Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12-13-2007, 20:02   #8
Kullanıcı Adı
EdeB
Standart PADİŞAH ABDULHAMİT
Hz. Peygamberle Orduyu Denetleyen Sultan!
İslâm Şairi Mehmet Âkif’in, İstanbul’daki bir camide, Abdülhamid döneminde orduda önemli bir göreve sahip olan bir subayın ağzından dinlediği şu hatıra, Abdülhamid Han’ın “veli padişahlardan” olduğunu ispatlayan en çarpıcı misallerdendir:

Mehmed Âkif, sabah namazlarını Sultan Ahmed Camii’nde kılmayı âdet haline getirmişti. Bir zaman, her sabah camiye erkenden gelip, mihrabın bir köşesinde sürekli gözyaşı dökmekte ve inlemekte olan, saçı-sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir zat dikkatini çeker. Durmadan ağlayan bu adamı uzun süre büyük bir hayret ve merakla takip eder.

Nihayet bir gün yanına yaklaşarak, derdinin ne olduğunu, neden kendisini bu kadar derbeder ettiğini sorar: “Muhterem, Allah’ın rahmetinden bu kadar ümitsizlik olur mu? Niye bu kadar ağlıyorsun?” O zat, “Beni konuşturma, kalbim duracak.” diyerek önce konuşmak istemez. Ancak, çok ısrar edince, bu halinin sebebinin ne olduğunu Âkif’e gözyaşları içerisinde şöyle izah eder: “Ben, Abdülhamid devrinde binbaşı idim. Anam-babam vefat edince Sadârete (Sadrazamlığa) bir dilekçe gönderdim. Dedim ki: “Mallarımız, gayrimenkullerimiz var. Bunların bir nezâretçiye (bakıcıya) ihtiyacı vardır. Kabul buyurulursa istifa etmek istiyorum.”

Sadâret benim dilekçemi padişaha göndermiş. Bana doğrudan doğruya hünkârdan bir yazı geldi. “İstifa kabul edilmedi” deniyordu. Ben bir daha gönderdim. Yine aynı cevap geldi. Bizzat huzura çıkıp şifâhi (yüz yüze) görüşmek istedim. Ben o cehalet ile padişahın huzuruna çıktım:

- Sultanım, istifamın kabulünü istirham edeceğim. Durumumuz budur, dedim.

Derin derin biraz düşündü. İstifa etmemi istemiyordu. Yüzünden belli idi. Israrıma da dayanamadı. Öfkeli bir eda ile, elinin tersiyle:

- Haydi! İstifa ettirdik seni! dedi.

Ben dönüp, işimin başına geldim. Gece, mânâ âleminde orduların teftiş edildiğini gördüm. Rasulullah Efendimiz (sav), Yıldız Sarayı’nın önünde duruyordu. Bütün Türk ordusunu teftiş ediyordu. Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri de orada idi. Abdülhamid, edeple Fahri Kainat Efendimiz’in arkasında duruyordu.

Derken, benim birliğim geldi. Başında kumandan olmadığı için darmadağınıktı. Efendimiz: “Nerede bunun kumandanı?” diye sordular. Abdülhamid de: “Ya Rasulallah çok ısrar etti. İstifa ettirdik.” dedi.

- Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik! Buyurdular.

İşte ben o gün bugündür bunun hicranı ve pişmanlığı ile gözyaşı döküyor, kederleniyorum. Ben ağlamayayım da söyle kim ağlasın?(8)

“Sakın Aleyhinde Konuşma; O, Veliydi!”
Yazar Ahmed Şahin’in, Adıyamanlı merhum Mahmud Allahverdi’nin bizzat ağzından duyduğu şu yaşanmış hadise de, Sultan Abdülhamid’in “manevî hüviyetine” parlak bir ışık tutmaktadır:

“O günlerde ben de Sultan Abdülhamid aleyhtarı idim. Okulda anlatılanları gerçek sanıyor, aleyhinde bulunuyordum. Bir gün yine aleyhinde konuşurken, dükkanımdaki müşterinin biri bana çıkıştı: “Oğlum, sen imanlı insansın, sakın Abdülhamid aleyhinde konuşma. O büyük bir veli idi!”

Ben buna kızarak karşılık verdim: “Kim demiş veli diye? Memleketi bu hale getiren o değil mi? Ben öyle rivayetlere kulak asmam. Herkes bir şey söylüyor, kimi veli diye rivayet ediyor, kimi de deli diye...”

Yaşlı zat elindeki bastonuyla beni dürttü, belli ki kızmıştı: “Bana bak, şimdi sana öyle bir olay anlatacağım ki, bu ne bir rivayet, ne de bir söylenti. Bizzat yaşadığım, şahit olduğum, başımdan geçen bir olay bu!”

Ben bu defa dikkat kesilmiştim. Çünkü işitme, söylenti falan değil, bizzat yaşadığı bir olayı anlatacaktı. Nitekim başladı da anlatmaya:

- Ben, sekiz yaşına kadar dilsizdim. Konuşamıyor, el-kol işaretiyle maksadımı anlatmaya çalışıyordum. Babam buna çok üzülüyor, ne yapacağını bilemez halde bulunuyordu. Gitmedik hoca bırakmadı, ama hiçbiri de fayda etmedi. Bir gün yaşlı komşumuz geldi, dedi ki:

- Seni çok üzgün görüyorum, üzülmekte de haklısın. Bir baba için yavrusunun dilsiz olması kadar üzücü bir şey olamaz. Sana bir çare söyleyeceğim. Bunu mutlaka yap!

Babam ümitle gözlerini açıp dinlemeye başladı: “Yarın şu yoldan Sultan Abdülhamid geçecek, oğlunu mutlaka karşısına çıkar ve ona dua ettir. Osmanlı sultanlarında yedi evliya derecesi vardır, ola ki şifa bula.”

Bu tavsiye babamın aklına iyice yatmış olacak ki, beklenen saatte yol üzerine çıktık, ümitle beklemeye başladık. Az sonra yaylı araba göründü, ama bizim ona yaklaşmamız mümkün değildi. İzdiham çok fazlaydı; uzakta kalışımıza çok üzüldük.

Fayton hizamıza gelince beklenmedik bir olay oldu. Ansızın durdu, içeriden başını uzatan Sultan Abdülhamid Han bize doğru bakarak seslendi: “İhtiyar! Çocuğu getir, çocuğu!” Şaşırdık. Babam heyecanla elimden çekerek beni kalabalığın içinden arabanın yanına götürdü, elimden tutup yukarı çıkardılar. Sultan, yanaklarımı okşadı, bir şeyler okuyor gibiydi. Az sonra bana: “Beni tanıyor musun, ben kimim?” diye sordu.

Benim dilim tutuktu, cevap vermem imkansızdı. Dilsizdim. O anda bir şeyler hisseder gibi oldum. Birden dilim çözüldü, cevap verdim: “Sen bizim padişahımızsın!” Bunun üzerine babam, “Allah Allah!..” diye feryadı bastı. Beni aşağı indirdiler. Ondan sonra bülbül gibi konuşmaya devam ettim. Dilimin açılması onun duasıyla oldu.

İşte evladım, bu olay bir söylenti falan değil, bir yaşamadır. Sakın ola ki, Osmanlı sultanları aleyhine konuşmayasın. Onlarda gerçekten yedi evliya derecesi vardı. Dilimin açılmasına sebep onun duasıdır. Ona hep Yasin okumaktayım.”(9)



Dipnotlar: 1) E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.8, Ankara, 1988, s.249-250. 2) Vehbi Vakkasoğlu, Başkasının Günahına Ağlayan Adam, İstanbul, 2005, s.138. 3) Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, İstanbul, 1986, s.24-25. 4) Atıf Hüseyin Efendi’nin Hatıratı’ndan, s.266, 388; Karal, age, s.249-250; Mustafa Armağan, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, İstanbul, 2006, s.85-87. 5) Bkz. İsmail Çolak, Abdülhamid’i Yeniden Keşfetmek, İstanbul, 2007, Akis Kitap, s.49-56; Çolak, “Hz. Peygambere Hakarete Abdülhamid’in Müdahalesi”, Gülistan Dergisi, Nisan 2006, Sayı: 52. 6) Çolak, age, s.44. 7) Nak. İbrahim Refik, Efsane Soluklar, İzmir, 1992, T Ö V Yay, s.57. 8) M. Fethullah Gülen’in vaazlarında sıkça anlattığı bir hatıradır. Ayrıca bkz. Fazilet Takvimi, 24 Eylül 2003. 9) Ahmed Şahin, Olaylar Konuşuyor, İstanbul, 1995, Cihan Yay.; Şahin, “Sultan Abdülhamid Han Hakkında”, Zaman Gazetesi, 26 Mart 1996. Abdülhamid Han’ın farklı yönleri, kişiliği, projeleri, politikaları ve yenilikleri hakkında bkz. İsmail Çolak, Abdülhamid’i Yeniden Keşfetmek, İstanbul, 2007, Akis Kitap.

İSMAİL ÇOLAK
EdeB isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla