|
Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
HACI BEKTÂŞ-I VELÎ
Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında yaşıyan evliyânın büyüklerindendir. İsmi, Seyyid Muhammed bin İbrâhim Atâ olup, lakabı Bektâş’tır. Horasan’ın Nişâbur şehrinde 1281 senesinde doğdu. Hacı Bektâş-ı Velî’nin nesebi Hazreti Ali’ye dayanır. 1338 senesinde Kırşehir’e yakın bir yerde vefât etti. Türbesinin bulunduğu kasabaya Hacı Bektaş ismi verildi.Bektâş-ı Velî, çocukken ilim öğrenmesi için ailesi tarafından Şeyh Perende’ye teslim edildi. Lokmân-ı Perende, Ahmed-i Yesevî hazretlerinin halîfelerindendi, ilimde derinleşmişti Bektâş-ı Velî’nin çocukken kerâmetleri görüldü. Lokmân-ı Perende onun yanına girdiğinde odayı nûr dolu görünce şaşırdı. Bektâş-ı Velî’nin iki yanında, Kur’ân-ı kerîm okuyan iki nûrânî zât duruyordu. Lokmân-ı Perende onun yanına girince, kayboldu. Lokmân-ı Perende, Bektâş-ı Velî’ye onların kim olduğunu sordu. O da; “Birisi Server-i âlem efendimiz diğeri ise Hazreti Ali idi” dedi.
birgün Hacı Bektâş-ı Velî, hocasından ders dinlerken, namaz geldi. Hocası hizmetçisinden abdest için su istedi. Bektâş-ı Velî hocasına; “Bir nazar etseniz de, su buradan aksa, dışarıya gitmeye gerek olmasa” dedi. Hocası; “Benim kudretim buna yetmez” dedi. Hacı Bektaş, Allahü teâlâya duâ etti. Hocası “Âmin” dedi. medresenin ortasında latif bir su çıkıp, kapıya akmaya başladı. Pınarın başında çok güzel çiçekler açtı.
Lokmân-ı Perende hacca gitti. Arafat’da kıbleye döndükleri esnada, talebelerine; “Yârenler! Bu gün Arefe günüdür. Şimdi bizim evde yemekler pişirilir” dedi. Bu söz, Allahü teâlânın kudretiyle, Bektâş-ı Velî’ye ma’lûm oldu. Tam o sırada hocasının evinde yemekler pişiyordu. Bektâş-ı Velî hemen tepsi yemeği aldığı gibi, hocasına sundu. Hocası Nişâbûr’a dönünce, Bektâş-ı Velî’nin kerâmetini herkese anlattı. Ona Hacı lakabını verdi.
Horasan’da bulunan âlimler, Lokmân-ı Perende’ye hac mübârekesine geldiklerinde, medresedeki suyu görünce şaşırdılar. sebebini sordular. Lokmân-ı Perende; “Bu kerâmet, Hacı Bektâş’ındır” dedi. onun kerâmetlerini anlattı. Onlar bu kadar çok şeyin bir çocuktan zuhur etmesini tuhaf karşıladılar. Hacı Bektaş- âlimlere; “Ben, Resûl-i ekremin soyundanım. Bana bunları çok görmeyiniz. Bunlar, Allahü teâlânın bana ihsânıdır” dedi. Onlar, Hacı Bektâş-ı Velîye; “Eğer sır sahibi iseniz, nişanınız nerededir?” diye sordu Hacı Bektâş- elinin ayasındaki ve alnındaki iki yeşil beni gösterdi Hepsi hayret ettiler ve onun büyüklüğüne işâret olan benleri tasdik ettiler.
Hacı Bektâş-ı Velî, tahsilini tamamladıktan sonra Anadolu’ya geldi Halka doğruyu göstermeye başladı kıymetli talebeler yetiştiren Hacı Bektâş kısa zamanda tanınarak büyük rağbet gördü. Anadolu’da bağlı olduğu “Ahîlik teşkilâtı” ile büyük hizmetler yapan Hacı Bektâş Osmanlı sultanları tarafından sevildi hürmet gördü. Osmanlı devletine büyük hizmetleri ve himmetleri oldu. Orhan Gazi zamanında teşkil edilen Yeniçeri ordusuna duâ ederek, askerlerin sırtlarını sıvazladı. İslâmiyetten ayrılmamalarını nasihat etti. Hacı Bektâş-ı Velî’yi pir Yeniçeri ordusu, ma’neviyatını ona bağladı. Hacı Bektâş-ı Velî, asırlarca Yeniçeriliğin piri, üstadı bilindi Bu bağlılık ve muhabbet, Yeniçerilerin sulh tâlim ve harplerdeki gayret ve kahramanlıklarında çok müsbet neticeler verdi.
halk ile Yeniçeriler arasındaki yakınlık kuvvetlendi Yeniçeriler, dervişler gibi cihâd azmiyle kahraman ve fedakâr te’sîrler gösterdi Yeniçerilerin;
“Allah, Allah! illallah!
Baş Uryan, sine püryân, kılıç al kan,
meydanda nice başlar kesilir.
Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyân!
Kulluğumuz pâdişâha ayan!
Üçler, yediler, kırklar!
Pîrimiz, sultânımız Hacı Bektâş-ı Velî...”
diyerek savaşa başlamaları, bunun ifadesidir.
Hacı Bektâş-ı Velî, sık sık Hızır aleyhisselâm ile buluşurdu. Kayseri Saklan kalesinin batısında, Hacı Bektâş-ı Velî, Hızır (aleyhisselâm) ile buluştu. bir kişinin kavun ve karpuz ektiğini gördüler. Hızır (aleyhisselâm) ile Hacı Bektâş-ı Veli bir taşın dibine oturdular. Hacı Bektâş-ı Velî. İsmi Behâeddîn Çelebi olan bostan sahibine; “Kardeş!” diye hitâb etti. Bostan sahibi aNe buyurursunuz?” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî Bostandan bir kavun koparıp getir, yiyelim” dedi. Bostan sahibi Behâeddîn Çelebi; “Başüstüne, olunca getiririm” deyince, Hacı Bektâş- “Diktiğin yeri kontrol et. Belki olmuştur” dedi. Bostan sahibi “İnşâallah” diyince verdiHızır (aleyhisselâm) Bir kere dolaş gör” buyurdu. Behâeddîn Çelebi bostana girdi. kavun kokusu geldiğini üç tane iri kavun olgunlaşmıştı birisini Hızır’a diğerini de Hacı Bektâşa verdi ve; “Ey erenler! birisini de çoluk-çocuğumuza götürelim” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî kabûl etti. kavunları alıp Kayseri’ye döndüler. Bostancı, işiyle meşgûlken, aklına; “Bostan ekilirken kavun bittiğini cihanda kim gördü? O azîzler kerâmet ehli zâtmış. Bu iş onların kerâmetiyle oldu. yazıklar olsun ki, mübârek ellerini öpmedim” diye geldi ve üzüldü.
Bostan ekmekten vaz geçip, onları aradı. “Son pişmanlık fayda vermez” deyip, kalan kavunla evine gitti. kapısından içeri girince, Hızır (aleyhisselâm) ile Hacı Bektâş-ın misâfir odasında oturduklarını gördü. Selâm vererek girdi. Elindeki o kavunu ortaya koydu. onların mübârek ellerini öptü. Hacı Bektâş-ı Velî bostan sahibine; “Kavunları kes de yiyelim” dedi. Onlara vermiş olduğu iki kavun da duruyordu. Çelebi kavunları kesti, bir kısmını ailesine gönderdi. Kalanını misâfirleriyle yediler ve Allahü teâlâya şükrettiler. Ellerini yıkadıktan sonra, Behâeddîn Çelebi “Size kim derler? fakire himmet edin” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî; “Bana Bektâş-ı Velî derler. Bu azîze Hızır aleyhisselâm derler” dedi. Hacı Bektâş-ı Veli, Behâeddîn Çelebi’yi yanına çağırdı. Hacı Bektâş-ı Velî, onun sırtını sıvazladı. hayır duâ etti. Hızır aleyhisselâm ile Hacı Bektâş-ı Velî, Behâeddîn Çelebi’ye veda edip çıktılar. Kapının önünde ikisi de gayb oldular.“Velîlerin nazarı kimyadır, Karataş, nazar ile yakut olur.” O saatte Behâeddîn Çelebi, yüksek merhaleler katedip, velîliğe ayak bastı. Kalb gözü açıldı. şarktan garba olan yerleri seyr eyledi. Kendisine Bostancı baba dendi. kerâmetler gösterdi. Türbesi Kayseri’de olup ziyâret yeridir.”
Hacı Bektâş-ı Velî, hergün gelip, dergâhında otururdu. Onu sevenler, “Galiba Hacı Bektâş- dergâh istiyor, o yüzden gelip buraya oturuyor” dediler. Daha sonra Hacı Bektâş-ı Velî’nin hizmetini gören Sarı İsmâil’e, Hacı Bektâş’ı sevenlerden biri, dergâh yaptırmaya niyet ettiğini söyledi. Sarı İsmâil durumu hocasına arz etti. Hacı Bektâş-ı Velî; “Ona söyle. usta getirsin. dâire çizelim. taş yonttursun, dedi. Sarı İsmâil, durumu bildirince, sevindi mimar getirdi. Hacı Bektâş mübârek eliyle dergâhın yerini çizdi. Taşların yontulması gecenin sabahı, herkes, dergâhın yapılmış olduğunu gördü. Dergâhı yaptıracak kimse, Sarı binanın yaptırılması için usta getirdim, taş getirdim ve sevâba kavuşmak istedim. Fakat kimse bir gecede yaptırmış” diyerek üzüntülerini belirtti Sarı İsmâil, durumu hocası Hacı Bektâşa bildirdi Hacı Bektâş-ı Velî; “Ey İsmâil! O beni sevene söyle, dergâh Allahü teâlânın izni ile bir anda yapıldı. Sevâbı onun amel deflerine yazılmıştır” dedi. O zât da Allahü teâlâya şükür secdesi yaptı.”
Hacı Bektâş-ı Velî’nin kerâmetlerini işiten kimseler, onu görmek için dergâha geldi. Akşehir’de bir velî vardı. İsmi Mahmûd Hayran Sultan idi. Hacı Bektâş-ın üstünlüğünü duyunca, bir aslana binip, eline kamçı bir yılan alıp, üçyüz talebesi ile Hacı Bektâş-ı Velî’yi görmek ve ziyâret için yola çıktı. durumu Hacı Bektâş-ı Velî’ye haber vererek; “Akşehir’den aslana binip, eline yılanı kamçı olarak almış bir zât, üçyüz talebesi ile geliyor” dediler. Hacı Bektâş O, canlıya binip bize geliyor ise, biz de cansıza binip, onu karşılamaya gidelim” dedi taşın üzerine seccadesini sererek üzerine oturdu “Allahü teâlânın izniyle bizi ziyârete gelenlerden yana yürü” buyurdu. taş, derhâl yerinden ayrılıp, kuş gibi görülüp, yürüdü.
Mahmûd Hayran Sultân ve talebeleri, Hacı Bektâş-ı taş üzerinde geldiğini görünce, hayretler içinde kaldı mahmûd Sultan, aslandan inip, yılanı serbest bıraktı. Hacı Bektâş-ı taşa; “Dur” diyerek işâret etti. Taş durdu. Seyyid Mahmûd Hacı Bektâş-ın elini öptü. Taşın dibine, ikisi beraber yan yana oturdular. Etrâflarını talebeleri sardı. Bir hafta sohbet ettiler. Seyyid Mahmûd Hayran Sultan, izin istiyerek Akşehir’e döndü. Hacı Bektâş-ı Velî’nin bindiği taş, “Tekin Kaya” ismiyle meşhûrdur.”
|