SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü...
Şehzadeye Filistin teklifi
1948'de İngilizler Filistin'de federal bir Arap-Yahudi devleti kurarak çekilme düşüncesine ağırlık verdiler. Kurulacak devlette Araplar üçte iki ekseriyetle temsil edilecekti.
Filistin cephesinde üç ordumuz vardı: Dördüncü, yedinci ve sekizinci ordularımız. Bunlardan 4. Ordu'nun geriye çekilmesi üzerine İngilizler yedinci ve sekizinci orduları -aşağı yukarı kâmilen- imhâ ettiler. Asker perişan kitleler hâlinde Şam'a çekildi. Fakat burada da tutunmak imkânı kalmayarak kuzeye doğru dağınık kâfileler hâlinde ilerledi. İngilizler, kuvvetlerini ikiye ayırarak bir kısmını Musul istikâmetinde, bir kısmını ise Filistin'e doğru harekete geçirdiler. 1918'in Eylül ayı sonlarıydı. Bu askerî mağlûbiyetin netîcesindedir ki, devletimiz 30 Ekim 1918 târihli Mondros Mütârekenâmesi'ni imzâlamıştır. General Allenbi kumandasındaki İngilizler Kudüs'e girdiklerinden az bir zaman sonra, İngiliz Hâriciye Nâzırı Lord Balfour bir beyannâme yayınlayarak Filistin'e Yahudi göçüne kapıları açmıştır.
Bol para verip toprak aldılar
O târihe kadar Kudüs civârında âzamî 50-60 bin Yahudi varken bu sayı sür'atle çoğalmaya başladı. Yeni köyler, çiftlikler tesis ediliyor ve bu da birçok ihtilaflara sebep oluyordu. İngilizler'in Araplarla münâsebeti ve binnetîce menfaati vardı. Bu sebeple iki yüzlü bir siyâset tâkip ederek kâh Araplar'ın, kâh Yahudiler'in gönlünü almak yolunu tutuyordu. Filistinli Araplar, Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseynî'nin etrâfında toplandılar, onun teşvikiyle tedhişçi bir milis kuvveti hâline geldiler. Karışıklıklar, İngiliz idâresini müşkil durumda bırakıyordu. Yahudiler de mukâbil bir askerî düzenlemeyi gerçekleştirmekte geç kalmadılar: Hagânah Teşkilâtı... Bu yarı milis, yarı asker mukâbil teşkilatla Emin el-Huseynî ve adamlarına büyük zâyiât verdirmeye başladılar. Emir Faysal'la Yahudiler arasında imzalanan anlaşma ortalığı yatıştırmadı.
Filistin'e bir kral namzedi
İngilizler'de Filistin'de federal bir Arap-Yahudi devleti kurarak oradan çekilme düşüncesi ağırlık kazanmaya başladı. Araplar üçte iki ekseriyetle temsil edileceklerdi. Devlet reisinin Arap olmasını Yahudiler, azınlık olan Yahudiler'den bir devlet reisi seçilmesini ise Araplar kabûl etmezdi. Çâreyi İngilizler'le Yahudiler müştereken şöyle buldular: Federal Arap-Yahudi Filistin devletinin, devlet reisi bir Osmanlı şehzâdesi olmalıdır. Bunu Yahudiler uygun gördüler. Araplar'ın da uygun bulacağı düşünüldü. Mısır'da olan Şehzâde Mahmud Şevket Efendi üzerinde karar kılındı. Şevket Efendi, Sultan Aziz'in oğlu Seyfeddin Efendi'nin mahdûmu idi. Hânedân, vatan-ı azîzinden tard edildikten sonra Mısır'a yerleşmişti. İyi yetişmiş, siyâsî ahvâli kavramakta ve tahlil etmekte mâhir ve faal bir insandı. Bu vasfı sebebiyledir ki, daha sonra Nâsır ondan endişe edecek ve kendisini Mısır'dan tard edecekti. Şevket Efendi, Mısır'dan çıkarıldıktan sonra Fransa'nın bir kasabasında oturuyordu. Burada Cezâyir istiklâlinden sonra Fransa'ya göç eden Araplar'a bir rehabilitasyon merkezi kurulmuş bulunuyordu ki; oniki dil bilen kızı Nermin Sultan'a tercümanlık vazifesi verilmişti. Şevket Efendi'yi, 1965'de Fransa'da ziyâret ettim. Ona Filistin krallığı meselesini de sormuştum.
İNGİLİZLER HÜKÜMET KURACAKLARDI
1965'de Osmanlı şehzadesi Mahmut Şevket Efendi ile yaptığımız röportaj:
-Size Filistin'de hükümdarlık teklif edilmiş, değil mi efendim?
-1948 senesindeydi. İngilizler, Filistin'den çekiliyorlardı. Çekilmeden önce, orada yerli bir hükümeti kurmak istemişlerdi: Bir Filistin hükümeti. Fakat bu, ne bir Arap ve ne de bir Yahudi hükümeti olacaktı. Şüphesiz, orada büyük çoğunluk o zamanlar Araplar'da idi. Gayet az miktarda da Yahudi vardı. İngilizler, bu iki ceamatten müteşekkil bir hükümet teşkilini düşünmüşlerdi. Araplar bunu kabul etmediler. O zaman Araplar'ın, eski Kudüs Müftüsü Emîn el- Hüseynî'nin riyâseti altında 'Lecnetü'l-ulyâ el-Arabiye-t-ül Filistiniyye' adında bir cemiyetleri vardı. Teklif edilen devlette her hususta Araplar üçte iki, Yahudiler ise üçtü bir nisbetinde temsil edileceklerdi. Bu cemiyetin vâkî teklifi reddetmiş olmasına mukabil, Yahudiler kabul ediyor ve büyük bir tehalük gösteriyorlardı. Zira, Yahudiler azınlıktaydılar. Fakat kuvvetli bir azınlık!... Araplar ise, onlardan pekçok fazla idiler, amma bu sadece bir sayı üstünlüğü idi. Başkaca bir mânâ ifâde etmiyordu.
Bu iş için Araplar'la Kâhire'de temasa geçen İngilizler, hiçbir müsbet netice elde edemediler. Emin el-Hüseynî'nin riyaseti altındaki Arap liderlerinden müteşekkil bu onüç kişilik cemiyet, teklifi kabule yanaşmamışsa da müzâkereyi devam ettiriyordu. Bu cemiyet mensuplarından müteşekkil bir hey'et bu maksatla Londra'ya gönderilmişti.
Bu mes'elenin Araplar'la İngilizler arasındaki müzakereleri Londra'da devam ederken ben o zaman Mısır Başvekili olan Mehmed Mahmud Paşa'nın evinin karşısındaki bir apartmanda oturuyordum. Londra'ya giden Araplar, yine hiçbir netice elde edemeden Kahire'ye dönmüşlerdi. Tam o arada bir gün vaktiyle İngilizler'le münasebette olduğunu sonradan işittiğim bir Türk bana telefon etti. Ve dedi ki:
'-Sizi muhakkak görmek istiyorum. Lütfen beni kabul eder misiniz?'
O ana kadar Mısır'da yaşadığı ve bir Türk olduğu halde kendisini tanımazdım. Fakat nasıl:
'-Sizi tanımıyorum, gelmeyin!...' diyebilirdim. Üstelik telefon eden bir vatandaşımdı. Bu sebeple:
'-Buyurun!..' dedim.
Adamcağız az sonra çıkıp geldi. Kelli felli bir adamdı. Otomobilli, şoförlü filândı. Karın, göbek de o biçim. Parmağında güzel, iri taşlı pırlantalı mırlantalı eski sistem yüzükler vardı. Bir erkeğin parmağında da böyle kadın gibi mübalâğalı yüzükler bulunsun, doğrusu akıl alacak bir şey değil. Nihayet dedi ki:
'- Efendim, burada Yahudi 'Hagana' Cemiyeti'nin bir mümessili var.'
Sözünü keserek:
'-Peki bundan bana ne?,..' diye karşılık verdim.
'-Yoo...' dedi. 'Sizinle görüşmek istiyor.'
'- Allah, Allah!.. Yahudi Hagana Cemiyeti'nin mümessilinin benimle ne alâkası var, niçin görüşmek ister?..'
'-Zararı yok' dedi. 'Herhalde bir söyleyeceği olmalı. Ne söyleyeceğini ben bilmiyorum ama, bir kere görüşürseniz iyi olur zannederim.'
Ben ona sorabilirdim. 'Madem ne söyleyeceğini bilmiyorsunuz niçin bu görüşmeye tavassut ediyorsunuz? Sizin bu Yahudi cemiyeti ve onun mümesssili ile münâsebetiniz nedir?' Nezaketsizlik olmasın diye sormak istemedim. Ayrıca da, ben bu işe ehemmiyet atfetmiyor ve adamı baştan savmak istiyordum. Kendisini sırf bir nezaket eseri kabilinden kabul etmiş, konuşuyordum. Onunla da görüşmeyi teklif ettiği, Yahudi cemiyeti ile de hiçbir münâsebetim yoktu ve olamazdı.
'-Vallahi' dedim, 'evet veya hayır diyebilmek için, rica ederim bana bir iki gün müsaade ediniz! Şöyle bir düşüneyim, ondan sonra reyimi size söylerim...'
Kendisinin telefonu vardı.
'-Size telefon ederim beyefendi' diye ilâve ettim.
'-Peki' dedi.
Gayet nâzik ve terbiyeli bir adamdı. Zannedersem evvelce Türkiye'de emniyet şube müdürlerindenmiş. Son derecede zeki ve kurnaz bir kimseye benziyordu.
|