’Meydanlarda neden türbanlılar yok’a dair
TELEVİZYONCULUĞA TGRT `de başlamıştım, bir yeniyetme olarak.
Yıllar önceydi ve henüz ülkemiz `Açılıp, saçılmak` anlamında kullanılan `TGRT `leşmek` tabiriyle tanışmamıştı.
Açılıp saçılmak da ne demek! O dönemde acayip `tutucu` bir yayın çizgisi izleniyordu bu ekranda.
Biraz `milliyetçi`, biraz `mukaddesatçı `, çokça `devletçi` bir yayın çizgisi.
Milliyetçilikleri `Ceddin deden, ceddin baban / Hep kahraman Türk Milleti ` vurgusuyla belirginleşirdi. Yani yoksul gecekondularda hayat mücadelesi verenleri, `Bilmem kaç kıtada at koşturan atalar` ile avuturlardı.
Devletçilikleri `Mehmetçik ` programları ve fazla vurgulu şehit edebiyatının yer aldığı haberlerle öne çıkardı. Mukaddesatçılıkları ise evliya menkıbelerine endekslenmişti. Keramet sahibi ulu kişilerin sırlarla dolu `zararsız` öyküleriyle mukaddesatçı kimliklerini ortaya koyduklarını sanırlardı.
Ayrıca... Dini konularda fazlasıyla arkaik takılıyorlardı. Onlara göre `İçtihat kapısı sımsıkı kapalıydı`. Bütün fetvalar, asırlar önce yeryüzüne gelen yüce şahsiyetler tarafından verilmişti ve bize de o fetvaları tekrar etmek düşüyordu.
Mesela `Dini müzikte enstrüman kullanılamaz` diyorlardı. Bu nedenle meşhur `Huzura Doğru ` programlarında söylenen ilahilerde tef dışında hiçbir enstrümana yer verilmiyordu...
Bir de iflah olmaz bir şekilde `Öztürkçe ` düşmanıydılar. 9 kişiden oluşan `Denetimci abiler` kadrosu, program kasetlerini izler , bırakın programcıyı, konuklardan biri diyelim ki `olanak` ya da `olasılık` türünden bir sözcüğü telaffuz etti, o sözcüğün montajla sansürlenmesini emrederlerdi. İşte böyle bir televizyondu `Mümin TGRT `.
***
Ama olmadı, olamadı.
Çünkü `Durakta beklerken gelen ilk otobüse binmesiyle meşhur` Enver Abi , yaklaşan tehlikeyi sezmişti.
Madem ki `yeşil sermaye` falan denilerek bir silindir gibi üzerinden geçilmesi mukadderdi.
O halde duraktan geçen 28 Şubat otobüsüne atlamanın ve gevşemenin vaktiydi.
Gevşedi de... Seda Sayan `a cip hediye etmeler, Sibel Can `a elleriyle pasta yedirmeler, `Ben sizin bildiğiniz dincilerden değilim` mesajının altını çizmeler falan...
Dönem `din-iman ` dönemi değil, malı kurtarma dönemiydi.
Malı kurtarmanın yolu da alemin ünlü kadınlarının yoluna gül dökmekten geçiyordu.
O da öyle yaptı. O gül döktükçe de dönemin irtica konusunda fazlasıyla duyarlı çevreleri, `Yahu bu adamın bildiğimiz dincilerle ilgisi yok. Baksanıza adam Sibel Can `a elleriyle pasta yediriyor. Daha ne yapsın` dediler.
Yani kurtarmıştı Enver Abi .
***
Dincilikten kurtardı ama bankacılıktan kurtaramadı.
İhlas Finans `a el konmasıyla başlayan sürecin sonunda işte bakın TGRT , ABD `nin `neo -con ` sermayesine satılıyormuş!
Ne diyelim, hayırlı olsun.
Ama şu noktayı belirginleştirmeden de geçmeyelim:
Bir süre önce `Gazeteciliğin dinamikleriyle dindarlığın dinamikleri arasında maalesef iflah olmaz çelişkiler vardır, bu yüzden `dindar gazete` çok zor` demiştik ya.
Aynı saptamayı, biraz daha kuvvetlendirerek televizyonculuk için de yapabiliriz:
`Dindar televizyon` olmadı, olamıyor, olamaz.
Çünkü televizyon, eninde sonunda `öldüren eğlence`dir ve aletin yapısal durumu dindarlığa pek izin vermemektedir.
Nasıl versin ki, `dindarlık` neyi emrediyorsa, `televizyonculuk` aksini emrediyor.
Üstüne üstlük sen daha `İslam `da neşe` meselesine doğru dürüst bir yanıt geliştirememişsin, nasıl televizyonculuk yapacaksın?
Bütün bunlara `reklam düzeni`nden, `reyting sistemi`ne başka dinamikleri de eklediğimizde durumun umutsuzluğu daha da belirginleşir.
Yani Enver Abi üzülmesin. Malı kurtarma zorunluluğu olmasaydı da o yayın çizgisini sürdüremezdi.
AHMET HAKAN /HÜRRİYET
|