SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
KIZINA NASIHATI
Kızı Ayşe Sultan, Selanik'te "Ah Efendimiz! Bir an evvel şu meşrutiyeti keşke vermiş olsaydınız" deyince, II. Abdülhamid Han yüzüne bakarak .şu cevabı verir;
" Kızım, siz de mi yanlış düşünüyorsunuz? Ben daima meşrutiyet taraftarı idim. Hatta padişahlığımın ilk zamanlarında o zamanki idarecilere bunu kabul ettirmek için ısrar etmiştim. Sonradan bunu kaldırmamız, milletin çok büyük zararlara uğrayacağı anlaşılmasından dolayı idi.
Maazallah devletimizin dağılmasına ramak kalmıştı. Beni meşrutiyet taraftan olmamakla itham edenler emin olsunlar ki yanıldıklarım anlayacaklardır. Kızım, bunu iyi biliniz ki bu İkinci meşrutiyet'i kendi arzumla verdim. Eğer mani olmak isteseydim, yapacak şeyi de pek ala bilirdim. Esasen meşrutiyetin ilanından önce bütün devletlerin kanun-i esasiyelerine malik olmak, meşrutiyeti bu suretle ilan etmek istiyordum. Ne yapalım. Allah nasib etmedi. Milletimin başında tecrübeli bir baba gibi bulunmak, böylelikle vatanımın selameti uğrunda çalışmak azmu kararında idim. Düşmanlarım bu fırsatı bana vermediler. Türlü güçlükler ve iftiralar icat ettiler. Nihayet 31 Mart Vak'ası meydana çıkarıldı. Ben, muş-rute bir hükümdarın yapacağını bir adım aşmadım. Ne ileri, ne de geri gittim. Lakin beni başka türlü başlarından def edemezlerdi. Ben takdire inanırım. Bu bize Allah'tandır. Eğer 31 Mart Vak'asını ben ihdas etmiş olsaydım bu şekilde yüzüme gözüme bulaştırmazdım. Nasıl yapılacağını pekala bilirdim. Tarih bu hakikati birgün meydana çıkaracaktır. Bundan dolayı kalbim müsterihtir. Kızım! Şahsım için iki Türk'ün, asker evlatlarımın birbirini kırmasını, kan dökülmesini Allah hakkı için istemedim. Bana bu iftirayı yükleyenleri Al- 181 lahıma havale ediyorum. Kızım! Bizim memlekettte kaht-ı rical var- • dır. Karşımda aklına ve ilmine güvendiğim yalnız iki vezir görüyordum. Bunlardan biri Said Paşa, biri de Kamil Paşa idi. Her ikisi de çok değerli oldukları halde daima bir ipte oynayan iki cambaz gibiydiler. En sıkıştığını zaman bunlardan birini getiriyor, tecrübelerinden istifade etmek istiyordum. İşte ben tarihe karıştım. Meydan onlara kaldı. Kızım! Gördüğünüz bu zabit efendilerin cümlesi zamanımda yetişmiş., mektepten çiKmışlardır. Bugün ilmi irfan ocaklarımızdan çıkmış bunlar gibi birçok kimseler vardır. Maarifimiz de ilerlemiştir. Otuz sene evvelki gibi değiliz. İnşaallah idare ederler de devlet bir zarara uğramız. Kızım! Görüyorsunuz ki bize gazete, kitap vermiyorlar. Ahvali bizden gizliyorlar. Fakat maalesef gidişimizin iyi olmadığını hissediyorum. Fakat ahvali bilmiş olsa da ne faydası olacak? Bilmemeyi daha hayırlı görüyorum. Ben çok görmüş, çok çekmiş bir insanım. Şimdi yaşımız da ilerledi. Eski takat ve kuvvetimiz de kalmadı. Hayırlısı, çekilip, devlete millete dua ederek ibadetle ahır-i ömrümüzü geçirmektir. Şunun bunun hakkında fena söz söylemeyin. Kaderinize razı olun. Hayır ve şer Allah'tandır. Deyin. Hayırlısını isteyen kimseye intizar etmeyin. Bunlar boş şeylerdir. Biliyorsunuz ki ecdadımızdan bizden ziyade çekenler,
başlarına büyük felaketler gelenler hallerinden sonra bizim kadar da huzur ve rahat görmeyenler de vardır. İşte ben burada evladü ayalimle oturuyorum. Bu halime şükrediyorum. Siz de şükredin. Millete dua edin. Allah millete zeval vermesin. Namaz kılacağım. Abdest almak lazım" (300)
II. Abdülhamid Han, bir padişahtı. Dünya altınları, mücevherler hep elinin altındaydı. İsteseydi kendisini ve çocuklarını baştan başa altınlarla donatırdı. Fakat o Allahu tealadan korkan, kul hakkından sakınan, her şeyi İslaıniyetin emrettiği şekilde yapmaya çalışan bir sultandı. O hem padişah, hem de halife idi. İslam aleminin başı idi. Müslümanlara örnek olmak, hepsinden daha iyi İslamiyetı yaşamak, adaletle hükmetmek vazifesiydi. O da öyle yaptı. Devletin malına, parasına el sürmedi. Ticarette kazandığı parasının bir kısmını gelecek nesillere aktarmak için ayırmıştı.
|