|
Sultan Sencer
Büyük Selçuklu Sultânı. Melikşah?ın oğludur. Babasının bir seferi sırasında, 1086 yılında Sincar?da doğdu. Küçük yaşından îtibâren ilim öğrenmiş, devlet idâresinde tecrübe kazanmış ve ağabeyi Sultan Berkyaruk?a devlet işlerinde yardımcı olmuştur.
Sencer, gerek ağabeyi Berkyaruk?un, gerekse diğer ağabeyi Muhammed Tapar?ın saltanatları zamânında, devlet hizmetinde bulunarak millî birliğin temini için elinden gelen yardımı yaptı. Doğuda ortaya çıkan isyânları bastırdı. Bu esnâda gösterdiği başarılar sebebiyle Horasan melikliğine tâyin edilen Sencer, taht mücâdeleleri dolayısıyla Selçuklu Devletinin içinde bulunduğu durumdan istifâde ederek, Selçuklu topraklarına saldıran Şarkî Karahanlı Hükümdârı Kadir Hanın saldırılarını bertaraf etti (Haziran 1102). Gazneliler Devletini tâbi duruma soktu. Gazne?de hutbe, sıra ile; halîfe, sultan, sonra Melik Sencer ve nihâyet Gazne sultânı Behramşah adına okundu (1118).
Sencer, ağabeyi Berkyaruk?un vefâtından sonra sultan olan diğer ağabeyi Muhammed Tapar ile de samîmî ve gösterişsiz münâsebetlerini devam ettirdi. O, doğu bölgelerinde siyâsetini icrâ ederken, Sultan Muhammed batı ile ilgileniyordu. Yâni Sultanla müstakbel sultan birbirini tamamlıyorlardı.
Babası Melikşâh?ın siyâsetini tâkip eden Sencer, Horasan?dan îtibâren, devletin doğusunda Selçuklu düzenini yeniden kurdu. Böylece Selçuklu Devleti, doğudan emin olarak batıda mücâdelelerine devâm etti.
Muhammed Tapar?ın ölümü üzerine (18 Nisan 1118), henüz küçük yaşta bulunan oğlu Mahmud, devlet erkânı tarafından, Büyük Selçuklu Devleti tahtına çıkarıldı. Diğer taraftan Sencer de Horasan?da kendisini sultan îlân etti (14 Haziran 1118) ve sultanlığını halîfeye tasdik ettirdi. Sencer?in tek başına Büyük Selçuklu Sultânı olabilmesi için, tahta çıkarılan Mahmud?un bertaraf edilmesi lâzımdı. 14 Ağustos 1119?da Save?de amca-yeğen arasında yapılan savaş, Sencer?in gâlibiyetiyle netîcelenince Sencer, Büyük Selçuklu sultânı oldu. Devletin merkezi, Irak-ı Acem?den Horasan?a nakledildi.
Mahmud?la yapılan anlaşmaya göre, Rey, Sencer?de kalmak üzere, imparatorluğun batı tarafları Mahmud?a verilecekti. Ancak Mahmud, hem sultan unvânını koruyacak, hem de Sencer?e tâbi olacaktı. Böylece Irak Selçukluları Devleti kurulmuş oldu. (Bkz. Irak Selçukluları)
Sencer, 1113?te Semerkant?a, 1114?te Gazne ve Gurlular üzerine sefer yaparak, bölgede hâkimiyetini kurdu. Ayrıca Irak, Âzerbaycan, Taberistan, İran, Sistan, Kirman, Harezm, Afganistan, Kaşgar ve Mâverâünnehir?de hakimiyet kurdu. Uzun zaman saltanat mücâdeleleri geçiren devleti, yeniden tanzim etti. Âdeta, devleti yeniden kuran Sencer, idâreci kadroyu da yeniden tâyin etti. Irak-ı Acem?in yarısı ile Gilân bölgesini Şehzâde Tuğrul?a; Fars eyâletiyle, İsfehan ve Huzistan?ın yarısını ise Selçuk Şâha verdi. Kendisi de Sultan-ül-a?zam unvânını aldı. Diğerleri ona tâbi oldular.
Bu birlik bir müddet böyle devâm etti. Fakat Halife Müsterşît ile bir ittifak kuran Mahmud, amcasına isyân hazırlıklarına başladı. Bunu haber alan Sencer, Mahmud?un üzerine yürüdü. 26 Mayıs 1132?de yapılan Dînever Savaşı, Sencer?in gâlibiyetiyle netîcelendi. Sencer, yanında getirdiği diğer yeğeni (Mahmud?un küçük kardeşi) Tuğrul?u, Irak Selçukluları tahtına çıkardı ve ona bâzı tenbihlerde bulunarak geri döndü.
Daha sonra Karahanlıların isyânını bastıran Sencer, 1136?da Gazneliler ve 1141?de Harezm?in isyânını bastırdı. 1141?de gayrimüslim Karahitayların, Karahanlılara hücûmuna mâni olmak isterken, Semerkant yakınlarındaki Katavan sahrasında Karahitaylara mağlup olması, uzun süren saltanatının dönüm noktası oldu ve onu son derece telâşa düşürdü. Belh?i kaybetti.
Sencer?in bu mağlûbiyeti, gerek Müslüman, gerekse Hıristiyan dünyâsında büyük akisler yaptı. Mağlûbiyeti fırsat bilen Harezmşâh Atsız, Horasan ve Sencer?in pâyitahtı Merv?i istilâ etti ve hazîneleri alıp götürdü. Sencer?in, Harezm?e sefer yapacağını öğrenen Atsız, ona karşı meydan muhârebesi vermeyi göze alamadı, tekrar itâatini arz edince affedilerek hazîneleri iâde etti. Bu uzlaşma, hiçbir şeyi halletmedi ve Sencer, Atsız?ı iknâ etmek üzere meşhûr şâir Edib Sâbir?i elçi gönderdi. Atsız, tertip ettiği bir suikastla Edib Sâbir?i öldürtünce, Sencer, üçüncü defâ Harezm?e sefer yapmaya mecbur oldu (1147). Sencer, pâyitaht kapılarına dayanınca, Atsız af dilemek üzere elçi gönderdi. Sultan yine affetti.
Bu esnâda, Sencer?in kumandanlarından Kumac, bağımsızlık îlân eden Gur Sultânı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz?a yenilmişti. Sultan Sencer, Gurlulara karşı sefer hazırlıkları yaparken, Gurlular, Gaznelilerle savaşa tutuştu. Netîcede Gazneliler, kesin yenilgiye uğradı ve Behramşâh Hindistan?a kaçtı. Gaznelilerin başkenti, Gur hükümdârı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz tarafından yerle bir edildiği sırada, Sultan Sencer de, Gurlulara haddini bildirmek için yola çıkmıştı. Haziran 1152?de yapılan savaşta Gurlular mağlup ve hükümdârları da esir edildi. Gur idâresi, tekrar Alâeddîn Cihansuz?a verildi. Sencer, Katavan sahrasındaki yenilgiden beri, ilk defâ büyük bir zafer kazanmış ve tekrar îtibârını yükseltmişti.
Fakat, bu defa Oğuzlarla, Selçuklu emirleri arasındaki ayrılık büyüdü ve bir kısım emîrlerin ısrârı üzerine, Oğuzlarla Belh vilâyeti içinde savaşa mecbur oldu (Mart ve Nisan 1153). Savaş, Selçuklu ordusunun mağlup olmasıyla sonuçlandı. Sultan esir düştü. Tâbi bulundukları Selçuklu Devletinin büyük sultânını esir alan Oğuzlar, beklemedikleri bu netîceden sonra, birden bire kendilerini devletin başında buldular. Esir Sultan?ı Tahta oturtuyor, gereken saygıyı gösteriyor; fakat gece de demir bir kafese koyuyorlardı. Her ne kadar Sencer, aralarında esir sıfatıyla bulunmuşsa da, kendilerinden birini sultan yapmayarak, esir hükümdârı tahta oturtup saygı göstermeleri; Oğuzların, Büyük Selçuklu Devletini devam ettirmek istediklerini gösteriyordu. Fakat Büyük Sultan, Oğuzların elinde esâret altında hükümdâr olmaktansa, tahtı terk etmeyi tercih etti. Merv hânkâhına kapandı. Yine esâret devâm ediyordu. Üç yıl süren esirlik hayâtında çok sıkıntılar çekti. Kumandanlarından Kumac?ın torunu Mueyyed Ayaba tarafından, Oğuz muhâfızları kandırılarak, Nisan 1156?da kurtarıldı.
Ancak kurtuluşundan bir yıl sonra, 29 Nisan 1157 senesinde vefât ederek, Merv?de kendi yaptırdığı türbesine defnedildi. Vefâtında, 91 yaşındaydı.
Kırk yıl süren saltanatı boyunca Sencer, doğu ve batı olmak üzere iki cepheli bir siyâset tâkip etmiştir. Fakat siyâsetinin ağırlık noktasını hep doğu teşkil etmiştir. Önce batıyı tanzime uğraşan Sencer, burada bir türlü istediğini yapamamıştır. Çünkü hâdiseler onu doğuya çekerken, batı tamâmen ihmâl edilmiştir. En ufak bir bahâneyle hep doğuya hareket eden Sultan?ın, bunda ne kadar haklı olduğunu, Katavan Savaşı ve Oğuz isyânının doğuda patlak vermesi göstermiştir.
Sencer zamânında halk refah içindeydi. Mevcut nizamı bozmak için ortaya çıkan Bâtınîlik ve İsmâilîlik cereyânı, devlet tarafından alınan bütün tedbirlere rağmen, câhiller arasında yayılmaya devâm etmiş, kaleden kaleye sıçrayarak, bir taraftan Sûriye?ye, diğer taraftan devletin belkemiği olan Horasan?a doğru yayılmıştı. Her tarafta bir tedhiş hareketi almış başını gidiyordu. Fakat Sultan, saltanat mücâdeleleri, iç karışıklıklar ve doğudan gelen saldırılar sebebiyle, onlarla yeteri kadar ilgilenemedi.
Sencer devrinin en büyük âlimi, İmâm-ı Gazâlî hazretleridir.
Babası Melikşâh devrinde de bulunmuş olan İmam-ı Gazâlî hazretleriyle Sencer?in münâsebetleri meşhurdur. Ahmed Nâmık-i Câmî ile de münâsebeti olan Sencer, âlim ve şâirleri sarayından eksik etmezdi. Bunun netîcesi olarak, uzun süren saltanatı zamânında Sultanın teveccühüne mazhar olan pek çok âlim, sanatkâr, tabip yetişmiştir. Allah adamlarının yanında bulunmaktan hoşlanan Sultan Sencer, onların nasîhatlerini can kulağıyla dinler, hatâ yaptığında îkâz etmelerini ricâ ederdi. Kim olursa olsun kendisine yapılan şikâyeti sabırla dinler, adâleti yerine getirirdi.
Sultan Sencer?in teşvikleriyle Horasan, bütün İslâm dünyâsına ve bu arada Anadolu?ya devamlı şekilde din ve ilim adamı sevk eden bir merkez olmuştu. Sencer zamânında Selçuklu devlet teşkilâtı da en sağlam hâlini almıştı.
Sencer, daha sağlığında, babası Melikşâh kadar büyük bir hükümdâr sayılmıştır. Ölümünden sonra da kaynaklarda yine Melikşâh ile birlikte, örnek hükümdâr olarak gösterilmiştir.
Hadîs-i şerîf rivâyet edebilecek kadar ileri derecede ilim sâhibi olup, hadis âlimleri arasında sayılmıştır. Farsça şiirler yazdığı da bilinmektedir.
Daha hayattayken Merv?de yaptırdığı türbesi, büyük bir sanat eseri olup, devrinin medeniyeti hakkında fikir vermeye yeter.
Şah Abbas Safevî (I. Abbas)
Safevî şahlarının beşincisi. Muhammed Hüdâbende?nin oğlu olup, 1571?de doğdu. Safevî şahı olan babası Muhammed Hüdâbende?ye, Herat?ta isyan etti. Kazvin?i ele geçirdi. 1587?de Safevî şahı olarak tanındı.
1588 yılı ortalarında Özbek Hanı Abdullah Han, Safevîlere âit Herat?ı zaptedip Meşhed üzerine yürüdü. Şah Abbas, onu durdurmak için Horasan?a hareket edince Osmanlılar, Gence ve Nihavend?i ele geçirdiler. Böylece doğuda Özbek, batıda da Osmanlı kuvvetlerinin tehdidi altında kalan Safevî Devletinde, iç isyanlar da görülmeye başladı. Ülke içindeki emirler, bağımsız hareket ediyor ve isyan hareketlerinde bulunuyorlardı. Şah Abbas, iç isyanları bastırabilmek için, Osmanlılarla anlaşmak istedi. Yapılan görüşmelerden sonra, İran?da hazret-i Peygamberin Eshâbına ve halîfelerine hakâretten vazgeçilmesi, Sünnîlere karşı zulüm ve eziyette bulunulmaması ve tarafların ellerindeki yerlerin aynen muhâfazası şartlarıyla bir antlaşma imzâlandı. Böylece, Azerbaycan?ın bir kısmı, Şirvan, Gürcistan, Karabağ ve Luristan?ın bir bölümü, Osmanlıların elinde kalıyordu.
Osmanlılarla yapılan bu barış antlaşmasından sonra Şah Abbas, İran?da başkaldırmış olan emirlerle mücâdeleye girişti. Devletin merkezî otoritesini kuvvetlendirince, doğuda Mâverâünnehir Seferine çıktı. 1597?de Özbek Sultanı Abdullah Hanı, Herat?ta yendi ve Horasan?dan uzaklaştırdı. Böylece, ülkesini huzura kavuşturdu. Osmanlılara karşı koyabilmek için devlet merkezini Kazvin?den İsfahan?a nakletti. Osmanlıları taklit ederek maaşlı, tüfenkli yeni bir ordu kurdu. Şahsevenler adı verilen bu ordunun kaynağını daha çok Gürcü ve Ermeniler meydana getiriyordu. Bu hazırlıklardan sonra Şah Abbas, 26 Eylül 1603?te, Basra Körfezi?nde Bahreyn Adalarını alıp, batıda Osmanlı topraklarına göz koydu. Safevîlerin, tek başlarına, Osmanlılarla mücâdelesinin imkânsız olduğunu anlayınca, ittifak aradı. Doğudaki Özbekler ve Gürcüler, Tebriz?i âni bir baskınla işgal etti.
Tebriz?deki Osmanlı askeri, iç kaleye çekilip, şehir, Safevîlerin eline geçti. Lala Ali Paşa, sefer dönüşü Tebriz?in kuzeybatısındaki Sofyan mevkiinde Safevî baskınına uğradı. Şah Abbas, 1500 ile 2500 kadar olan az miktardaki Osmanlı kuvvetleri üzerine süvari kıtalarını gönderip, 15.000 kişilik kuvvetiyle, Lala Ali Paşayı yendi. Lala Ali Paşa'nın; esir edilmesine rağmen kahramanca müdafaası, Şah Abbas?ın dikkatini çektiğinden, hayâtını kahramanlığına bağışladı. Nahcivan ve Erivan da Safevî hâkimiyetine geçti.
Osmanlılar, devamlı Avrupa cephesinde harplerle meşgul olduğundan, İran cephesiyle bütünüyle ilgilemediler. 1671?de, Vezir-i âzam Halil Paşa, Erdebîl Seferi denilen İran Seferine çıkınca, 26 Eylül 1618?de Osmanlı-Safevî Antlaşması yapıldı. Şah Birinci Abbas zamânında yapılan bu antlaşmayla; Kars ve Ahıska ile batısı Osmanlılara kalacak; Osmanlı hâkimiyetinde bulunan Dağıstan beylerine taarruz edilmeyecek; esirler iâde edilecek; İran şâhı her yıl Osmanlıya haraç olarak yüz yük ipek kumaş ve diğer kıymetli eşyâlar gönderecekti. Buna rağmen, Şah Abbas, 1624?te Kerbela Haccı bahânesiyle 11/12 Ocak gecesi Bağdat?ı işgâl ettirdi. Bağdat?taki Osmanlı devlet adamları, askerleri, âlimleri ve Müslümanlardan binlercesini insanlık dışı fiillerle katlettirdi. Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i beytin türbelerini tahrip ettiler. Bu katliam ve tahribat üzerine Osmanlılar, Bağdat Seferi hazırlıklarına başladı.
Serdar-ı Ekrem Hâfız Ahmed Paşa, 11 Kasım 1625 târihinde Bağdat?a gelip, Azamiye Kalesini zaptetti. Bağdat, Osmanlı ordusunca kuşatılınca, Şah Abbas, otuz bin kişilik bir imdat ordusuyla bölgeye geldi. Bağdat?ta, Osmanlılarla üç defâ neticesiz muhârebe oldu.
Şah Abbas?tan sonra, Sultan Dördüncü Murad Han (1623-1640) zamânında, bölgedeki üstünlük tekrar Osmanlılara geçti. Sultan Dördüncü Murad Han, 1638?de bizzat Bağdat Seferine çıkınca, şehir, 24 Aralık 1638?de teslim alındı. Bölgede tekrar adâlet tesis edilip, tâmirat ve îmâr faaliyetleri yapıldı.
Zâlimliğiyle ün yapan Birinci Şah Abbas-ı Safevî, kırk üç yıl hükümdarlık yaptıktan sonra, 19 Ocak 1629 târihinde Mazenderan?da öldü. Yerine torunu Sam Mirza, Birinci Şah Safi adıyla Safevî Şahı oldu.
Şah Cihan
Hindistan?da, Bâbürlüler Devleti hükümdarlarından. Cihangir Selim Şahın oğludur. 1592?de Lahor?da doğdu. Sarayda iyi bir tahsil gördü. Şehzâdeliği, önemli devlet hizmetleriyle geçti.
Ağabeyi Hüsrev Han meselesinden dolayı babasına karşı geldi. Askerinin çokluğuna ve babası tarafındaki kumandanların, kalpten kendisine bağlı olmalarına rağmen zafer kazanamadı. O zamanın büyük âlimi İmâm-ı Rabbânî?ye giderek, muvaffak olmasına duâ etmesi için yalvardı. Büyük İmâm (kuddise sirruh) babasına karşı gelmesine mâni olup, nasihat etti:
?Babana git, elini öp, gönlünü al! Yakında vefât edecek, saltanat sana kalacaktır? diye müjde verdi.
Şah Cihan, emirlerini dinledi ve arzusundan vazgeçti. Az zaman sonra, 1637?de, babası vefât edince, Agra?da ?Ebü?l-Muzaffer Şihabüddîn? unvanı ile Bâbürlü tahtına çıktı.
1630 senesinde Nizamşahları itaat altına aldı ve Darur şehrini ele geçirdi. Ertesi sene Devletabad?ı da alarak Nizamşahları ortadan kaldırdı. Şiî Kutubşahlar üzerine yürüyerek, hutbede dört halifeyi zikretmeleri ve vergi ödemeleri şartıyla anlaşma yaptı. Ahmednagar?ı ele geçirdi. Golkonda ve Brezpur gibi Güney Hind Sultanları, Bâbürlü hâkimiyetini tanıdılar. Böylece, devletin otoritesini Hindistan?da tamâmen sağladı.
Bayındırlık işlerine ehemmiyet vererek, tarımın gelişmesini temin etti. İngiliz, Portekiz ve Hollandalılara karşı ülkenin menfaatlerini korudu. Delhi şehrini îmâr etti ve genişletti. Kale, saray, câmi, mescit ve türbeler yaptırdı. Hanımlarından birinin Agra şehrindeki mezarı üstüne yaptırdığı Tac Mahal denilen, sanat değeri çok fazla ve süslü türbe, Türk mîmarlık târihinin önemli eserleri arasındadır.
Şah Cihan, 1657?de hastalanınca, oğulları arasında taht kavgası başladı. Evrengzib Âlemgir Şah adındaki oğlu, kardeşlerine karşı üstünlük sağladı ve babasını tahtından indirerek, 1658 senesi Temmuz ayında, Agra?da sultanlığını îlân etti. Şah Cihan, Agra şehrinde sekiz yıl daha yaşadı. 75 yaşında vefât etti. Tac Mahal?de, eşinin yanında toprağa verildi (1666).
Şah İsmail I
Safevî Devletinin kurucusu. Erdebilli Şeyh Safiyyüddin?in torunudur. Babası Râfizî Şeyh Haydar, annesi Akkoyunlu Uzun Hasan?ın Katerina Despina adlı hanımından olan kızı Halime Begüm?dür.
1487?de doğdu. İsmâil-i Safevî diye de bilinir. Türklerin Hatay kabilesindendir. 1493?te babası Haydar, Şirvan Hükümdârı Sultan Yâkub?un kuvvetleriyle yaptığı muhârebede öldürüldü. İsmâil Safevî ve kardeşleri, dayısı Sultan Yâkub tarafından ölümden kurtarılıp, Şiraz Vâlisi Mansûr Bey Purnak?ın yanına gönderildi. Şiraz Vâlisi, İsmâil Safevî ve kardeşlerini hapsettirdi. Akkoyunlu Rüstem Bey tarafından kurtarılan Şah İsmâil Safevî ve kardeşleri, Erdebil?e gittiler. İsmâil, babası Şeyh Haydar?ın müridleri tarafından saklanarak gizlendi. Geylan, Gaskar, Rast ve Lâhicân?a gidip, gizlice faaliyette bulundu. Babasının müridleri ve dostları, etrafında toplandı.
1500?de harekete geçen İsmâil Safevî, Şirvan?a varıp babasının kâtili olan Ferruh Yesâr?ı katletti ve Şirvan?ı aldı. 1501?de Âzerbaycan?ı ele geçirdi. Akkoyunlulardan Arran ve Diyarbekir Hükümdarı Elvend Beyi, 1502?de mağlup edince Tebriz?e geldi. Tebriz?i merkez yaptı ve merasimle taç giyerek ?Şah? unvanını aldı. Şah İsmâil?in kurduğu devlete ve hanedana, dedesi Safiyeddin Erdebilî?den dolayı Safevîler denildi.
Şah İsmâil, kurduğu devleti, bozuk Râfizî inancıyla teşkilâtlandırıp, yayılma siyâseti tâkip etti. Bütün İslâm ülkelerine halife, mürid ve fedâilerini gönderip, alenî ve gizli Safevî propagandası yaptırdı. 1503?te Irak-ı Acem, Fars ve Kirman?ı, Kâzaran?ı büyük katliam ve tahriple zaptetti. Kâzaran?ı alınca oradaki Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsini kılıçtan geçirdi. Bu katliamları, Osmanlı Devletinin tepkisine sebep oldu. 1504?te Yezd?i alıp, kışın İsfahan?a geldiyse de Osmanlı-Safevî münasebetleri düzelmedi.
1505?te Kazvin?e gelip, Eshâb-ı kirâmdan, büyük mücâhid, Seyfullah lakaplı, Irak Fâtihi Hâlid bin Velid soyundan gelen Hâlidiyyeleri imhâ etti. 1507?de Dulkadirli Alâüddevle Beyi mağlup etti. Erciş, Ahlat ve Bitlis?i ele geçirip, Elbistan?a kadar ilerledi. Diyarbekir Hâkimi Emir Bey, Şah İsmâil?e bağlılığını arz ettiyse de, ekserisi Sünnî olan şehir ahalisi, Safevîler?i kabul etmedi. Diyarbekir, uzun mücâdelelerden sonra, Safevî tahakkümü altına girdi.
1508?de Bağdat?ı aldı. Şehirde büyük tahribat ve katliamlarda bulundu. Başta İmâm-ı A?zam Ebû Hanife hazretlerinin Azamiye?deki türbesini ve Ehl-i Beyt?ten, büyük âlim Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin ve daha pekçok Ehl-i beyt, Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kabir ve türbelerini tahriple, Müslümanları katlettirdi. Bağdat?a vâli tâyin edip, Abbasî halifeliğini küçültmek için ona ?Halifet-ül-hülefâ?, yâni halifelerin halifesi unvanını verdi.
1509?da Bakü?yü zaptetti. Safevîlerin doğusundaki Sünnî Özbekler, Horasan?ı ele geçirince, Özbek Hanı Muhammed Şeybânî Hana haber gönderip, bölgeden çıkmalarını istedi. İsteği kabul edilmedi. 1510?da vukû bulan savaşı Safevîler kazandı. Esir edilen Muhammed Şeybânî Hanın kafasını kestirip, kafatasını şarap kadehi yaptırdı; derisine de saman doldurarak, zafer alâmeti olarak Osmanlı Sultanı Bayezid Hana gönderdi.
1511?de Mâverâünnehir Seferine çıktı. Belh dâhil Mâverâünnehir?deki birkaç şehri antlaşmayla alıp, Irak?a döndü.
Şah İsmâil, bizzat katıldığı seferlerle hâkimiyetini genişletirken, İslâm ülkelerine gönderdiği dâî denilen halifelerine de Safevî ideolojisini propaganda ettirip taraftarlarını çoğaltarak, Râfiziliği yaydırıyordu. Anadolu?daki dâîlerinden Şeytan Kulu da denilen Şah Kulu Baba Tekeli de Güney Anadolu?da faaliyet gösterip, Safevî propagandası yapıyordu. Şah Kulu, on beş bin kişilik silâhlı kuvvet toplayıp Sultan İkinci Bayezid Han (1481-1512) zamânında, 1511?de isyân etti. Konya ve Kütahya civârında pek çok tahribatta bulundu. Üzerine gönderilen kuvvetleri bozdu. Sivas yakınındaki Gedik Hanı mevkiinde, Vezir-i âzam Hadım Ali Paşa tarafından öldürüldü. Taraftarları İran?a sığındı. Şah Kulu?nun taraftarları, yolda kervan soygununa katılınca, Şah İsmâil bunları cezâlandırdı.
1512?de, Emir Ahmed İsfehanî?yi, Mâverâünnehir Seferine gönderdi. Safevî ordusu, Özbeklere yenildi. Özbekler, Horasan?ı tekrar ele geçirdiler. Şah İsmâil, bizzat Horasan?a gidip, bölgeyi tekrar Safevî hâkimiyetine aldı. Safevîler, Osmanlı Devletinin aleyhine Mısır Memlûkları ve Hıristiyan âlemiyle iyi münâsebette bulundular. Sünnî Özbek Hanı Ubeyd Han, babası Muhammed Şeybânî Hanı katledip, kafasını şarap kadehi yapan Şah İsmâil?e karşı Osmanlı Sultanı Selim Handan yardım isteyip, ittifak teklif etti. Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520), bu talep ve teklifle Râfizi meselesini halletmek için, Şah İsmâil?e, ağır ithamlar bulunan arka arkaya üç mektup gönderdiyse de, Şah bunlara hiç cevap vermedi.
Osmanlılar, 1514?te İran Seferine çıkınca, Sultan Selim Han, İstanbul?dan Doğu Anadolu?ya kadar gelmesine rağmen, Şah İsmâil meydana çıkmadı. Şah İsmâil?e gönderilen son mektupta, Sultan Selim Han, Safevî Şahı için ağır ifâdeler kullanınca, Çaldıran Meydan Muhârebesine çıkmak zorunda kaldı. Bu nâmede; Osmanlı ordusunun uzun bir yoldan gelip epeyden beri muhârebe için düşman ordusu aramasına rağmen meydana çıkan olmadığı, pâdişâhların ellerindeki memleketlerin nikâhlıları olduğu, erkek ve yiğit olanın onu nâmahreme (yabancıya) çiğnetmeyeceğinden bahsedilerek; Şah İsmâil?e miğfer yerine yaşmak, zırh yerine çarşaf giymesi tavsiye edilerek, ayrıca kadın elbiselerinden hırka, şal ve çarşaf gönderildi. Şah İsmâil bu ağır ifâdeli nâme ve elbiseler üzerine, devrin en büyük devleti Osmanlılarla muhârebeyi kabul etmek zorunda kaldı.
23 Ağustos 1514 târihinde meydana gelen Çaldıran Meydan Muhârebesinde, Şah İsmâil ve Safevî ordusu, Osmanlı ordusu ve Sultan Selim Hana bir gün bile mukâvemet edemedi. Çaldıran?da, Safevî ordusu, Osmanlı teknik üstünlüğü ve kuvvetli îmânı karşısında eriyip gitti. Şah İsmâil; tahtını, tacını ve hatununu muharebe meydanında bırakıp, kaçtı . Tebriz?e çekildi. Mağlubiyet üzerine, teselliyi içkide aradı. Kendini bütünüyle içkiye verip, zevk ve eğlenceye düşkün, sefih bir hayat yaşadı. Özbekler, Horasan?a tekrar sâhip oldular.
Şah İsmâil, içki ve zevk âleminde günlerini geçirirken, Safevî devlet adamları harekete geçti. Bebek yaştaki oğlu Tahmasb Safevî, atabeg îlân edildi ve Emir Sultan Han da yardımcı tâyin edildi. Şah İsmâil, sefâhat âlemindeyken, Osmanlıya karşı kini azalmadı. Alman İmparatoru Şarlken?e mektup gönderip, Osmanlı Devletine karşı yardım ve ittifak talebinde bulundu. Fakat Şah İsmâil Safevî; tahriki sonucunda Osmanlı Devletine karşı Hıristiyan âleminin çıkardığı ordunun, 1526?da Mohaç?ta mağlubiyetini göremedi.
Şah İsmâil, 23 Mayıs 1524?te Âzerbaycan?ın Serâb şehrinde öldü. Cenâzesi Erdebil?e getirilip, Şeyh Safi?nin yanına gömüldü. Cesur, intikamcı ve zevkine düşkün olan Şah İsmâil?in, aynı zamanda Türkçe, Farsça ve Arapça şiirleri mevcuttu. Hece ve aruz vezninde şiirlerin toplandığı Dîvân?ından başka, Deknâme?si de vardır
Şah İsmail II
Safevî şahlarının üçüncüsü. Şah Tahmasb?ın oğludur. Gençliğinde, babası Şah Tahmasb (1524-1576) zamânında uzun yıllar hapis yattı. Kahkaha Kalesindeki mahkûmiyeti sırasında, Safevî şahı babası Tahmasb 1576?da ölünce, kızkardeşi Perihan vâsıtasıyla hapisten kurtarıldı. İktidar yolu açıldı. Rumlu (Anadolulu) Avşar ve Tekeli gibi Türk oymaklarının desteğiyle kardeşi Haydar Mirza?yı öldürüp, İkinci Şah İsmâil-i Safevî adıyla 22 Ağustos 1576?da Safevî tahtına geçti. Sünnî olup, Şâfiî mezhebindeydi.
İkinci Şah İsmâil, Safevî Şahı olmasıyla iktidarını kuvvetlendirme faaliyetini başlattı. Safevî devlet kadrosunu sarmış sapıklara karşı temizlik hareketine başladı. Kendi adamlarını devlet kadrolarına tâyin etti. Râfizîliği yasaklayıp, Sünnîliğini ilân etti. Devlet kadrosundan uzaklaştırdığı memurlar ve sapıklar, aleyhine propaganda başlatıp, devlete isyan ettiler. Bunlardan, tespit ettiği, Şah Tahmasb?ın adamlarından ve askerlerden otuz binini cezâlandırdı. Ehl-i beyt, Eshâb-ı kirâm ve İslâm âlimlerine küfür ve kötülemeleri ortadan kaldırdı. Câmilerde halîfe hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Osman?ın kötülenmesini yasakladı. Müslümanlara hürriyet tanıdı. Âdil unvanını aldı. Doğu Anadolu?daki, Osmanlı Devletine tâbi emîrlerin teveccühünü kazandı.
İkinci Şah İsmâil Safevî, ülkesinde, kısa zamanda büyük hizmetler ve icraatlar yaptıysa da, doğru yoldan ayrılmış Safevîlerin düşmanlığını kazandı. 24 Kasım 1577?de zehirletilerek, bir rivâyete göre de Safevî askerlerinin isyânı üzerine şehit edildi. Safevî tahtına, kardeşi Muhammed Hüdâbende geçti.
|