|
Türkiye'nin İstikrar Gerçeği (Büyüme Verileri)
Ekonomide verimlilik istikrar sayesinde sağlandı
Türkiye, son beş senede tam 20 çeyrektir nefes almadan büyüyor. 2003-06 ortalama büyümesi tam yüzde 7,2 (Şekil-1). OECD'nin bu en yüksek büyüme performansı sayesinde AB ile aradaki gelir farkı ilk defa açılmak yerine kapanmaya başladı.

Birçok Avrupalı, "20 sene sonra bu gidişle istesek de Türkiye AB'ye girmeyebilir." açıklamasını yapıyor. ABD'nin en büyük işadamları, "Başıma silah dayasanız artık yatırım için ABD'yi değil, Türkiye'yi tercih ederim" diyor. Kişi başı gelir 5 bin 400 doları görürken, gelir dağılımında da ciddi toparlanmalar var. Ancak krizler ülkesinden fırsatlar ülkesine, depresyonlar ülkesinden büyük hayaller ve taze umutlar ülkesine dönüşme hikâyesi kolay olmadı. Bu güzel haberlerin kahramanı halkımız, en büyük nedeni ise istikrar.
Türkiye, büyük bir bedel ödeyerek, artık özlediği verimlilik ekonomisinin kapısını nihayet çalmışa benziyor. Bunun aktörleri ve faktörleri ise incelemeye değer. Son yıllarda ekonominin büyüme motoru yatırımlara ve üretime dayanıyor.
Şekil-2'de 2002-2006 arasında özel kesimin yaptığı sabit sermaye yatırım hamlesi görülüyor.

Bunun sonucunda sanayi üretim artışı 2004, 2005 ve 2006 yıllarının tamamında sırasıyla yüzde 9,8, yüzde 5,4 ve yüzde 7,4 oranında gerçekleşti. 2007 yılında da ivme devam ediyor. Yüzde 10,8 oranındaki artışıyla sanayi üretimi yılın ilk iki ayında da ivmesine devam etti. Bu arada en yüksek üretim artışı ise yüzde 11 ile imalat sanayiinde görüldü.
Bu nedenledir ki; GSMH'nin yüzde 6 kadar büyüdüğü 2006 yılında sabit sermaye oluşumu da yine açık ara önde gitti ve yüzde 14'lük bir artış gerçekleştirdi. Her zaman ifade ediyoruz; bütün bu hamleleri yapmak üzere en büyük sıkıntı iç finansmanda. Ulusal tasarruflar yetersiz, maliyeti yüksek ve vadeler oldukça kısa. Allah'tan 2002 sonrasında dünyada çok istisnai olumlu bir dalga süregeldi. Küresel büyüme ve talep çok yüksek, sermaye hareketleri ise yükselen piyasalara akıyor. Bunu en iyi değerlendiren ülkelerin başında Türkiye geldi. Şekil-3'te, özel sektör yatırım harcamaları ile uzun vadeli net kredi kullanımı arasındaki yakın ilişki gösteriliyor. İyi de olmuş.

Unutmayınız ki, olmayan şeyin tasarrufu da olmaz. Fakir ve geliri düşük halk tasarruf edemez. Biliyorsunuz, tasarrufsuz kalkınma, kalkınmasız da tasarruf olmaz. O kısırdöngüyü kırmak için ise çağımızda dış-âlem unsurlarını lehimize kullanabilmemiz lazım. Mevcut yatırım ve üretim hamlesi gelecek günlerdeki gelirin ve tasarrufun habercisidir. Geliri ve tasarrufu artırmanın, enflasyonu da kalıcı olarak düşürmenin ve katma değeri artırarak cari açığı yok etmenin biricik yolu verimlilik ekonomisinden geçiyor.
1990-2000 arası verimlilik ekonomisi açısından tam manasıyla kayıp on yıl oldu. Rejimin istikrarı adına yedi senede üç derin ekonomik kriz tetiklendi (1994, 1999, 2001). Şekil-4'te ibret verici veriler var. 1990-2000 arasındaki on senede ortalama üretime katkısı emeğin yüzde 73,2, sermayenin yüzde 23,5. Verimliliğin katkısı ise kısaca 'yok' denecek düzeyde.

Kredi vermek için yarışıyorlar
Kısaca Türkiye reel devalüasyonlar ve emeğin sırtından 'fakirleştiren' bir üretim yapmış. Nitekim 1996 yılında kişi başına milli gelir 3 bin dolardan 2001 yılında 2 bin 100 dolara düşmüş. 2001-2005 aralığında faktörlerin katkısı emekte yüzde 51, sermayede sadece yüzde 6,3 ve toplam faktör verimliliğinde yüzde 42'lere fırlamış. Gidilecek yol uzun. Toplam Faktör Verimliliği (TFV) katkısı yüzde 80'leri bulmalı. Ancak bu da muazzam bir rakamdır. En önemlisi ise bir ülkenin artık verimlilik ekonomisi kültürüne ve ihtiyacına zihnen açık hale geliyor ve bunu içselleştiriyor olması. Bütün kesimlerde ilk defa bir 'inovasyon', 'buluş-icat' heyecanı var. Hükümet 'verimlilik esaslı teşvik' çıkartıyor, ilk defa görülen bir gelişme. KOSGEB ve TÜBİTAK adeta kapı kapı dolaşıyor, kaynak var "Getir yol haritanı, götür kaynağı" diye adeta bağırıyor. "Meteliğimiz yok" günlerinden sonra bunlar rüya gibi gelişmeler. Büyük şirketler, ilk defa iki büyük seçime aldırmıyorlar bile. 2007 yılının etkisine hiç girmemiş, yatırım kararları doludizgin devam ediyor. Bu, bizim istikrarsızlık tarihimizde az-buz bir gelişme değil. Basından takip ediyorsunuzdur... Şişe Cam, İş Bankası, Ülker, Tefken, Çelebi, Zorlu, Sabancı, Koç... Daha niceleri art arda milyar dolarlık yatırım paketlerini açıyorlar.
Bu gelişmeler felaket ve kriz tüccarlarını tedirgin edebilir, iyi haber alerjilerini azdırabilir.
Cumhurbaşkanı giderayak kavganın fitilini ateşlercesine "Rejimi tehdit eden istikrarı istemeyiz." mealinde konuşuyor. Hazreti biliriz, babası yaşında bir insanın kafasına kitap fırlatıp milleti tarihin en karanlık tüneline sokan da kendisi idi. Rahmetli Ecevit, titrek sesiyle, "Devlet adamlığı tarihimizde böylesini görmedim." diye adeta ağlıyordu.
Rejimin istikrarını, bir avuç beyaz Türk'ün azınlık saltanatı temin edemez.
Unutmayın, istikrar içinde yanlış ve eksiklerin kapatılma şansı daima mevcut. İstikrarın kaybolup, kavganın başladığı yerde ise felaketler kural, iyi haber ise istisnaya döner. Yüksek rakımlı tepelere uğramamış olabilir; ancak bunu en iyi 1990'lı yılları tümüyle kaybeden gariban halkımız yaşayarak öğrendi. Bu tarihî kırılma noktasına yeni bir 'kitap fırlatılmasını' millet asla affetmez.
16 Nisan 2007, İbrahim Öztürk Zaman
|