HAK – BATIL MÜCADELESİ (Hakan DOĞDU)
Kelime-i şehadet getirdikten sonra bir Müslüman acaba her şeyi boşverip de köşesine çekilebilir mi.Tüm dünyadan kendisini soyutlayarak ve hiçbir olan bitenle de ilgilenmeden yaşayabilir mi.Veya gerçekten bir müslümanın böyle mi yaşaması gerekir.
Elbette ki HAYIR.Öncelikle İslam Dini’ni biraz araştıracak olsak, bu güzel dinin aslında pasiflik içermediğini, hatta bilakis büyük aktiflik istediğini görürüz,fark ederiz,anlarız. Mesela biz Müslümanların Cuma’sı vardır değil mi. Cuma günlerinin önemi oldukça büyüktür.Cuma gününde Müslümanlar toplanma yerlerinde (camilerde) toplanırlar ve birlikte namaz kılarlar.Bir Müslüman ben cumaya gitmiyorum diyemez.Eğer derse o sözü kendisini bağlar ve yaptığı İslam dışı olur.Cuma gününün bir çok faydaları vardır.Mesela Cuma günü müslümanlar bir araya geldiklerinde, aralarında ki fakir ve muhtaç kimseleri tespit eder ve gereğini yaparlar. Fakir olana yapılan yardım gibi, ilmi olarak da fakir olan, bilgisiz ya da eğitime muhtaç olan insanlar da Cuma günleri bu eksikliklerini giderirler.
Dahası, en büyük ibadetlerden biri de, Kur’an-ı Kerim’de namaz ile birlikte sıkça anılan zekattır. Maddi durumu iyi olanlar, olmayanlara bir miktar para vererek yaşam zorluğunun bir nebze olsun azalmasına katkıda bulunurlar.Ayrıca sadaka da bu tip ibadetlerden biridir.
Sadece maddi konularda değil, akla gelebilecek her durumda Müslümanlar birbirlerine destek olurlar. Hadis ve ayetleri araştırır, alimlerin de hayatlarını ve yaşayışlarını inceleyecek olursak, o zaman da göreceğiz ki, bir Müslüman kesinlikle kendisini toplumdan soyutlayamaz, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyemez, komşusu açken tok yatamaz ve ortadoğuda kardeşi ölürken, kendisi burada rahat bir yaşam süremez.
Fakat günümüzde müslümanlar (ki özellikle de ülkemizde) maalesef araştırmıyor, öğrenmiyor ve de ilgilenmiyorlar. Ortadoğudaki Müslüman kardeşlerimizin eziyetlerinin nasıl sona ereceğini, en azından bunun için ne yapılacağını pek azı hariç kimseye sormuyor, bunu dert edinmiyorlar.
Öncelikle işe düşmandan başlamak gerekir. Eğer düşmanımızı iyi öğrenirsek, onu tanırsak, daha en baştan onların tuzaklarına düşmemiş oluruz. Böylece tüm diğer Müslüman dost ve kardeşlerimize yapılan eziyetler karşısında hem daha etkili oluruz, hem de çarşıya pirinç almaya giderken, evdeki bulgurdan olup, kendimiz de İslam düşmanlarının engellemelerine maruz kalmayız. Düşmanı tanımak içinse mutlaka en başına ama en başa dönmek gerekmektedir. Çünkü İslam ile düşmanları arasında ki savaş ilk olarak insanoğlunun yaratılmasıyla başlar. İşte biz İslam ile İslam düşmanları arasındaki bu savaşa Hak – Batıl mücadelesi diyoruz.
Hak – Batıl mücadelesi ilk olarak Hz. Adem (a.s.) ile şeytan arasında başlamıştır. Şeytanın, bilindiği gibi Allah’ın (c.c.) secde et emrine itirazı üzerine başlamıştı bu mücadele. Adem (a.s.)’ın cennetten kovulmasıyla da devam etti. Allah (c.c.) sonunda Adem (a.s.) affettiğini haber verdi elbette ve hepimiz biliyoruz ki kaybeden şeytan oldu. Adem (a.s.) Hakkı, şeytan ise batılı temsil ediyordu ve elbette bu mücadele burada bitmedi.
Adem’in (a.s.) iki çocuğu arasında da bir mücadele başladı. İslam Tarihi kitaplarında bize nakledildiğine göre Habil ile Kabil arasında bu Hak – Batıl mücadelesi devam etmiş ve batılı Kabil temsil etmiştir. Fazla detaylara girmeye gerek yok. Hepimizce malumdur ki, bu mücadele de batılı temsil eden Kabil’in kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Kabil sonunda Allah’ın gazabına maruz kalmıştır. Habil’in ise adı şehit olarak yazılmıştır.
Ardından daha bir çok mücadele oldu yeryüzünde. Mesela Nuh (a.s.) da büyük bir Hak – batıl mücadelesi içerisinde ve Hakkı temsil eden taraf olarak yer aldı. Karşısındaysa O’nun yüzyıllarca süren tebliğine karşı baş kaldıran kavmi vardı. O’na inanmadılar ve batılın safında kalarak kendilerine zulmettiler. Bu mücadeleyi de Hakkı üstün tutan ve batılın karşısında mücadele veren Nuh (a.s.) kazandı.
Ancak mücadele yine sona ermedi. Allah (c.c.) bir imtihan vesilesi olarak bu mücadeleyi hep var etti yeryüzünde.
İbrahim (a.s.)’da diğer bütün peygamberler gibi büyük bir Hak – batıl mücadelesi içerisindeydi ve kendisini tanrı olarak ilan edecek kadar sapık bir düşüncenin içerisinde, sonuna kadar batıl kalan bir idareciye karşı durdu. Ama yine Hakkı temsil eden Müslümanlar kazandı ve Nemrut Allah’ın lanetine maruz kaldı.
Daha sonra Musa (a.s.) ile Firavun arasında, İsa (a.s.) ile israiloğulları arasında, hepimizce malum olan o mücadeleler gerçekleşti. Daimi olarak elbette hep Hakkın yanında yer alan ve Hakkı üstün tutan insanlar kazandı. Batılın temsilcileri ise hep yenilmiş oldular.
Ardından yine bitmedi mücadele ve Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz ve O’nun (s.a.v.) karşısında ki, Mekke müşrikleri, Yahudiler ve diğer kafirler ile devam etti. Burada Efendimiz (s.a.v.) elbette Hak Davayı gütmüş ve İslam Bayrağı’nı en güzel biçimde taşımıştır. Hiçbir zaman bana dokunmayan yılan bin yaşasın dememiş ve sürekli olarak müslümanın derdi ile dertlenmiştir.
Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’den sonra da Hak – batıl mücadelesinin bittiğini söylememiz mümkün değildir. Zira o dönemden beridir elbette Müslümanlar, çeşitli işkencelere ve taarruzlara maruz kalmışlar ama hep kazanmışlardır. Zahiren yenilmiş gibi göründükleri zamanlar için de bakılırsa aslında Allah’ın onları Kur’an da övdüğü görülür. Bu da bir Müslüman için zaten kazanmış olmak demektir.
Osmanlı dönemine gelindiğinde ise görülecektir ki yine mücadele bitmemiş ve bu sefer haçlı seferleri ile defalarca savaşlarla devam etmiştir. Bu savaşların da neticesi şüphesiz Hakkın yanında olanların cennetle ödüllenmeleriyle devam edegelmektedir. Bu gün kimse haçlı seferlerinin durduğunu iddia edemez. Nitekim bu günün Nemrut’u, Firavun’u ve Ebu Cehili, ABD, Avrupa Birliği ve İsraildir.
İşte bu günün İslam düşmanları, ortadoğuyu kana bulayan, kendilerine köle bir dünya düzeni kuran ve hiçbir müslümana da yaşama şansı vermeyen bu şeytan üçlüsü (ABD,AB,İSRAİL) karşısında tüm müslümanların birlik olması ve Hak mücadeleyi devam ettirmesi gerekmektedir. Bilinmelidir ki bu mücadelede sessiz kalmak, karşı safa geçmek demektir. Çünkü bu şeytan üçlüsünün de istediği budur zaten. Müslümanlar olan bitene sessiz kalsın, gerisi kolay onlar için. Ancak onların bu hayallerini biz gerçekleştirmemeliyiz ve kesinlikle ortadoğuda olanları kendimize uzak görmemeliyiz.
ABD,AB ve İSRAİL’i daha iyi tanımak ve bunların oyununa gelmemek için de çalışmak gerekmektedir. Gelin bundan sonra her zamankinden daha fazla düşmanlarımızı tanımak ve onların oyunlarını bozmak adına zaman harcayalım, gelin hep birlikte ortadoğudaki kardeşlerimiz için bir şeyler yapalım. Mesela dua edelim elimizden hiçbirşey gelmiyorsa veya bir yardım kuruluşu aracılığıyla oraya para gönderelim ya da en azından İSRAİL, ABD VE AB’yi boykot edelim, bu şeytan üçlüsünü daha iyi tanımak için kitaplar okuyalım, araştırmalar yapalım.
GELİN HİÇ DEĞİLSE BUNDAN SONRA OLSUN, KENDİMİZDEN BAŞKALARI İÇİN YAŞAYALIM ve HER ZAMANKİNDEN DAHA FAZLA DUA EDELİM…
Hakan DOĞDU
|