderdi. Kalenin kuşatıldığı sırada âniden rahatsızlanarak vefât etti (1118). Sultanın beklenmedik ölümü, Haçlılara ve Bâtınîlere karşı açılan savaşların duraklamasına sebep oldu. Ondan sonra Büyük Selçuklu Devleti, dağılmaya yüz tuttu. Sultan Muhammed Tapar, Selçuklu Devletinin son büyük hükümdârı sayılmaktadır. Ebû Şücâ, Gıyâsüddünyâ ved-dîn, Kerîmü Emirü?l-müminîn unvanlarıyla tanınırdı.

Nadir Şah

İran?daki Afşarlılar Hânedanının kurucusu. 22 Ekim 1688?de Kübhân?da doğdu. İmâm Kulu bin Nezr Kulu?nun oğludur. Türklerin Afşar boyundandır. Cesâreti ve yiğitliği dikkati çekerek, etrâfında toplanıldı. 1726?da beş bin kadar askeriyle Sâfevî tahtını ele geçirme mücâdelesi veren İkinci Tahmasb?ın hizmetine girdi. Tahmasb Kulu Han unvânını aldı. Afganlıları, 1727?de İran?dan uzaklaştırdı. Aynı yıl Horasan, Kirman, Sîstân ve Mâzenderân bölgelerinin vâliliğiyle mükâfâtlandırıldı. Vâliliğinde bağımsız bir hükümdâr gibi hareket etti. Adına para bastırdı. İç isyânları bastırdı. 1730?da Âzerbaycan ve Hemedan hareketine katıldı. Osmanlıların Patrona Halil İsyânı ile meşgul bulundukları sırada fırsattan istifâde ile bu devletin hudûdunda bâzı muvaffakiyetler kazandı.

Birinci Mahmûd Hanın Osmanlı Sultanı olmasıyla, İran hudûdu emniyete alındı. 1732?de, Osmanlı-Safevî Antlaşmasıyla Nâdir Han, İran?ın batısından çekildi. Sâfevî İkinci Tahmâsb?ı tahttan indirip, Üçüncü Abbâs?ı geçirdi. 1732?de Şahvekili olunca, Osmanlı-Safevî Antlaşmasını bozdu. Irak?a girdi. 1733?te Osmanlılara yenildi. Bağdat kuşatmasını kaldırdı ve İran?a çekildi. 1734?te Kafkasya Seferine çıktı. Gence?yi kuşattı. Muvaffak olamayıp, Kars?a geldi. Osmanlıların Doğu Seferindeki başkumandanı Köprülüzâde Abdullah Paşaya yenildiyse de, 1735?te Arpaçay Savaşında Türk ordusunu yenerek Gence, Tiflis ve Revan kalelerini ele geçirdi. Osmanlıların Gence Muhâfızı Genç Ali Paşa vâsıtasıyla anlaşma istedi. Bu sırada Rusya Seferine hazırlanan Osmanlılar, anlaşma isteğini kabul etti. Osmanlı Devletiyle anlaşma yaptıktan sonra, İran?da siyâsî nüfûzu daha da artan Nâdir Han, Üçüncü Abbâs?ı tahttan indirerek kendisini şâh îlân etti.

Afşarlı Nâdir Şahın, İran?da hâkimiyet kurmasıyla Şiî Safevî hânedânı son buldu. Hânedânını kurduğunu ve şahlığını arz etmek üzere, İran?daki Osmanlı heyetine, kendi adamlarını da katarak o devirde dünyânın en büyük devleti ve İslâm âleminin liderlik makâmı olan Hilâfet müessesesine sâhip Osmanlı Devletinin merkezi İstanbul?a gönderdi. İran?daki Şiîlerin Sahâbe-i kirâma küfretmelerini önlemek, bozuk inançlarından vazgeçirmek ve onlara ilim yoluyla inançlarının yanlışlığını ispat etmeleri için, Osmanlı Devletinden yardım istedi. Bağdat Vâlisi Eyyûbî Ahmed Paşa Osmanlı âlimlerinden Bağdatlı Ebülberekât Abdullah Süveydî?yi göndererek, Nâdir Şâhın isteğini yerine getirdi. Nâdir Şah, Şiî Mollaları Necef?e çağırttı. Yetmiş kadarı toplandı. Osmanlı âlimlerinden Süveydî ile Efgan müftisi ve altı Buharalı Sünnî âlim de Necef?e geldi. Nâdir Şâh, Süveydî?yi vekil tâyin edip, hak yolun iki tarafça da tasdikini istedi. Şiî Mollalara, Süveydî hazretleri tarafından sıra ile dört halîfenin üstünlükleri, Eshâb-ı kirâmın hepsine hürmet edilmesi lâzım olduğu, gayr-i meşrû yaşama tarzı olan mut?a nikâhının İslâmiyette yasak edildiği ve İran?daki bu çirkin işleri Şâh İsmâil Safevî ile onun yolunda giden çocuklarının çıkardığı ispatlandı. Sünnî âlimlerin, mollaların ve Nâdir Şahın tasdîkinden geçen antlaşma imzâlanıp, Ferman-ı Şâhî îlân edildi. Bu ferman şöyledir:

"Önce Allahü teâlâya sığınırım. Biliniz ki, Şâh İsmâil-i Safevî 1502 yılında ortaya çıktı. Câhil halktan bir kısmını yanında topladı. Bu alçak dünyayı ve nefsinin isteklerini ele geçirmek için, Müslümanlar arasına fitne ve fesat soktu. Eshâb-ı kirâma sövmeyi, Râfızîliği ortaya çıkardı. Böylece Müslümanlar arasına büyük bir düşmanlık soktu. Münâfıklığa ve düşmanlığa sebep oldu. Öyle oldu ki, kâfirler, rahat ve korkusuz yaşıyor. Müslümanlar ise, birbirlerini yiyor. Birbirlerinin kanlarını, nâmuslarını telef ediyor. İşte bunun için Megan Meydanındaki toplantıda; büyük, küçük hepimiz, beni şah yapmak istediğiniz zaman, bu isteğinizi kabûl etmeme karşılık; siz de Şah İsmâil zamânından beri, İran?da yerleşmiş olan bozuk inançlardan ve boş sözlerden vazgeçeceğinizi bildirmiştiniz. Kıymetli dedelerinizin mezhebi olan mübârek âdetlerimiz olan, dört halîfenin hak ve doğru olduğuna kalp ile inanacağınıza ve dil ile de söyleyeceğinize, bunları sövmekten, kötülemekten sakınacağınıza ve dördünü de seveceğinize söz vermiştiniz. İşte bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, seçilmiş âlimlerden, dînine bağlı yüksek zatlardan soruşturdum. Hepsi dedi ki, Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hak yoluna çağırdığı günden beri, Sahâbe-i râşidîn olan dört halîfenin (radıyallahü anhüm) herbiri, dîn-i mübînin yayılması için canlarını ve mallarını fedâ ettiler ve bu uğurda, çoluk çocuklarından amca ve dayılarından ayrıldılar ve her söze, iftirâya, oka katlandılar. Bundan dolayı, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, husûsî sohbetleriyle şereflendiler. Böylece ?Muhâcirlerden ve Ensârdan, ileri olanlar? âyet-i kerimesiyle medh ve senâya kavuştular. İyilerin efendisi vefât ettikten sonra, ümmetin işlerini gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin sözbirliğiyle, hilâfete, birinci halîfe, mağara arkadaşı Ebû Bekr-i Sıddık radıyallahü anh getirildi. Bundan sonra, halîfenin tâyin ve Eshâb-ı kirâmın kabul etmesiyle hazret-i Ömer Fâruk radıyallahü anh ve ondan sonra, altı kişi arasından ve sözbirliğiyle Zinnûreyn Osman bin Affân radıyallahü anh ve bundan sonra Allah?ın arslanı, arayanların aranılanı, şaşılacak şeylerin hazînesi, emîr-ül-müminîn Ali ibni Ebî Tâlib radıyallahü anh halîfe oldu.

Bu dört halîfeden, herbiri, kendi hilâfetleri zamanında, birbirleriyle uygun her türlü ayrılık lekesinden temiz idi.

Kardeşlik ve birlik üzere idiler. Herbiri, İslâm memleketlerini şirkten ve müşriklerin kininden korudular. Bu dört halîfeden sonra, Müslümanlar îmân ve îtikâdda birlik idi. Her ne kadar, zaman ve asırlar geçmesiyle, İslâm âlimlerinin oruç, hac, zekât ve başka yapılacak işlerde ayrılıkları oldu ise de, inanılacak şeylerde ve Resûlullah?ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O?nun Eshâbını sevmekte ve hepsini hâlis olarak tanımakta hiçbir kusur ve noksan, bozukluk ve gevşeklik olmadı. Şah İsmâil?in ortaya çıkmasına kadar bütün İslâm memleketleri, böyle saf ve temiz idi. Sizler selîm aklınızla ve temiz kalplerinizin irşâdı ile, sonradan çıkarılan Eshâb-ı kirâmı sövmek ve Râfızî olmak yolunu, çok şükür bıraktınız. Dîn-i İslâm sarayının dört temel direği olan dört halîfenin sevgisiyle kalplerinizi süslediniz. Bunun için ben de, bu söz verdiğimiz beş kararımızı, gökler gibi yüksek, karaların ve denizlerin hâkânı, haremeyn-i şerîfeynin hizmetçisi, yeryüzünün ikinci Zülkârneyn?i, büyük İslâm Pâdişâhı, kardeşimiz, Rum memleketlerinin sultanına bildirmeyi söz veriyorum. Bu işi arzumuza uygun olarak bitirelim.

Bu yazdıklarımız, Allahü teâlânın yardımı ile, çabuk meydana çıksın! Şimdi bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, allâme-i ulemâ (Molla Ali Ekber) molla başı ve başka yüksek âlimlerimiz bir tezkire yazdılar. Böylece, bütün şüphe perdelerini yırttılar. İyice anlaşıldı ki, bütün bu Râfızîlik ve bid?atlar ve ayrılıklar, Şâh İsmâil?in çıkardığı fitnelerden doğmuştur. Yoksa ondan önceki zamanların hiçbirinde ve İslâmın başlangıcında, bütün Müslümanların îmânları, düşünceleri tek bir yolda idi. Bunun için, Allahü teâlânın yardımı ile ve O?nun kalplerimize sunması ile, bu şerefli ve yüksek kararı almış bulunuyoruz. İslâmiyetin başlangıcından, tâ Şah İsmâil?in çıkmasına kadar bütün Müslümanlar, Hulefâ-i râşidîni hak bilirlerdi. Bunları sövmekten, kötülemekten çekinirlerdi. Hatîb efendiler ve büyük vâizler, minberlerde ve derslerde, bu halîfelerin iyiliklerini, güzel hallerini, üstünlüklerini söylerlerdi. Mübârek isimlerini söylerken ve yazarlarken radıyallahü anhüm derlerdi. Derin âlim ve üstünlerin özü Mirzâ Muhammed Ali hazretlerine emreyledim ki, bu; ?Fermân-ı hümâyûnumuzu, bütün İran şehirlerine yaysın. Milletim de işitsin ve kabul eylesin! Buna uymamak, karşı gelmek Allahü teâlânın azâbına ve Şâhenşâhın gazâbına sebep olacaktır. Böyle bileler?.

Nâdir Şâh, Afşarlılar Hânedânının hâkimiyetini genişletmek için 1737?de Afganistan?ın Kandehar bölgesine gitti. Kandehar?da Nâdirâbâd şehrini kurdu. 1738?de Hindistan Seferine çıktı. Gazne, Kâbil, Celâlâbâd şehirlerini zabtederek, Peşaver?den Lahor?a girdi. 1739?da Gürgâniyye Devletinin başşehri Dehli?yi aldı. Gürgâniyye Devleti Sultanlığına Muhammed Şâhı getirtti. Hindistan?ın İndüs Nehri kuzeyindeki eyâletler Afşarlılar Hânedanlığına ilhak edilip, hazînesini doldurdu. İran halkı üç yıl vergi dışı bırakıldı. Afşar askerine fazlasıyla ihsânlar dağıtıldı. 1739 yılı sonunda Kabil?e geldi. Âniden Hindistan Seferine geri dönüp, Hind Hükümdârı Hudâ Yar Han Abbâsî?yi esir alıp, 1740 baharında Kâbil?e döndü. 1740 yazında Türkistan?a girdi. Buhara Hanlığı ile Ceyhun Nehri hudut kesildi.

Karışıklıklar üzerine 1741?de Kafkasya Seferine çıktı. Yolda, Mazenderân yakınlarında suikasta uğrayarak, yaralandı. Suikastla alâkalı görülen, Veliahd Rızâ Kulu cezâlandırıldı. Dağıstan?a girdi. Ruslarla münâsebeti gerginleşti. İran?da Afşarlı Hânedânına karşı cephe alındı. İsyanlar başladı. 1743?te Osmanlı hâkimiyetindeki Musul?dan Irak?a girdi. Bağdat?a kadar geldi. Bağdat Vâlisi Eyyûbî Ahmed Paşayla dostça münâsebetler kurup, geri çekildi. 1743?te Kars?a geldi. Kars başkumandanı Yeğen Mehmed Paşanın hastalanıp vefâtıyla, Nâdir Şâh, Kâğâverd?de muvaffakiyet kazandı ise de Osmanlılardan anlaşma istedi. 4 Eylül 1746?da Osmanlı - Afşar Antlaşması imzâlandı. Hudut değişikliği olmadı.

Nâdir Şahın, Sünnîlere tanıdığı haklar, Eshâb-ı kirâma, mübârek makamlara ve âlimlere hürmeti, Râfızîlerin çirkin âdetlerini yasaklaması, halkının çoğunluğu Şiî olan İran?da büyük isyan ve karışıklıkların çıkmasına sebep oldu. Temmuz 1747?de, Sîstân İsyanını bastırmak üzere sefere çıktığında, Fethâbâd civârında âsîler tarafından şehit edildi. Âilesi ve yakınları kılıçtan geçirildi. Hazînesi yağma edildi. Nâdir Şâhın şehit edilmesiyle, İran?da başlattığı ıslahatlar durdu. Çok kan döküldü. Kurduğu Afşarlılar Hânedânı 1795 yılına kadar İran?a hâkim oldu.
Cihandar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla