|
Hz. Ka'b Bin Malik (r.anh)
Çile biteceğine daha da şiddetleniyordu. Aynı emir diğer üç Sahâbîye de gönderilmişti. Fakat bu emir de Kâ'b'ın ve arkadaşlarının Resûlullah'a bağlılığını sarsmadı. İşledikleri hatânın pişmanlığı içinde bütün rûhlarıyla Allah'a yalvarıp istiğfâr ediyorlardı.
Ama mü'minler cemâ'atinden ayrılmak, Allah ve Resûlünü terketmek akıllarından bile geçmiyordu. Îmânları böyle bir davranışa müsaade etmiyordu. Bundan sonrasını Kâ'b hazretleri şöyle anlatır:
"İnsanların bizimle konuşmalarının yasaklandığı günden 50 gece sonrasında, gecenin sabahında sabah namazını kıldım. Rûhum çok sıkılmış ve bulunduğum yere sığamaz bir vaziyette oturuyordum. Âdetâ yerle gök arasında sıkışmış ve gidecek hiçbir yeri kalmamış gibiydim. Tam bu esnâda bir ses işittim:
- Ey Mâlik'in oğlu Kâ'b, müjde, müjde!
Kurtuluş günü gelmişti. Hemen secdeye kapandım."
Peygamber efendimiz sabah namazından sonra, bu üç Sahâbînin tevbelerinin kabûl edildiğini halka ilân etmişti. Bunun üzerine Sahâbîler müjdeyi kardeşlerine ilân etmek için yarışırcasına koştular ve Kâ'b'la birlikte diğer iki Sahâbîye müjdeciler gönderdiler.
Kâ'b bin Mâlik, bundan sonrasını ve Peygamberimizin yanına gidişini şöyle anlatır:
"Hemen Resûlullah efendimize gittim. Halk, beni takım takım karşıladılar. "Allah'ın, tevbeni kabûl buyurması, sana kutlu olsun!" diyerek beni, kutladılar.
Mescide varıp girdim. O sırada, Resûlullah efendimiz, eshâbıyla oturuyordu."
Kâ'b bin Mâlik anlatmasına şöyle devam etti:
"Kendisine selâm verdiğim zaman, Resûlullah efendimiz, sevinçten yüzü şimşek çakar gibi bir hâlde olarak bana buyurdu ki:
- Seni, öyle bir günün hayır ve saâdetiyle müjdelerim ki, o, annenin doğurduğu günden beri geçirdiğin günlerin hayırlısıdır! Sen, hiç bir zaman, üzerine doğmamış olan hayırlı güne gel!
Bunun üzerine Peygamber efendimize sordum:
- Yâ Resûlallah! Bu müjde, Senden mi, yoksa, Allahü teâlâdan mı?
- Hayır! Benden değil, Allahü teâlâdandır!
Zâten, Allahü teâlâ tarafından sevindirildiği zaman, Resûlullah'ın yüzü, sevinçten, ay parçası gibi parıldardı. Bunu, biz de, yüzünün parıltısından anlardık.
Resûlullah aleyhisselâmın önüne oturunca dedim ki:
- Yâ Resûlallah! Hem tevbemin kabûlüne şükür için, hem de Allah'ın ve Resûlünün rızâsını kazanmak için sadaka olarak malımdan sıyrılıp çıkacağım!
Resûlullah aleyhisselâm buyurdu ki:
- Malının bir kısmını yanında tut. Hepsini dağıtma! Bu, senin için daha hayırlıdır.
Bunun üzerine dedim ki:
- Öyle ise, Hayber'de hisseme düşmüş olan malı, yanımda tutar, kendime alıkorum. Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ beni, ancak doğrulukla kurtardı. Artık ben, tevbemin icâbından olarak, bundan böyle sağ kaldıkça, yaşadıkça, doğrudan başka bir şey söylemeyeceğim!
Vallahi, Resûlullah efendimize, bunları söylediğimden beri, Müslümanlardan hiç bir kimse bilmiyorum ki, doğru söylemek husûsunda, Allahü teâlânın bana yaptığı imtihandan daha güzel imtihanı ona yapmış olsun!
Resûlullah efendimize, bunları söylediğimden bu güne dek yalan bir şey söylemek, aklımdan bile geçmemiştir. Bundan sonra sağ kaldığım zaman içinde de, Allahü teâlânın beni yalandan koruyacağını umarım!
Günün birinde, şâirler için âyet-i kerîme indi. Cenâbı Hak, kelâmında meâlen buyurdu ki:
(Onlara, şâirlere ancak, sapıklar uyarlar...)
Bu şiddetli hitap karşısında, Hz. Abdullah bin Revâha, Kâ'b bin Mâlik ve Hassân bin Sâbit ve arkadaşları ağlamaya başladılar. Bunu gören Peygamber efendimiz, âyetin devamını okudular:
(Ancak îmân edip, iyi işler yapanlar ve Allah'ı çok ananlar müstesnâ. Onlar öteki şâirler gibi değildirler.) [Şuarâ:224]
Hz. Kâ'b ve arkadaþları da, başka türlü değillerdi ki. Ancak dînimizi övüyor, din düşmanlarını yeriyorlardı. Âyet-i kerîmenin devamı gelince, üzüntüleri sevince dönüştü.
Peygamberimizin şâirlerinden olan Hz. Kâ'b, Hicretin 50. yılında Hz.Muâviye'nin hilâfeti zamanında 77 yaşında iken vefât etti.
|