Tekil Mesaj gösterimi
Alt 11-24-2007, 13:22   #2
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart Hiddeti Bastırabilmenin Vesileleri
Hiddeti Bastırabilmenin Vesileleri

Ne var ki, gazap hissine yenik düşmemek, ancak ihsan şuuruyla dolu bulunmakla mümkün olur. Nitekim, gayza sevkedecek hâdiseler meydana geldiği zaman bile öfkesini yutabilen sabırlı kulların anlatıldığı ayetin sonunda "وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ - Allah, böyle iyi davranan ihsan ehlini sever." denilerek, bu insanların birer muhsîn olduğuna ve hiddeti yenmenin ihsan duygusuna bağlı bulunduğuna işaret edilmektedir.

Bu beyan-ı ilahîdeki ihsanın da yine iki manası melhuzdur:

Birincisi; kötülük yapana karşı iyilikte bulunmaktır. İslâm ahlâkına göre, kötülüğe bile iyilikle mukabele etmeye çalışmak esastır ve bu ancak sabredenlere mahsus bir meziyettir. "İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş! Ama kötülüğe karşı iyilik hasleti, ancak sabredenlerin, faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır." (Fussilet, 41 /34-35) mealindeki ayet-i kerime bu hakikati vurgulamaktadır. Bu mevzuda, bir hadis-i kudsîde de şöyle denmektedir: "Faziletlerin en büyüğü; aranızdaki akrabalık ve dostluk bağlarını koparanı senin arayıp sorman, seni mahrum bırakana senin ihsanda bulunman ve bir de zulmüne maruz kaldığın insanı affetmendir."

İkinci manası itibarıyla ise, ihsan; hak ölçülerine göre iyi düşünme, iyi şeyler plânlama, iyi işlere bağlı kalma ve kullukla alâkalı bütün davranışları Allah'ın nazarına arz ediyor olma şuuruyla ortaya koyma; her zaman Allah'ı görüyormuş gibi hareket etme ya da en azından O'nun tarafından görülüyor olmanın hakkını verme demektir.

Meseleye bu açıdan yaklaşılırsa, Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) Efendimiz'in öfkelenen kimseye şeytandan istiâze etmesini söylemesindeki sır da ortaya çıkar. Zira, öfkeyi yenme ihsan duygusuna, yani Allah'ı gönülden hatırlamaya ve O'na sığınmaya bağlıdır ki, "istiâze" de Allah'tan yardım ve iltica talep etme manasını taşıyan sözlerden biriyle O'na sığınmak demektir.

Öfkeyi bastırma konusundaki ikazlarından birisi de susmaktır. Rehber-i Ekmel Efendimiz, "Sizden biriniz kızdığında hemen sussun." buyurmuştur. Gazap halinde söylenen nice çirkin laflar vardır ki, insana bir ömür boyu vicdan azabı yaşatır. Bu itibarla, öfke anında sükut etmek en akıllıca davranışlardan biridir.

Ayrıca, manevî hayatımızdaki bir sıkıntı ve kabz halinde inşirah kaynağı olabilecek hususlardan bir diğeri psikolojik tavır ve durum değişikliğidir. Psikologlar, insanın kendini yenilemesi ve üzerindeki sıkıntıyı atabilmesi için bir hal ve tavır değişikliğini salık vermektedirler. Rasûlullah'ın, "Sizden biriniz ayakta iken öfkelenirse otursun, öfkesi geçerse ne âlâ, öfkesi geçmezse uzansın." nasihati de bu zaviyeden değerlendirilebilir.

Şayet, istiâze, sükut ve oturma ya da uzanma gibi bir durum değişikliği de öfkeyi bastırmaya yetmezse, o zaman hemen abdeste koşmak icap eder. Habib-i Edib "Gazap şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak su ile söndürülür. Biriniz kızdığı zaman abdest alsın." buyurmuştur. Kızgınlık anında abdestin salık verilmesinin hikmetlerinden biri de yine bahsi geçen tavır değişikliğini temin etmektir. Nihayet, kötü sözden ve dünyevî kavgalardan bütün bütün uzaklaşmanın biricik yolu olan namaz da gazabı söndüren bir iksir olarak Rehber-i Ekmel'in tavsiyeleri arasındadır: "Her türlü öfke ve ağız kavgasının ilacı, iki rekat namazdır."

Öfkeniz Allah İçin mi?

Evet, kuvve-i gadabiyenin de bir hikmet-i vücudu vardır ve onu yok etmeye çalışmak yerine yüzünü şerden hayra çevirmeye gayret etmek lazımdır. Şüphesiz, hiddet müslümana yakışmayan bir tavırdır. Şu kadar var ki, Cenâb-ı Allah'a, Rasûl-ü Ekrem ve Din-i Mübîn'e bir saldırı söz konusu olduğunda ya da dinî bir esasın korunması meselesinde inanan insanların hiddetlenmeleri de normaldir; hatta mukaddesâtı muhafaza etmenin lüzumu açısından öyle bir durumda mü'minlerin makul ve ölçülü bir şekilde kızgınlıklarını ifade etmemeleri yanlış olur.

İbn Hacer hazretleri, gazabın Allah için olanını anlatırken, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun (aleyhissalâtu vesselâm) şahsî meselelerde sabredip hiç öfkelenmediği halde, dini ilgilendiren mevzularda gazap izhar ettiğine dikkat çekmekte ve bu hususu bazı misallerle te'yit etmektedir. Serdettiği örneklerden birisi şöyledir:

Câbir b. Abdullah'ın (radıyallahu anh) anlattığına göre; Muâz ibn Cebel (radıyallahu anh), Peygamber Efendimiz'in arkasında namazını kılar, sonra da kendi kavmi olan Benû Selime'ye gidip, onlara namaz kıldırır ve namazda da Bakara Sûresi'ni bitirecek kadar uzun okurdu. Bir defasında bir adam kendi başına kısa bir şekilde namaz kılmıştı. Bu adamın cemaatten ayrılıp tek başına namaz kıldığı haberi kendisine ulaşınca Hazreti Muâz, "O bir münafıktır!" deyivermişti. Muâz ibn Cebel'in bu sözünü duyan o adam, hemen Rasûl-ü Ekrem'e geldi; "Yâ Rasûlallah! Biz ellerimizle işleyen, su çeken ve develerimizle sulama yapan bir topluluğuz. Muâz, dün bize namaz kıldırırken Bakara Sûresi'ni baştan sona okudu. Onun için bu defa namazımı hafif kılıp gittim. Bundan dolayı Muâz benim bir münafık olduğumu iddia etmiş!" dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü -kızgın bir ifade tarzıyla- üç kere: "Ya Muâz! Sen bir fettan mısın (fitne mi çıkarıyorsun)? "Ve'ş-şemsi ve duhâha", "Sebbih isme Rabbike'l-alâ" ve benzeri sûreleri okusana!" buyurdu. Evet, insanın kendi adına kulluk çıtasını yüksekte tutması güzel ve makbuldü ama başkaları söz konusu olunca dinin özündeki kolaylık (yüsr) prensibi esas alınmalıydı; Şefkat Peygamberi Hazreti Muaz gibi bir ibadet aşığının şahsında işte bu hususa işaret ediyordu.

Hâsılı, mü'min Allah için sevmeli, Allah için buğzetmeli, Allah için hüküm vermeli.. ve öfkelenecekse Allah için öfkelenmelidir. İnanmış bir insan neye ne ölçüde gazaplandığına çok dikkat etmelidir. Kendisiyle alâkalı en küçük bir meseleden dolayı kıyametler kopardığı halde, dini, diyaneti ve ümmet-i Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) hal-i pürmelalini ilgilendiren mevzularda hiçbir hiddet alâmeti göstermeyen kimselerin öfkelerinin ne kadar nefsanî ve şeytanî olduğu açıktır. Oysa, muvahhid bir mü'min olmanın ve hakiki ihlasa ermenin yolu nefsin hissesi bulunan her işi terketmekten geçmektedir. Bu konuda -Yirmiikinci Mektup'ta da değerlendirilen- şu hâdise ne kadar ibretliktir:

Bir vakit, İmam-ı Ali (radıyallahu anh) kendisine karşı savaşan bir kâfiri yere sermiş. Kılıcını çekip tam başını keseceği zaman, hasmı ona tükürmüş. Hazreti Ali, kâfiri bırakmış, onu öldürmemiş. O inançsız adam, Hazreti Ali'ye (kerremallahu vechehu) "Neden beni kesmedin?" diye sorunca, Haydar-ı Kerrâr, "Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. İşe nefsimin hissesi karıştığından ihlâsım zedelendi. Onun için seni öldürmedim." demiş. Bu cevabı alan adam Hazreti Ali'nin civanmertliğine şöyle mukabelede bulunmuş: "Sana tükürmekteki maksadım, beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir; öyleyse, o din haktır!.."

fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla