Tekil Mesaj gösterimi
Alt 03-25-2008, 01:26   #2
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Sabetayizm ve Türkiye Dönmeleri
Sabetayist Cemaatlerin Dünü ve Bugünü: Yakubiler

Yakubilerde cemaat iki ana zümreden oluşuyordu: Ağniya (zenginler) ve Zuafa (fakirler). Bu iki grubun arasında da genel olarak ilişkiler yok denecek kadar azdı. Genel olarak giyim konusunda da bazı katı kuralları bulunmaktaydı ve cemaat kuralları gençlere ancak evlendiklerinde verilirdi. Benzeme-benzet prensibini en etkili şekilde uygulayan grup Yakubilerdi.

Eğitim konusuna da oldukça önem verdikleri için daha Selanikteyken özel okullar açtılar. Daha sonra Hamdibeyler ismini alacak olan Selimiye Mektebi bu cemaate aitti.

1924 Mübadelesi sonunda İstanbula geldiklerinde de diğer gruplardan ayrı kalmışlar ve hemen hemen yakın mahallelerde oturmalarına karşılık ayrılığı devam ettirmişlerdir. Mezarlıkları ise Feriköyde kendileri için ayrı olarak satın alınan bir bölümdedir. (Üç Sabetaycı Cemaat)

Karakaşiler

Muhafazakar olmalarıyla bilinen Karakaşiler, zanaatkar, esnaf ve işçilerden oluşuyordu. Genellikle dini yönü kuvvetli olan bilgili aileler bu grupta kalmıştır. Bugün Yakubiler ve Kapaniler gibi asimile olmamalarının ardındaki neden de budur. Yakubilerin aksine cemaat sırları, çocuklara onüç yaşına geldiklerinde verilmekteydi. Evlilikler sadece cemaat içinde yapılıyordu.

İslamiyet’e gösterdikleri bağlılık, Yakubilerin aksine bir görüntüden ibaretti. Karakaşilerin ekonomik açıdan çok fazla geliştikleri söylenemese de 19. yüzyıl sonrasında özellikle basın ve ticaret alanlarında ilerleme kaydetmişlerdir.

Karakaşiler de eğitim konusunda oldukça önemli hamlelerde bulunmuşlar ve Feyziye Mekteplerinin kuruluşuna öncülük etmişlerdir. Bugün dini ritüellerini en fazla uygulayan ve Sabetaycılığa bağlı kalan grup Karakaşilerdir. Halen kendi içlerinde evlilik kurumunu devam ettiren bu grup, dualarını İbranice ve Ladino dilinde okumaktadır. Özellikle Avrupadaki Sabetaycılarla geniş ilişkiler kurmuşlardır ve önemli bazı dinsel merkezlerde de halen faaliyet göstermektedirler. (Üç Sabetaycı Cemaat)

Ölülerini hala Bülbülderesi Mezarlığına defnetmektedirler. Feyziye Mektepleri ise yüz otuz yıldır eğitime devam etmektedir. (Yalçın, Soner, Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, 14. Baskı, İstanbul, 2004, s. 43)

Kapancılar

En kalabalık grup olan Kapancılar, çoğunlukla İzmir’de oturuyorlardı. Cemaat, üst ve orta sınıfı oluşturan tüccarlardan oluşuyordu.

Özellikle 18. yüzyılda Avrupanın dinsel merkezlerinde oldukça etkili olmuşlarsa da güçlerini giderek kaybetmişlerdir. Kapancılar her ne kadar Karakaşilerden ayrılmış da olsa, bu iki grubun arasındaki ilişki Yakubilere nazaran daha olumluydu. Nitekim Selanikte yerleşim alanları açısından birbirlerine oldukça yakındılar. Her bir grup diğerine komşular diye hitap ederdi.

Kapancılar daha çok ticaret ve sanayide gelişmeler göstermişti. Bu grubun üyeleri arasında bankacılar ve tüccarlar vardı. Kapancı grubu 19. yüzyılla beraber dışa açılmaya başlamış, özellikle eğitim alanında diğer gruplar gibi atılım yapmışlardır. Selanikte yetişen dönemin ünlü Kabalistleri bu grubun üyelerindendi. İnanç olarak sadece Sevinin dini prensiplerini kabul ettiklerinden, Sabetaycı teori konusunda çok daha saf inançlara sahiptiler. (Üç Sabetaycı Cemaat)

Bu noktada belirtmek gerekir ki; her dönemde oldukça farklı kuralları, toplumsal ve ekonomik konumları olan bu üç Sabetayist cemaat, tarih boyunca ilk defa bir çatı altında bir araya gelmişlerdir: İttihat ve Terakki Cemiyeti. (Yalçın, Soner, Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, 14. Baskı, İstanbul, 2004, s. 85) Osmanlı Devletini çöküşe götüren bu cemiyetin ortaya çıkışında Sabetayistlerin önemli bir rolü olmuştur.

Yahudiler ve Sabetaycılar

Sabetaycıları Yahudi sayan Osmanlının aksine, Yahudiler Sabetaycıları hiçbir zaman Yahudi saymamıştır. Bu nedenle Sabetaycılar kendi aralarında toplu halde ve ayrı mahallelerde yaşamış ve ne Yahudilere ne de Müslümanlara yüzyıllardır karışmamışlardır.

Örneğin Selanikin Hamidiye Mahallesinde Sabetayistlerin yaptırdığı ve bugün Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan Yeni Caminin ikinci katında kadınlara ayrılmış küçük bölümde renkli vitraylardan yapılmış altı köşeli yıldız bulunmaktadır. Ayrıca mermer trabzanlar da altı köşeli yıldızlarla süslenmiştir. (Yalçın, Soner, Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, 14. Baskı, İstanbul, 2004, s. 58; Tarih ve Toplum Dergisi, Aralık 1997, Selanik Dönmelerinin Camisi, yazan Marc David Baer) Müslüman olduğunu söyleyen bir cemaatin ibadet ettiği bir camide, Yahudi kültürünün ve dininin izlerinin bulunması Sabetaycıların Yahudilikten vazgeçmediklerinin önemli bir göstergesidir.

Bunlara karşılık kendilerini Müslüman gösterdikleri için, yabancı dillere büyük tepki gösteren Yahudilerin aksine, Türkçeyi öğrenmeyi gerekli saymışlardır. Bu yüzden Yahudiler daha çok kendi içlerine kapanırken, bu küçük cemaat, yönetici Türk kadroları ile daha fazla yakınlaşmıştır. (Fabrika Dergisi, Sayı:58, Nisan 2004; Goloğlu, Orhan, İttihatçılar ve Masonlar, Gür, İstanbul 1991 s:22-23)

Sabetaycılar da, Yahudiler de Fransız Devriminin etkisiyle modernleşme rüzgarına kapılmışlardır. Ancak Yahudiler haham engeli nedeniyle daha geç, bu engeli bulunmayan Sabetaycılar ise daha erken bir biçimde döneme ayak uydurmuşlardır.

Masonluk ve Sabetaycılık İlişkisi

18. yüzyıl başlarında Osmanlı topraklarına giren masonluk 1748 yılında yasaklanmasına rağmen, III. Selim döneminde tekrar ortaya çıkmıştır. Sözde evrensel bir felsefeyi, eşitliği ve kardeşliği savunan masonluğun dini arka plana atması, Sabetayistlerin mason localarına girmeleri için oldukça geçerli bir sebepti. O dönemde zaten dinden uzaklaşmış olan Sabetaycılara masonluk bu nedenle çekici gelmekteydi. Üstelik mason törenleriyle Sabetaycıların dinsel ritüelleri arasında da birçok benzerlik vardı. Ancak belirtmek gerekir ki, Sabetaycılar için masonluğun en çekici yanı gizliliğin esas olmasıydı. (Yalçın, Soner, Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, 14. Baskı, İstanbul, 2004, s. 84)

Selanikte o dönemde mason locaları ve tarikatlarda etkili olan Türk ve Müslüman kimlikli aydınların pek çoğu Sabetaycıydı. (Paul Dumont, Grand Orient de France Arşivlerinde Osmanlı İmparatorluğu XIX Yüzyıl Ortası ile 1.Dünya Savaşına Yakın Dönemde İstanbul’da Fransız Obedyansına Bağlı Mason Locaları, Çev:Dr.Rifat İnsel ,Mimar Sinan Yay. No:7, İstanbul 1984 s:78) Nitekim günümüzde de bazı mason localarının Grand Comandor (ya da Türkçe karşılığı ile Hakim Büyük Amir)lerinin de yine Sabetaycı ailelere mensup kişiler olduğu bilinmektedir.

Son olarak belirtmek gerekir ki, Sabetaycı aydınlar için İslamiyet’in en gizli düşmanı olan masonluk, sosyalleştikleri bir örgüttü. Üstelik giderek tümüyle etkisini yitiren dinsel kurumlarına bir alternatif olarak bu cemiyet onların manevi boşluklarının giderilmesinde de önemli bir role sahipti ve bu çatı altında buluşmaları bir rastlantı değildi. . (Sabetaycı Kültüre Ait Üç Belge)

Müslümanlığı Seçenler Zan Altında Bırakılmamalıdır

Kimi Sabetaycıların zaman zaman, gerek Osmanlı İmparatorluğu gerekse Türkiye Cumhuriyeti tarihinin önemli isimleri arasında yer aldıkları bir gerçektir. Özellikle siyaset ve ekonomi alanlarında ön plana çıktıkları bilinmektedir. Osmanlının son yılları ile Türkiye Devletinin kuruluş aşamasında, stratejik mevkilerde Sabetaycı kökenli olarak bilinen isimlere rastlamak mümkündür. Bakanlar, milletvekilleri, valiler, müsteşarlar, büyükelçiler, gazeteciler, öğretim görevlileri, doktorlar, avukatlar, iş adamları ve sanayiciler arasından kamuoyunda tanınmış kişiler çıkarmışlardır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dönmelerin içinde, her kesimde olabileceği gibi, samimi olmayan, İslam dinine düşman olan kimseler olabilir; ancak unutulmamalıdır ki bu kimseler arasında, samimi olarak Müslümanlığı seçmiş insanların da bulunma ihtimali vardır. Mümin, bir başka kimsenin Müslümanlığı tercih etmesinden mutlu olur, açık bir delil olmadığı sürece onun niyetini sorgulamaz. Her insanın takvasının derecesi, imanı ve Allaha yakınlığı sadece Allah Katında bellidir. Bu nedenle samimi bir Müslüman gibi davranan ve iyilerden olduğunu söyleyen biri için aksi bir yorumda bulunmak, Allahın müminlere yasakladığı bir tavırdır. Yüce Allah Kuranda bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız (savaşa çıktığınız) zaman gerekli araştırmayı yapın ve size (İslam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: Sen mümin değilsin demeyin. Asıl çok ganimet, Allah Katındadır, bundan önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice açıklık kazandırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 94)

Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde Kuran ahlakını gereği gibi yaşadıkları sürece hiçbir sapkın akım -Allahın izni ile- kendilerine zarar veremeyecektir.

Sabetaycılık, Ortaçağ İspanyasındaki dönmelik hareketinden farklıdır. İspanyadaki Yahudiler baskı ve tehditler karşısında, can ve mal güvenlikleri açısından Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kalmışlardır. Oysa Osmanlı İmparatorluğunda Yahudilere din değiştirmeleri yönünde hiçbir baskı uygulanmamıştır. (Bu, Bakara Suresinin 256. ayetinde bildirilen Dinde zorlama yoktur hükmünün bir uygulamasıdır.) Tüm Osmanlı tarihi boyunca Yahudi azınlıklara Ehl-i Kitap olarak bakılmış ve huzur içinde yaşamalarına imkan tanınmıştır. Bilindiği gibi Katolik İspanyanın hayat hakkı tanımadığı ve sürgün ettiği Yahudiler, aradıkları huzuru Osmanlı topraklarında bulmuştur. Osmanlı Devleti her türlü imkana ve güce sahip olmasına rağmen, geniş topraklarındaki çeşitli dinlere, dillere ve kültürlere sahip insanların inançlarına, geleneklerine hiçbir zaman müdahale etmemiştir. Osmanlının adalet ve hoşgörüye dayalı yönetim modeli, Yahudilere de tam bir inanç ve ibadet özgürlüğü ortamı sağlamıştır. Ancak o dönemdeki Sabetaycılar, kendilerine yönelik hiçbir baskı olmadığı halde böyle bir yola gerek duymuşlardır.

İslam Ahlakına Davet

Bir kişinin sonradan dinini değiştirerek Müslüman olması, gayet makul ve Kuran ahlakına uygun bir davranıştır. Samimi olduğu takdirde en güzel şekilde karşılık görecek bu durumun, yalnızca belli amaçlar ve stratejiler doğrultusunda göstermelik olarak yapılması ise büyük bir samimiyetsizliktir. Çünkü gizlilik yolunu seçerek, Müslüman olmadıkları halde çevrelerine öyle görünmeye çalışan ve ibadetleri taklit eden bazı kişiler, içinde yaşadıkları toplumdan hiçbir baskı görmedikleri halde ve kendi dinlerini özgürce yaşayabilecekken böyle bir tercihte bulunmuşlardır. Halbuki İslam ahlakı, barış ve hoşgörü temelleri üzerine kuruludur. Nitekim Peygamberimiz (sav) döneminden itibaren, İslam topraklarında yaşayan gayrimüslimler her devirde korunmuş ve dinlerini özgürce yaşama konusunda hiçbir sıkıntıyla karşılaşmamışlardır.

Kısaca, bu durum din ahlakını yaşayarak Allahın rızasını kazanmayı amaç edinmiş samimi bir insanın başvuracağı güzel bir davranış değildir. Bir kişi kendi dinini özgürce yaşayacağı bir ortamda bulunuyorsa, bunu saklamamalı veya bunun için rahatsızlık ve çekinme hissi duymamalıdır.

Ayrıca, hoşgörünün ve din özgürlüğünün olduğu bir ortamda kendi asıl inançlarını gizleyerek İslam’a ve diğer dinlere karşı bir faaliyet yapmanın ise ne kadar yakışıksız bir durum olduğu da açıktır. Tarih boyunca görüldüğü gibi, güzel ahlaka karşı olan ve bu yönde çaba gösteren akımların tamamı, her zaman başarısız olmuştur; çünkü Yüce Rabbimizin bildirdiği yolun haricindeki tüm sistemler başarısızlığa mahkumdur. Allahın izniyle, alametlerini yoğun bir şekilde yaşadığımız ahir zamanda bu tür sapkın akımların tümü ortadan kalkacak, İslam ahlakı tüm güzelliğiyle dünya çapında hakim olacaktır.

Ancak burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Her insan kasıtlı veya kasıtsız olarak hata yapabilir. Fakat kullarına karşı sonsuz merhamet sahibi olan Yüce Rabbimiz, Kuranda, hatalarından sonra bir daha geri dönmemek üzere samimi olarak tevbe eden ve bağışlanma dileyenlerin günahlarını affedeceğini bildirmektedir:

Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir. (Araf Suresi, 153)

Bu nedenle, bu yolu seçen insanlar da, geçmişte atalarının gösterdiği yanlış tutumu sürdürmekten vazgeçmeli ve gerçekten Müslüman olarak Yüce Allahın rızasını ve rahmetini kazanmaya çalışmalıdırlar. Böylelikle hem kendileri için hem de sonraki nesilleri için çok önemli bir adım atmış olacaklardır. Ayrıca bu sayede hem bu dünyada gizlenmenin getirdiği esaretten kurtulabilecek, hem de sonsuz ahiret yaşamlarını güzellik içinde geçirme imkanına sahip olabileceklerdir.

Ehl-i Kitaba Bakış

Yazı boyunca incelenen Sabetaycılık konusu, bazı kesimler tarafından yeterince araştırılmadığı için günümüzde büyük bir tehdit ve düşmanlık unsuru olarak görülmektedir. Bu düşünceye sahip bazı kişiler, bu mantıkla tüm Yahudileri de düşman kabul etmektedirler. Oysa bu büyük bir yanılgı ve Kuran ahlakına uymayan bir tavırdır.

Müslümanlar, tüm insanlara olduğu gibi Yahudilere karşı da adil bir bir tutum göstermeli; ancak ırkçı ve zalim bir ideoloji olan Siyonizme karşı fikri bir mücadele içinde olmalıdırlar. Yine aynı şekilde, ırkçı ve zalim bir ideoloji olan antisemitizme (Yahudi düşmanlığı) de karşı olmalıdırlar. Çünkü İslam ahlakı, dünyadaki her millete ve her inanca karşı adalet ve hoşgörüyle davranmayı gerektirir. Allah bir Kuran ayetinde, her toplum için adaleti ayakta tutmayı emretmektedir:

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise, Yüce Allahın insanlara dinini tebliğ etmeleri için gönderdiği peygamberlerinden olan Hz. Yakup, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın Yahudi soyundan gelen kutlu peygamberler olduklarıdır. Bu nedenle şuursuz bir Yahudi düşmanlığı, aynı zamanda peygamber nesillerine de düşman olmak anlamına gelmektedir. Bu da İslam ahlakına hiçbir yönüyle uymaz.

Bu yüzden bir Müslüman, bu tür bir bakış açısını asla tasvip etmediği gibi, bunun önüne geçmek için de var gücüyle çalışmalıdır.

Müslümanların Sabetaycılara karşı her zaman, makul ve adaleti gözeten bir üsluba sahip olmaları; ancak bu durumdan kurtulmaları için de onlara yardımcı olmaları gerekir. Onlara Yüce Allahın affının sonsuz olduğu hatırlatılmalı ve doğru yola çağrılmalıdırlar. Yoksa içinde bulundukları durum nedeniyle pişman olan ve doğruyu bulmak isteyen kişileri çaresiz bırakan üslup ve davranışlar, İslam ahlakına kesinlikle uymayan bir tavır olacaktır.

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 11. sayı (Mayıs 2005) 8. sayfada yayınlanmıştır.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla