|
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
RUSYA'YA KARSI ZORLU MÜCADELE
Rusya, Osmanlıyı tehdit ediyor, Balkanlarda bir kargaşa ve bağımsızlık hareketi başlatıyordu. Mithat Paşa ise Rus ile herhangi bir savaş ihtimalinde İngilizler'in Osmanlı'nın yanında savaşa gireceğine inanıyor ve onlara güveniyordu.
Abdülhamid Han, Rusya'ya karşı devamlı temkinli, en yakınımızda gayet büyük ve korkunç bir düşman olduğunu belirtirdi.
Mithat Paşa gerektiğinde harp istiyordu. Sultan Abdülhamid
Han ise aksine harbi istemiyor, harbin kazanılsa bile felaket olduğuna inanıyordu. Harp çıkmasından çekinen Sultan, Mithat Paşa'dan konferans kararlarının değiştirilerek kabulü ile harbin önüne geçilmesini istemiş, fakat bunu başaramamıştı. Hatta bu uğurda onu azil ile Rüştü Paşa'yı yeniden sadarete getirmeyi bile düşünmüştü.
Paşayı saraya çağırarak : "Paşa Hazretleri! Sizi buraya çağırmanın sebebi, Konferans'in kararı Babıali'de Meclis-i Unıumi'ye konulup müzakere olunacatır. Bunun üzerine hazırlanan raporun birkaç yerinin değiştirilerek kabulünü Mithat Paşa'ya söyledimse de kabul etmedi. Raporun içindekiler bütün devleti savaşa sevk için meydan okuyor. Devletlerden müttefikimiz yoktur. O ise vardır diye ısrar ediyor. Saffet Paşa da iki derede bir arada kalmış adam gibi ne yapacağını bilmeyip, ağlıyor. Bana gelince ağlayıp, Mithat Paşa'ya gidence ne diyeceğini bilmiyor. Benim nazarımda Saffet Paşa'dan başka kimse göremiyorum. Sizin ise Anadolu'lu bir Türk ve pederim zamanından beri devletin nan-ı nimetiyle nimetlenmiş, tec-, 22 rübeli bir zat olduğunu biliyorum. Sizi makama getireyim. Meclis-i —j— Umumi'de devlet için ileride meydana gelecek sıkıntıyı bildirin. Benim arzumun da bu olduğunu bildirin." (207)
Savaşları kazananlar da kaybederler.
Sultan, İstanbul Konferansından istediği kararlan çıkartama-mıştı. Bunu, özellikle Mithat Paşa'nm altından çıktığına inanıyordu. Mithat Paşa sadarete getirilince Sultan Abdülhamid Han onu sıkı bir takibe almıştı. Özellikle, Sadrazam'ın konağında olup bitenleri yakından izliyordu. Paşa'nm konağı, Kanuni Esasi ilanının müteakip yeni Osmanlılar'ın sürekli toplantı yeri olmuştu. Her akşam burada içki içiliyor,sarhoşluğun tesir ile sultan'm kulağna kadar gelen ve onu rahatsız edici uygunsuz konuşmalar yapılıyordu. (208)
" devrid ü bürid ü şekest ü bi best"
Mithat Paşa aynı zamanda sözlerine itiraz edenlere derin kin duyar, yüzüne karşı meth edilmekten de aşan hoşlanırdı. Bu ise liderliğin, yöneticiliğin en zayıf yönlerindenden olup onların felaketini hazırlayan sebeplerdir.
Mithat Paşa'nm mizacı diktatörceydi. "Yıkıcı atılganlığı ile nam salmış olup, her işte kendi görüşüne tutkun olmakla dediğim dedik bir adamdı. Yükselmek hırsı ile dolu olduğu için 'Yeni Osmanlılar' adını alan cemiyetin başkanlığına geçerek 600 yıllık devletin yapısını bir anda değiştirmek, ülke ve milletin törelerini ve geleneklerini istediği kalıba sokmak gibi elde edilmesi imkansız bir kudretin kendisinde bulunduğunu sanmış ve çok defa "devrid ü bürid ü şekest ü bi best" (parsaladı, kesti, kırdı ve bağladı) şiirini anarak, devletin idare ağını parçalamayı, saltanatın otoritesini kırmayı kafasına koymuştu" (209)
Haddini Bilmek
Sultan Abdülhamid Han Mithat Paşa hakkında şunları ifade etmektedir;
"Sadrazam olduğunun ilk gününden itibaren bana adeta emir verir kesildi. Ve işlerinde Meşrutiyet'ten ziyade istibdada yatkındı. Mithat Paşa'yı yakından tanıyanlar rey ve icaraatında ne kadar müstebid (katı) olduğunu gizlemezler. Paşa, hürriyeti yalnız nefsi için istiyordu. Diyorlar ki, bizde Kanuni Esasi'yi Koyan Mithat Pa-şa'dır. Halbuki o öteden beri Meşrutiyet taraftan idi Lakin ismini bazı kitaplarda, methini işitmekle hasıl olmuş bir taraftarlıktı. Mithat Paşa, Meşrutiyet idaresinin Avrupa'da temin etmiş olduğu faydaları yalnız görmüş, fakat bu ilerlemenin diğer sebeplerini tetkik etmemiştir. Sulfatömör, her hastalığa, her bünyeye yaramadığı gibi usul-i Meşrutiyet de her kavme her milletin bünyesine fayda olmayacağını zannederim. Şimdi ise ( 1. Meşrutiyet'in tatili yıllarında) zararlı bulunduğuna eminim. Mithat Paşa, Kanuni Esasi'nin behemehal ilan olunmasını teklif ettiği zaman hiçbir devletin Kanuni Esasi'ni tetkik etmemiş ve bu babta esaslı bir fikir edinememiş idi. Rehberi Odyan Efendi idi. Odyan Efendi ise, o zaman bile bizde en mümtaz bir hukukşinas değildi. Zannederim ki, bu bilgisizlik Mithat Paşa ile Taif Kalesi'ne kadar beraber gitti." (210)
Mithat Paşa, aynı zamanda Sultan'a gayri Müslimlerden vali tayin edilmesi ve bunların da harp okuluna alınmasını isteyen bir dilekçe göndermişti. Abdülhamid Han ise bunu kabul etmeyerek : "Devletin temelini yıkacak olan istekler" şeklinde nitelendiriyordu. (211)
II. Abdülhamid Han'ı bir kukla gibi kullanamayacağını anlayan Mithat Paşa, sert bir mektup yazmaya karar verir. Bu mektubunda: "Meşrutiyeti getirmek ve ilandan maksadımız İstibdadı ortadan kaldırmak ve Zat-i Şahanenizi vazifesinde ikaz ve vükelayı devletin vazifesini tayin ve milletimizin meyamnda süratli gelişmeyi tamin edip elbirliğiyle ve gerçekten memleketin ıslahına çalışmaktır...Padişahım, Osmanlılar, kendi kendilerini ıslah ve idare iktidarına haiz olmalıdırlar. Usul-i Meşrutiyetle idare olunan her memlekette nizam nedir bilir misiniz? Tarife hacet yoktur. Bendenize emniyet ediniz efendim, bununla beraber rical-i milletten de emini olunuz..." (212)
Sultan'a karşı takındığı bu tavırları neticesinde 5 Şubat 1877 günü sürgüne gönderildi. Ve ne İngiltere'den ne de halktan beklediği tepkiyi bulamadı.
II. Abdülhamid Han, bu konuya şu şekilde değinir: "Mithat Paşa, sadaretinde milletin kendisini sevdiğine o kadar inanmıştı ki, azlettiğim anda büyük bir ihtilal çıkarak benim hal' ve belki de idam edileceğimi bile saklamaya gerek görmedi. Halbuki, ben onu Avrupa'ya uzaklaştırdığım zaman, hiç kimse ağzını açmadığı gibi, birçok vezirler ve devletadamları beni kutlamışlar, şairler bana övgüler, ona yergiler yazarak, gazetelerle, kitaplar bunları yayınlamışlardı...
Kendisine hürriyet vermiş olan bir velinimetinin, henüz eserinin mürekkebi kurumadan, sadaretten ve memleketten uzaklaştarıl-masına halkın suskunluğu, aydının teşekkür ettiği bir memleketin Meşrutiyet idaresine ne kadar layık olduğunu ben söylemek istemem. Beni istibdad idaresinin en büyük taraftarı ve dünypamn en büyük müstebidi ilan edenler, hakikati hiç olmazsa ben dünyadan el çektikten sonra itiraf etsinler ve onlar da benden el çeksinler..."
|