|
Kaynak kabe.gen.tr
Kutsal Topraklarda Osmanlı Eserleri
Müslüman olunca tarihte yepyeni bir sayfa açan Türk milleti, Selçuklular devrinden itibaren İslâm âleminde sözü geçen bir millettir Abbasîler devrinde idarî ve askerî bürokraside önemli vazifeler üstlenen Türkler, Haremeyn'e büyük bir alâka ve hürmet göstermişlerdir.Devlet-i Âliye, mukaddes topraklar Osmanlı hâkimiyetine girmeden önce de Haremeyn'e hizmet etme arzusundaydı asırlar boyunca Osmanlı'nın siyaseti, 'hizmet götürme' ve padişahlar kendilerini Hâdimü'l-Haremeyn olarak görmüşlerdir. Hicaz Memlük idaresinde iken, Osmanlı sultanlarının ve halkın gönderdiği yardımlar, ecdadımızın mübarek beldelere duyduğu muhabbeti ortaya koyar. Yıldırım Çelebi Mehmed 2. Murad devirlerinde Surre Alayları ile hediyeler gönderilmiş geliri yüksek araziler Haremeyne vakfedilmiştir.
Fatih Sultan Mehmed'in, İstanbul'un fethinden elde edilen ganimetten bölgeye para aktarması, Hac yollarının güvenliği ve Hicaz'da yaşanan su sıkıntısının giderilmesi konusunda gösterdiği gayret, Osmanlıların Haremeyn hizmetine verdikleri ehemmiyeti gösterir. Sultan Selim, Suriye, Filistin ve Mısır'ı 1516-1517'de fethetmiş; Hicaz Osmanlıya katılmış ve Hilafet Osmanlı hanedanına geçmiştir. Sultan Selim adına hutbe okunmasıyla, Hicaz'da Osmanlı idaresi başlamıştır. Osmanlı Devleti mübarek beldenin mesuliyetini almış; meselâ Yavuz, Mısır'daki oğlu Şehzade Süleyman'a "Artık bir Hacının dahi başına gelebileceklerden biz mesulüz.diyerek örnek bir tavır sergilemiştir.
Osmanlı Devleti, Mekke'deki otoritesini merkezden atadığı Şeyhü'l-Haremler vasıtasıyla sağlamıştır. mahallî otoriteyi ise, Osmanlı sultanının göreve getirdiği Mekke Emiri Şerifler temsil etmişlerdir. Mekke'ye her mezhebi çok iyi bilen kadılar atanmıştır. Osmanlı'nın gelişmiş düzeni bütün yönleriyle Mekke'de de kendini göstermiştir. 1840'tan itibaren Hicaz Eyaleti kurulmuş ve Mekke, eyaletin merkezi yapılmıştır. 1869'da şehirde Belediye Meclisi oluşturulmuş; sağlık ve temizlik işlerini yürüten ve bir teşkilât kurulmuştur. Hicaz'ın yönetimi Osmanlılara geçince, Hac organizasyonu Devlet-i Âliye idaresinde yapılmış. Hacı adaylarının Mekke'ye güvenle ulaşabilmeleri, için tedbirler alınmıştır.
kafileler İstanbul, Şam, Kahire ve Yemen'de toplanmış; Hacıların yol, su, ulaşım ihtiyaçları dört asır İstanbul'dan sağlanmıştır Mukaddes topraklarda huzur ve asayişe gayret gösterilmiştir. Mekke'yi dış tehditlerden korumak için Yemen'e ve Mısır'ın güneyine hâkimiyet sahası genişletilerek Kızıldeniz ve çevresi kontrole alınmıştır. Osmanlı hâkimiyetinde Mekke'de, sakin bir hayat hüküm sürmüştür. Hint Okyanusu'na donanma gönderebilmek, Uzakdoğu'da yaşayan Müslümanların Hicaz'a ulaşabilmelerini sağlamak maksadıyla, Akdeniz'i Kızıldeniz'e bağlayan bir kanal açılması için çalışmalar yapılmış; önemli proje tamamlanamamıştır.
Mekke'yi korumak için yaptırılan surlara ilâveten, Osmanlılar 1781–1783 yıllarında Ecyad Kalesi yapılmıştır. Mescid-i Haram'a hâkim bir konumda yer alan kale, bütün tepkilere rağmen 2001 de yıkılmıştır. Yine ecdadımız tarafından bedevilerin yoğun olduğu bölgelerde Fülfül (1801) ve Hind (1806) kaleleri inşâ edilmiştir. Osmanlı Hicazın hizmetkarıdır. Mukaddes beldeye hatıralara, Ehl-i Beyt'e insanlara muhabbet ve hürmet göstermiştir. Mekke'deki kalelere, Sultan Abdülaziz devrine kadar Osmanlı hâkimiyetinin alâmeti bayrak çekilmemiştir. Hacıların Mekke'deki su ihtiyacı, için, Osmanlılar su kaynakları sağlanmıştır.
Abbasî Halifesi Harun Reşid'in eşi Zübeyde Hanım tarafından yaptırılan su kanallarının tahrip olmasıyla, Kanunînin hayırsever kızı Mihrişah Sultan'ın himmetiyle, Mekke'nin en önemli su kaynağı Ayn-î Zübeyde'ye, 1524–1530 yıllarında Ayn-î Hanin kanalları eklenmiş ve Cebel-î Rahme'nin etrafına havuzlar inşâ edilmiştir. Arafat ve Müzdelife bol suya kavuşmuştur. Sultan Abdülhamid su kanallarının tamiratını yapmış Arafat'ta Allah Resûlü'nün vakfeye durduğu Cebel-î Rahme'nin eteklerinde Osmanlı'dan yadigâr çeşmelerin izlerini görmek mümkündür.
Hac mevsimi hâricinde Mekke, ticarî hareketliliğe sahip olmadığı için, Osmanlı tedbirler alınmış; yardımlarla şehir halkı desteklenmiştir. Surre Alayları ile gönderilen hediyeler, vergiler ve Cidde gümrük gelirleriyle desteklenen yardımlar, vakıflar ve imarethaneler vasıtasıyla halka dağıtılmıştır.
Mısır'da, Eyyubiler ve Memlüklerden kalan vakıflar muhafaza edilmiş; İstanbul'da, Anadolu'da, Suriye'de, Kıbrıs'ta ve Balkanlar'da Mekke için vakıflar kurulmuştur. vakıflar vergilerden muaf tutulmuş ve vakıf hukukunun ihlâl edilmemesi için, hassasiyet gösterilmiştir. Padişahların, hanedan mensuplarının ve halkın öncülüğünde kurulan vakıflar Asr-ı Saadet'ten hatıralar mübarek mekânlar korunmuş; hükümet konağı, kışla, karakol, postahâne gibi binaların yanında, mescit, medrese, tekke, zaviye, ribat, misafirhane, imarethane, gasilhâne, darüşşifa, sıhhiye idaresi, hamam ve sebil inşâ edilmiştir.
İslâm dünyasından Mekke'ye Hac mevsiminde gelen ulemanın toplanma merkezi Mescid-i Haram olmuş ilim halkaları oluşmuştur. şehre yerleşen âlimlerin evleri ilim merkezi hâline gelmiştir. Osmanlılar zamanında Mekke'de ilmî ve kültürel hayatta kütüphanelerin, medreselerin yanında, tekkeler, zaviyeler, dergâhlar ve ribatlar büyük rol oynamıştır. medreseler onarılıp ihtiyaçları giderildikten sonra yenileri yapılmış Mekke'de, meşhur Osmanlı medreseleri arasında; Sultan 3. Murad, Şehid Mehmed Paşa, Davud Paşa, Hasekiye, Sinan Paşa, Sokulu Mehmed Paşa ve Mahmudiye medreseleri sayılabilir. Osmanlı ülkesinde Tanzimat'la birlikte modern eğitim müesseselerinin açılmasına paralel olarak, Mekke'de de benzer eğitim kurumları açılmıştır.
Osmanlılar devrinde Haremeyn hizmeti devralındıktan sonra Mekke'de imar faaliyetlerine başlanmıştır. verilmiş; Mescid-i Haram'ın ve Kâbe'nin görünümünü bozacak mimarî üslûptan özenle uzak durulmuştur. Mescid-i Haram'ın minareleri, sütunları, revakları, kapıları, ahşap çatısı, tavaf alanının makamlar yenilenmiş ve yüksekliği on iki metreyi bulan bir minber yapılmıştır. Harem-i Şerif'in ahşap çatısı İstanbul ve Mısır'dan getirilen malzeme ile 1576'da çok kubbeli hâle getirilmiş; hüsn-ü hat la süslenen kapılara Mescid-i Haram'la ilgili âyetler işlenmiştir. Kanunî devrindeki çalışmalar, Mimar Sinan'ın desteğiyle 2. Selim (1566–1574) ve 3. Murad zamanında (1574–1595) devam etmiştir.
Altı minareli plânlanan Sultanahmet Camii'nin inşasından evvel, bu büyük eserin bânisi Sultan 1. Ahmed tarafından Mescid-i Haram'a yedinci minare yaptırılmıştır. Böylece Mekke ve Harem-i Şerîf, mimarî açıdan yeni bir kimlik kazanmış hoş g bir estetiğe kavuşmuştur. Sultan 1. Ahmed (1612), Kâbe duvarlarının yıpranan kısımlarını onarmış çatıda biriken suyun aktığı Altınoluk yenilenmiştir. 1629'da yaşanan şiddetli yağmur ve sel felâketi, Mescid-i Haram'da zararlara yol açmış; selin biriktirdiği çamurun baskısıyla Beytullah'ın bazı taşları yerinden oynamış ve duvarlarının yıkılmak üzere olduğu görülmüştür. Sultan 4. Murad Mısır valisi vasıtasıyla haber alır almaz, İstanbul'dan bir heyeti Mekke'ye göndermiş ve şehirde çalışmalara başlanmıştır.
Büyük bir hassasiyetle sürdürülen tamirat sırasında en değerli malzeme kullanılmış ve temellerine inilerek Kâbe-i Muazzama yeniden inşâ edilmiştir. Yapının duvarları, altın levhalarla kaplı kapısı, çatısı, tavanı ahşap sütunları, içeriyi aydınlatan kandilleri ve som altınla kaplanan yağmur oluğu yenilenmiştir. şehrin, şiddetli yağmurla oluşan sellerden zarar görmemesi için tedbirler alınmıştır. İstanbul'dan Kâbe'ye yeni bir örtü gönderilmiştir. Osmanlı devrinde Surre Alayları ile gönderilen hediyeler içerisinde en kıymetli olanları; her yıl değiştirilen Kâbe örtüsü ve anahtarıdır. Kâbe örtüleri, siyah renkli ibrişim ve ipekten dokunmuştur. Eski örtü parçalara ayrılarak Haremeyn halkına dağıtılmış, bir kısmı İslâm âleminin ileri gelenlerine hediye gönderilmiştir.
kalan kısmı İstanbul'a getirilip Eyüp Sultan Hazretleri'nin türbesinde bir süre halkın ziyaretine sunulmuş; ulema, devlet ricâli tarafından tekbirlerle saraya getirilip, Hırka-ı Saadet Dairesi'nde saklanmıştır.
Osmanlı Devleti'nin, gerilediği dönemlerde Haremeyn hizmetleri aksatılmadan sürdürülmüş Sultan 4. Mehmed (1648–1687) zamanında Mescid-i Haram'ın minareleri onarılmış, tavaf alanı genişletilerek zemine yontma taş döşenmiş; Safa ve Merve tepeleri arasına kandiller konulmuş; 2. Mustafa devrinde (1695–1703) Hacerü'l-Esved mahfazası ile Kâbe'nin tavanını tutan üç ahşap direk ve merdiven yenilenmiş; 3. Ahmed devrinde (1703–1730), metafın zemini yenilenmiş; 1. Mahmud devrinde (1730–1754), mescide yeni avizeler ve şamdanlar gönderilmiş; 1. Abdülhamid devrinde (1774–1789), Kâbe'nin, Makam-ı İbrahim'in ve Mescid-i Haram'a ait minarelerin bakımı yapılmış;
Sultan Abdülmecid devrinde (1839–1861) Hatim duvarı yenilenmiş, mescidin dört bir tarafına direkler dikilip sayısı üç bini aşan kandillerle Harem-i Şerîf ışıl ışıl aydınlatılmıştır. Sultan 2. Mahmud devrinde de (1808–1839) Vehhabî hareketinin bölgedeki tahribatının silinmesi için İstanbul'dan ustalar gönderilmiştir.Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı'nda en sıkıntılı zamanlarını yaşamasına rağmen Mehmet Reşad, 1916'da Mescid-i Haram'ın bakımının yapılmasını selden zarar gören sütunların değiştirilmesini istemiştir. ne yazık ki, savaşın maddî sıkıntıları ve Hicaz'daki Osmanlı hâkimiyetinin sona erip, Devlet-i Âliye'nin tarih sahnesinden çekilmesiyle imar faaliyeti yarım kalmıştır.
Osmanlı Devleti, Haremeyn'de yaşayan Müslümanları, ırklarına, renklerine, bakmaksızın eşit görmüştür Medine-i Münevvere'nin idaresi Osmanlılara geçtikten sonra, merkezî ve mahallî idarebkorunmuştur. Önceki devletlerin kanun ve âdetlerinden bir kısmı bırakılmış, bir kısmı zaman içinde ıslah edilerek Osmanlı sistemine entegre edilmiştir. Hicaz eyaletine, diğer eyaletlerden farklı bir statü verildiği için, daima "Şerif" soyundan idareciler tayin edilmiş; Medine'deki Osmanlı otoritesini merkezî hükümetin tayin ettiği Şeyhü'l-Harem ve ordu komutanı temsil etmiştir.
Kutsal toprakların güvenliği için çok önemli tedbirler alınmış; Kanunî zamanında başlatılan imar faaliyetleri kapsamında, yedi yıllık bir çalışmanın ardından 100 bin dinar harcanarak Medine'yi kuşatan surlar inşâ edilmiştir.
hac mevsiminde Bedevî saldırılarına karşı yerli halkın ve hacıların güvenliği sağlanmıştır.
Kanunî devrinde Medine'de askerî kışla, muhabere kışlası ve kale inşâ edilmiştir. Kuba köyünde güvenlik maksadıyla kale tesis edilmiş; ancak askerî yapıların hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.
Çok arzu ettiği hâlde Hicaz'a gidemeyen, Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) kabir sandukasına konulmak üzere hususî bir mektup yazan Sultan Abdülaziz devrinde (1868) Medine surları tamirattan geçirilmiş Osmanlı'nın son yıllarına kadar Medine'nin sosyal ve kültürel gelişmesi sürdürülmüş; Sultan Abdülhamid devrinde (1902) de şehre ilk defa telgraf getirilmiş; tabya, karakol, istasyon ve postane binaları yapılmıştır. Kanunî'nin hayırsever eşi Hürrem Sultan tarafından yaptırılan imarethanede Medine halkına asırlarca yiyecek ve iaşe dağıtılmıştır.
Suriye, Anadolu ve Balkanlarda zengin gelir kaynaklarına sahip vakıflarla, Medine halkına maddî destek sağlanmıştır.Medine'de mülkî, askerî ve malî teşkilâtlanmanın yanında din, hukuk ve eğitim sahalarında düzenlemeler yapılmıştır. ulema için Medine cazibe merkezi olmuş Anadolu, Suriye, Mısır, Orta Asya ve Mağrib'e kadar uzanan coğrafyadan gelen âlimler, Mescid-i Nebevî'de kurulan ilim halkalarında yer almışlardır. Medine'de ders veren âlimler ve hocalar için Kanunî devrinden itibaren tahsisat ayrılmıştır. Medine'deki kütüphanelerin ve medreselerin etrafında canlanan tasavvufî düşünce, uzun bir süre varlığını korumuştur. Şehrin dinî ve kültürel hayatına katkılar sağlayan tarikatlara bağlı tekkeler, zaviyeler ve ribatlar ilmî faaliyetlerin yanında, hac zamanı dışarıdan gelenlere ev sahipliği yapmıştır.
Osmanlı eğitimindeki gelişmelerle Medine'de de medreselerin yanında; 1885'te Rüştiye, 1909'da İdadî, Darü'l-Muallim ve 1913'te İlâhiyat Fakültesi açılmıştır. Şehrin eğitim ve kültürüne katkı sağlayan kütüphanelerin ilki, Mescid-i Nebevîde kurulmuştur. Medine'ye hizmet etme fırsatı bulan her devletin bu alanda gayreti olmuş; ama Osmanlılar devrindeki çalışmalar daha çoktur Sultan Abdülhamid, Medine'de medrese ve kütüphane yaptırmıştır. Sultan Mahmud, 1822'de inşâ ettirdiği Mahmudiye Kütüphanesi ve Medresesi'ni, 4.569 kitapla zenginleştirmiştir. Şeyhülislâm Arif Hikmet Efendi'nin 1856'da kurduğu ve 5.404 nadide elyazması eser gönderdiği kütüphane de unutulmamalıdır.
Osmanlılar Medine'de, çok önemli imar faaliyetleri yapmıştır. Mirasa sadık kalınmış ve yapılan çalışmalar Mescid-i Nebevî merkez alınarak genişletilmiştir. Kanunî devrinde 1532'de İstanbul'dan usta gönderilerek Mescid-i Nebevî'de tamir ve güzelleştirme başlanmış; mescidin minareleri yenilenmiş; ünlü hattatlar hat ve tezhip çalışmalarıyla kubbeleri ve mihrapları tezyin etmişlerdir. Uhud Şehitliği'nde ve Cennetü'l-Bâki'de kabirlerin üzerlerine türbeler yapılmıştır. Sonraki asırlarda da başta Hücre-î Saadet vr Mescid-i Nebevî'de bakım sürdürülmüş ve mescide çok kıymetli hediyeler gönderilmiştir.19. yüzyıldaki ıslahat hareketlerinin öncüsü Sultan 2. Mahmud, Medine'ye çok önem vermiş 1813'te çalışmalarla Mescid-i Nebevî genişletilmiş ve Memlük Sultanı Kayıtbay tarafından, Hücre-î Saadet'in üzerine inşâ ettirilen ahşap kubbenin yerine, günümüze kadar ulaşan taş kubbe yapılmıştır.
Mescid-i Nebevî'nin sembolü hâline gelen ve üzeri kurşunla kaplanıp; solmayan, özel bir boya ile yeşile boyanan kubbe, renginden dolayı "Kubbetü'l-Hadra" Yeşil Kubbe adıyla anılmıştır. Mescid-i Nebevî'de Osmanlı devrindeki en büyük imar faaliyetleri Sultan Abdülmecid devrinde gerçekleştirilmiştir. 1850-1861 de 700 bin mecidiye harcanarak yapılan çalışmalar neticesinde Mescid-i Nebevî yenilenip genişletilmiş ve zemini mermerle kaplanmıştır. Mescidin, Asr-ı Saadet'ten yadigâr kısımlarına ehemmiyet verilmiştir. Günümüzde Mescid-i Nebevî'de üzeri büyük şemsiyelerle kapatılan iç avlu ile 86 metrelik kıble duvarının arasında kalan kısım Sultan Abdülmecid devrinden kalmıştır.
Bu bölümde Osmanlı'dan yadigâr sütunları, kubbeleri ve tuğraları hâlen görmek mümkündür.
Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hicret yolculuğunda, Medine'ye yaya olarak yaklaşık bir saat uzaklıktaki Kuba köyünde 14 gün, kalmış ve bu zaman zarfında orada mescit inşâ edilmiştir. Sonraki yıllarda Müslümanlar, Kuba Mescidi'ni ve Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) misafir edildiği evi ziyaret etmeyi güzel âdet hâline getirmiştir. Kuba Mescidi, Haremeyn hizmeti Osmanlılara geçtikten sonra Kanunî devrinde 1543 te yeniden inşâ edilmiştir. 1699'da Sultan 2. Mustafa döneminde mescidin duvarları ve minareleri yenilenmiş ve Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) devesinin çöktüğü alana dört direkli bir kubbe yapılmıştır. Ayrıca mescidin su ihtiyacını için derin kuyular kazılıp sebiller kurulmuştur.
Sultan 2. Mahmud devrinde (1829) yapılan çalışmalarla mescit, İstanbul'daki selâtin camilerine benzetilmiştir Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hicret'ten 18 ay sonra Mescid-i Nebevî'nin 5 km. kuzeybatısında Vebere Haresi'nde namaz kılarken kıblenin Kâbe oluşuna dair âyet-i kerîme (Bakara,) nazil olmuş ve Peygamber Efendimiz o gün orada namazın son iki rekâtını Kâbe'ye yönelerek tamamlamıştır. Buraya yapılan mescide, Kıbleteyn Mescidi (İki Kıbleli Mescid) denilmiştir. birçok defa tamir gören Kıbleteyn Mescidi, Kanunî devrindeki (1544) kapsamlı imar faaliyetleriyle mamur hâle getirilmiştir.
Medine tarihinin en önemli hâdiselerinden biri olan Hicaz Demiryolu birçok fayda sağlamıştır. Sultan Abdülhamid'in Almanlarla yürüttüğü proje Şam, Medine ve Bağdat gibi merkezlerin demiryolu ile İstanbul'a bağlanması o günün dünyasında başlı başına önemli bir gelişme olmuştur. Demiryolunun 1908'de Medine'ye ulaşmasıyla şehir, idarî bakımdan İstanbul'a bağlı bir sancak olmuş böylece bölgede daha güçlü bir denetim sağlanmıştır Osmanlılar devrinde yapılan birçok eserde olduğu gibi, Hicaz Demiryolu Projesi'nde de Allah Resûlü'ne duyulan sevgi ve saygıyı ortaya koyan incelikler unutulmamıştır. sanat âbidesi olan Medine Tren İstasyonu öyle bir mevkie inşâ edilmiştir ki, yolcuların trenden kıble istikametine inmeleri ve karşılarında Kubbe-î Hadra'yı görmeleri sağlanmıştır.
Lokomotifler büyük bir gürültü ile ilerledikleri için Sultan Abdülhamid'in talimatıyla trenin Medine'ye sessiz bir şekilde girmesi için tedbirler alınmıştır.
İngilizler Ortadoğuda darbe almış Osmanlı'nın son yıllarında Medinede İngilizler isyana başlamış 1916'da demiryolu devre dışı kalmıştır. Ecdad yadigârı günümüzde eski ihtişamıyla yeniden ihyâ edilmeyi beklemektedir. Medine Tren İstasyonu eski hâline göre daha iyi olsa da, ziyaretçilerini hüzünle karşılar Bir zamanlar Haremeyn âşıklarını Resulüllah'a taşıyan istasyon binasının üzerindeki Osmanlı arması ve "Hicaz Demiryolu-1317" yazılı kitabe maalesef sökülmüştür.
Hicaz Demiryolu'nun bânisi Sultan Abdülhamid, Anberiye semtindeki istasyon binasının karşısına mihrabı, minberi, minareleri ve revakları ile Osmanlı mimarisini yansıtan bir mescit yaptırmıştır. Anberiye Camiî, asırlarca samimiyetle Haremeyn hizmetkârı ecdadımızın, Medine-i Münevvere'ye duyduğu muhabbetin günümüze kadar ulaşan canlı bir misalidir. Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkan Devlet-i Âliye, 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi ile Hicaz'ı, İngiliz himayesindeki Mekke Şerifi Hüseyin'e terk etmek zorunda kalmıştır. kuvvetlerimizin Filistin'e kaydırılması kararıyla Medine'deki Osmanlı hâkimiyeti sona ermiştir. Ancak "Şanlı Medine Müdafii Fahrettin Paşa", mütarekeye uymayarak, 72 gün Medine-i Münevvere'den çıkmamış; işgale fırsat vermemek için Mescid-i Nebevî'deki mukaddes emanetleri İstanbul'a nakletmiştir
Fahrettin Paşa, cephane ve erzak azlığına rağmen, emrindeki bir avuç kahraman askerle birlikte dünyayı şaşkına çeviren bir direniş göstermiştir.
Haremeyn hizmetini üstlenen Osmanlılar, Allah Resûlü'ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) ve hatıralarına saygıda kusur etmemişlerdir. Hicaz'ı ziyaret edenler bunu çokça anlatmaktadır. İnsanımız, geriye pek azı kalsa da, ecdadımızın ince bir saygı anlayışıyla inşâ ettiği eserleri görünce, cân-ı gönülden iftihar etmeli Haremeyn hizmetine koşan atalarını rahmet ve minnet duyguları ile yâd etmelidir.
|