Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-11-2008, 12:34   #2
Kullanıcı Adı
Berika
Standart TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
12 Eylül Öncesi Yasaklar


İnönü dönemi, dini alana yönelik sınırlamalarla ve dindarlara yöneltilen akıl almaz baskılarla hafızalara kazınmıştır. Milli Şef’in döneminde idarenin ve hükümetin faaliyetlerine karşı en ufak bir tenkit yapılamıyordu. Göstermelik seçimleri, basın ve yayın organları üzerindeki sıkı denetimi, din, dil ve eğitim gibi alanlarda halka rağmenci ve dayatmacı icraatlarıyla bu yönetim, 1950’ye doğru halkta giderek somutlaşan bir muhalefeti kaçınılmaz kılmıştı.

Türk toplumu da geleneksel düzenin köklü ve kapalı bağlılığından, serbest hareket eden ve devlet idaresine katılan modern topluluma geçiş dönemine girmiştir. Şehirleşmenin artması, ulaşım kolaylıkları, okur-yazar oranındaki artış bu geçişi hızlandıran unsurlar olmuştur.

İç politikanın değişen şartları ve dengesi, halkın gösterdiği belirgin tepki 1945 yılına doğru CHP’nin dini konulardaki tutumunu yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılmıştır. Bunların sonucunda 1945 yılında iktidar partisi içinde ilk kez dini problemler etrafında bir tartışma yaşanmıştır. Sonuç olarak Halk Partisi Divanı, dini taleplerin yerine getirilmesinin Cumhuriyetin “vicdan hürriyeti ve laiklik prensiplerinin” zedelenmemesi şartıyla mümkün olabileceğine karar vermiştir. Bunu takiben, 1947 Temmuzu’nda “Özel Din Öğrenimi Ana Hatları” kabul edilmiş ve bir bildiriyle halka duyurulmuştur. Böylece Demokrat Parti iktidarına giden yolda tek parti yönetimi göreli de olsa halkın dini duyarlılığına karşı yumuşama sinyalleri vermiştir. Bu yumuşamada ülkede yükselen dini canlanmaya karşı siyasal bir oportünizmin etkisi vardır.

1950’ye doğru kadınlar ülkenin sosyal ve kültürel hayatında önemli roller üstlenmiş gözükmüyorlardı. Kadınlar içinden sivrilenler ise çoğunlukla seçkin çevredendiler. Toplumun çoğunluğunu oluşturan kesimlerde ise değerler kargaşası giderek daha çok kendisini hissettirmekteydi. Çünkü oluşturulmaya çalışılan “ulusal kadın modeli” kadınlar arasında daha somutluk kazanabilmiş değildi(1)

. 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasıyla Türkiye yeni bir döneme girmiştir. DP 1950 yılında tek partili dönemin icraatlarına yönelttiği popülist sorgulama sonucu geniş kapsamlı bir koalisyonun(2) desteğini kazanarak ezici bir çoğunlukla meclise girdi.

Demokrat Parti 1950 seçimlerindeki başarısını büyük ölçüde dinsel duyarlılıkları örselenmiş kitlelerin nabzını iyi tutmuş olmaya borçluydu. Denilebilir ki, DP belli bir esneklikle yaklaştığı Müslüman kitleyi belli kalıplar halinde kendi oy tabanına yerleştirerek sisteme entegre etme işlemini üstlenmiştir.

Nitekim dindar kesimin beklentilerini iyi bilen Adnan Menderes 16 Haziran 1950’de Meclis’ten dini meselelerle ilgili bir dizi yasayı çıkartmıştır. Artık ezan Arapça okunabilecek, radyoda haftada üç kez Kur’an-ı Kerim okunacaktır. Okullarda din eğitiminin verilmesine başlanmış, ayrıca İmam Hatip Okulları, Yüksek İslam Enstitüleri açılmaya başlanmıştır. Demokrat Parti iktidarının sağladığı demokratik ortamda müslümanlar kendilerini ifade etme bakımından az da olsa rahatlamışlardır. Özellikle küçük kentlerde ve kırsal kesimde tesettüre riayette görülen artış basın ve muhalefetin iktidarı sıkıştırması için önemli bir malzeme olmuştur. Ancak örtü karşıtlığının yalnızca CHP’liler tarafından ve muhalefette sürdürüldüğünü düşünmek hata olur. Çünkü Halk Partisi yanlısı basın organları dışında hükümeti destekleyen bir kısım basın organında da başörtüsü, çarşaf ve genel olarak tesettür düşmanlığının yapıldığı çeşitli haber ve yorumlar yer almıştır(3).

Bir grup albay ve daha alt rütbeli subayların gerçekleştirdiği 27 Mayıs 1960 Darbesi Cumhuriyet tarihinde “1960 Demokrasisi” denilebilecek yeni bir dönem başlatmış; Türkiye’de siyasetin olağandışı gücü ordu ise bu darbeyle sahnede yerini alırken daha sonra da rejimin kilit noktalarını elinde tutmanın hep bir yolunu aramıştır(4)

1960 Askeri Darbesi gerçekleştikten sonra çeşitli basın-yayın organlarının Milli Birlik Komitesi’nin “irtica”ya yönelik dikkatlerini zinde tutmak için yayınlarını yoğunlaştırırken, Komite Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in bir gazeteye verdiği mülakatta sorulan sorulara aşağıdaki cevapları vermişti:

“- Dini istismar edenlere verilen tavizler için ne diyorsunuz?”
“- Buna artık asla meydan vermeyeceğiz. Anayasa projesini hazırlayan profesörlere vazife verirken mutlaka din istismarını önleyici hükümler koymalarını bilhassa rica ettim.” “- Ya çarşaf?”
“- Çarşaf Türk kadını için bir yüz karasıdır. Türk kadının güzel yüzünü saklaması için bir alın karası bulunduğunu sanmıyorum. Dünya önüne temiz yüzü ile çıkmak onun hakkıdır... Çarşafın namus ile de alakası yoktur.” (5)

Bu sırada çarşaf giyilmesini yasaklayan bir takım yerel önlemler de alınmıştır. Bu yasaklamalar küçük ve orta büyüklükteki kırsal yerleşim bölgelerinde protestolara yol açmıştır.

Türkiye’de ki tesettür karşıtı somut olayların ortaya çıkmaya ve giderek artmaya başladığı yıllar (60’ların sonu ve 70’li yıllar) ülkedeki siyasal konjonktürün yanısıra dünyada da dine dönüş hareketinin başladığı yıllardır.

Gerek dışarıdan “demokratikleşme” konusunda gelen baskıların, gerekse ülke içinde yükselen muhalefeti yumuşatma gibi kaygıların değiştirir gibi olduğu Türkiye atmosferinde İslami yayıncılık adına bir takım yayın faaliyetlerinin başladığı görülmektedir. Bunlar; Sebil-ür Reşat, Hür Adam, Fetih, İslam Selamet, İslam Dünyası, İslam’ın Nuru, Ehli Sünnet ve özellikle 1950’den sonra Büyük Doğu dergileridir.

Bu dergiler baz alınarak bir değerlendirme yapıldığında bu dönemde batıcı basının ve gerekse bir takım yöneticinin ve derneğin tesettürle mücadeleyi sürdürmelerine karşılık İslami çıkışlı yayınlarda bu konunun yeterli bir ağırlık taşımamış olması ilginçtir. Tesettüre değinilen birkaç yazıda ise bu konu, İkinci Meşrutiyet islamcılarının tartışmalarının bile çok gerisinde kalarak işlenmiştir. Denilebilir ki, tesettür ve kadın gibi konular bu dönem yayıncılığında pratikte pek ilgilenilmeyen soyut bir üslupla ele alınmış ve bu yerleşerek, İslami yayınlarda ileriki yıllarda daha da belirginlik kazanacak bir yayıncılık anlayışına başlangıç teşkil etmiştir.

Müslüman kadınların kılık-kıyafetleri etrafındaki tartışmalar, üniversitelerde başörtüsünün somut olarak görüldüğü ve artmaya başladığı 1968 yılında yeni bir boyut kazanmıştır. Bu yılın başlarında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne devam eden Hatice Babacan adlı öğrenci, başını örttüğünde, Fakülte idaresi ve bazı öğretim üyeleri Babacan’ın “tarikatlar tarafından yönlendirildiğini ve başka amaçlar için örtündüğünü” söyleyerek, başörtülü olarak derslere devamına karşı çıkmışlardır.

1969 Şubat’ında bir kasabada lise müdürü ve devletten yana tavır takınan bazı sol görüşlü öğretmenlerin okula tesettüre uygun giyinerek gelen kız öğrencilerin başörtülerini ve mantolarını parça parça edip onları okuldan kovuşları, kasaba ahalisinin büyük bir üzüntü içinde saldırgan müdürü ve öğretmenleri protesto etmelerine neden olmuştur.

Bu tür olaylar kız öğrenci almaya başlayan İmam Hatip Liseleri’nde de görülüyordu. 26 Ocak 1971’de Isparta İmam Hatip Okulu’nda Matematik öğretmeninin okul bahçesinde gördüğü tesettürlü öğrencinin başörtüsünü çekip yırtması, bu olaylardan yalnızca biriydi. İşin en ilginç yanıysa bu olay üzerine bir konuşma yapan Isparta Müftüsü’nün “Bu asırda da başörtülü talebe mi olurmuş?” diye beyanat vermesiydi.

Başörtüsüne karşı yürütülen kampanya sadece okullarda devam etmiyordu. Eğitim kurumları dışında günlük hayatta da başörtülü insanlar büyük sıkıntılara maruz kalıyorlardı. Konya’da, Mevlana ve Şems-i Tebrizi’yi ziyaret amacıyla Ankara Üniversitesi’nden gelen genç kızların ve Kur’an Kursu talebelerinin, kızların topuklarına kadar uzun başörtüleri gerekçe gösterilerek “ Kıyafet Kanunu”na aykırılık iddiasıyla polis tarafından tutuklanmışlar; ancak, savcılık tarafından serbest bırakılmışlardır.

(1) Z.Korkutata, Türk Modernleşmesi ve Tesettür.
(2) İlkay Sunar, Demokrat Parti ve Popülizm
(3) DP yanlısı Zafer Dergisi.
(4) H. Özdemir, Siyasal Tarih.
(5) Z.Korkutata, Türk Modernleşmesi ve Tesettür.
  Alıntı ile Cevapla