Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12-27-2007, 18:25   #82
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Sahsiyeti Muhufaza
II. Abdülhamid Han. Japonlar ve Japonya mevzuunda başlıca emeli, Avrupalılaşırken. şahsiyetini elde tutan ve ondan feda etmeyen bu milleti, şiddetle atıldığı yükselme yolunda gerçek dine de

ulaştırmak niyetindeydi. Nitekim, Japonya'da "Dinleri İnceleme" adında bir de teşkkül kurulmuş ve kongre tertiplenmişti. O güne kadar Japonya'da pek fena ve kaba şekilde yürütülen İslam propagandası, işte bu vesileyle birdenbire Japon halkının ruhuna yöneltilebi-lir ve Doğnun bu maazzam milleti elinde Müslümanlık yepyeni bir hamleye kavuşabilirdi. Abdülhamid Han buna çok ehemmiyet verdi. Japonlar tarafından istenilen din kitaplarını, kütüphanesinin en-nadide eserleri arasından seçip gönderdi ve bu kitapların arasına bir de üzerindeki insan emeği bakımından madde ölçüsüyle paha biçi-lemez bir Kur'ın Kerim ilave etti.Toplanacak kongre üstünde de en derin şekilde müessir olmayı düşünürken, misyonerler ve kozmopolitler tarafından araya bin fesat sokuldu ve başarı yolları kapatıldı. Mikado ise, yine aynı fesatlar yüzünden böyle bir kongereye lüzum görmediğini ve halkının dilediği dini seçmekte hür olduğunu ilan etti.

1904 Rus-Japon Harbinde koca Rusya'yı dize getiren Japonların ruhundaki ham mistiği anlayan ve onu İslamiyetle kemalleştir-mek isteyen Abdülhamid, böylece Japonlar nezdinde gizli bir müttefik muhafaza etmekten başka bir imkan bulunmadığını anladı.(154)

Hicran Olmuş Bir Hatıra Demir tavında dövülür

Sultan Abdülhamid Han, Fethi Okyar'a "hicran olmuş" bir ha-tıraşını anlatıyor;

"Şimdi size hicran olmuş bir hatıramdan bahsetmenin sırasıdır beyefendi oğlum... Tarihini sarih olarak söyliyemiyeceğim, fakat, Ruslara karşı kazandıkları zaferin arifesinde idi. Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, beni ziyarete geldi. İmparatorundan hususi bir mektup getiriyordu. Benden, İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslamiyeti yaymayı, mukaddes vazife sayan Abdürreşit İbrahim isimli, aslı Ka-zanlı olan bir Müslüman aliminden mektup almış, Japonya'daki İs-lami tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti. İslam aleminin Halifesi idim. Bir taraftan daima iftihar ettiğim ve hizmetkarı olma-
ya çalıştığını bu ali vazife, diğer taraftan ruhumda bu mahiyette şerefli hizmete duyduğum hasretle, mümkün olan herşeyi yaptım, fakat bu yardımım daha çok maddi sahada kaldı. Çünkü Abdürreşit İbrahim Efendi, bizim din adamlarımızdan başka hüviyet içinde idi. Türkçe, Arapça, Farsça'dan başka'Rusça, Japonca biliyordu. Avru-payı baştan aşağı dolaşmıştı; Çin'i bile görmüştü. Kırk yaşından sonra Fransızca ve Latince'yi de öğrendiğini yazmıştı. Japonya'da Şinto dininin değişen şartlar içinde Japon münevverlerini tatmin etmediğini, mantık,akıl,ilim,ruh birliği ve cihanşümul (evrensel) felsefeyi temsiledecek bir dini-manevi hareketin, Japon milletince benimseneceğini, İslamiyetin de aslında bütün bu vasıfları ihtiva ettiğini, sadece hakikatleri izah edecek kudret ve ilmi-manevi kifayette şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazmıştı. Japon imparatorundan, ailesinden bir Prensin ziyareti ile böyle bir mektup da alınca, mevcudun ehemmiyeti hadise olarak önümde idi.

Fakat, bizdeki din adamlarının ilmi ve manevi seviyelerini çok iyi biliyordum; Pederim merhum Sultan Abdülmecid'in büyük 102 ümitlerle genişlettiği Tıbbiye için Avrupadan getirttiği ecnebi mual-• limlerden dersalanlarm kafir olacağım söyleyen ulema benim saltanatımda da yerindeydi. Bugün gördüğünüz ve sizin de yetiştiğiniz mekteplerin çoğunu ya ben açtım, ya da bugünkü hale getirdim. Mekteb-i Sultanı (Galatasaray) ve harkesin serbestçe okuyabileceği metteplere bakınız: Nüfusa göre en az olan Türk talebedir. Bu, sadece iktasidi sebeplerle değildir. Bilhassa Anadoluda, bu mekteplerde okumanın selabet-i diniyeyi zedelediği hala telkin ediliyor. Eğer Harbiye'ye Hıristiyanları alma izni verilse, değil bizdeki ekalliyetler, Yunanistan'dan, hatta belki Rusya ve diğerlerinden talebe gelir: Ben saltanata geldiğim zaman, sadece Kuleli Askeri İadesi vardı. Ülkede yedi yerde askeri idadi, Selanik Harbiyesi, Selanik ve Konya'da hukukmektebini ben açtım. Bunlardan gayem, mülkiyeyi de, ilmiyeyi de tatminkar hale getirmekti. Ne ise...Bunları tarih birgün elbette yazacak...Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din alimleri kendi ülkemizde olsa, ve onları ben bulabilsey-dim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve Halife, yani Peygamberimizin vekili olarak İslam aleminin istifadesini teinin ederdim...Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmeteşayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler.Fakat ilmi kudretleri oklusu kadar cihanı telakki tarzları, bu

kadar büyük ve İslamiyetin mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi...Fakat Japon İmparatorunun istediği Müslüman din alimlerini yetiştirecek feyyaz membalar da artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu...Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı var.Saltanat müddetim sırasında en çok hatırladığım hakikatlerden birisi demir tavında dövülür darb-ı meselemiz (atasözümüz) olmuştur." (155)

Abdülhamid Han, İtalyanlara karşı, Bıngazi ve çevresinde geniş tesirleri olan Sunusiler'i destekleyerek onlara silah ve para yardımında bulunuluyordu. Aynı zamanda Sunusi Şeyhlerine maaşlar, nişanlar veriliyor, tekke ve zaviyeleri vergiden muaf tutuluyordu.

Sunusi kabilesi, Bingazi'nin güneyinde ve Büyük Sahra'nın ortasındaki yemyeşil Kufra Vahası'da yaşayan cesur, bağımsızlıklarına düşkün bir kabileydi. Sultan, Arabiyi, Fransızca ve Alman-ca'yı iyi bilen bir askerini, Azamzade Sadık Müeyyed Paşa'yı Ku-ra'ya Sunusiler'e iki defa göndererek onlara Osmanlı İmparatorlu- 103 ğu'na bağlılık ve sadakat yemini ettirdi. Sunusiler, bu sadakat yeminlerine 1911 'den 1919'a kadar çok sadık kaldılar. Kumandanlarının Türk subaylardan oluştuğu Sunusiler, sekiz yıl İtalyanlara karşı savaştılar. (156)

Şeyh Zafir'in kardeşi Seyyid Hamza, beş bin kuruş maaş ve üçüncü rütbeden Mecidi'ni şansı ile Trablusgarb'a yollanmış, daha sonra, başarılı hizmetlerinden dolayı ilmiye rütbesi ile taltif edilmişti. Bunun gibi, Seyyid Beşir de Bingazi'de İslamiyete hizmetle görevliydi. Tunuslu şeyhlerle irtibat kurulması görevi, Şeyh Zafir'e verilmişti. Zafir, şeyhleri konağında ağırlıyor ve onlara halifeden maaş bağlanmasını sağlıyordu. Sultan, bu arada, Trablusgarb'ın Tunus sınırında yaşayan aşiretlere de on bin adet tüfek göndermiş onları muhtemel İtalyan saldırısına hazırlıklı hale getirmişti.

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla