YÖK: Darbenin Üniversitelere Mirası
12 Eylül darbesini gerçekleştirenler darbe öncesi şiddet olaylarında günah keçisi olarak gördükleri üniversiteleri “yüksek öğretim konusunda aksaklıkları gidermek amacıyla” YÖK’ün vesayeti altına verdi. Bilindiği gibi kanuna göre "milli eğitim sistemi içinde, ortaöğretime dayalı, en az dört yarı yılı kapsayan her kademedeki eğitim-öğretimin tümü" demek olan yükseköğretimden Yükseköğretim Kurulu (YÖK) sorumlu bulunmaktadır. 12 Eylül Askeri Konseyi'nin, Danışma Meclisi'ni de devre dışı bırakarak 6 Kasım 1981'de 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nu çıkarmasının ardından yine Askeri Konsey'in emriyle bir grup "akademisyen"e kurdurulan YÖK'ün yetkileri, 20 Nisan 1982 tarih ve 2653 sayılı yasayla, Yükseköğretim Kanunu'nda yapılan değişikliklerle iyice genişletilmiştir. Daha sonra bununla da yetinilmeyerek, 1982 Anayasası'nın 130, 131 ve 132. maddelerine YÖK'ün ilkeleri konulmak suretiyle YÖK'e "Anayasal kurum" olma vasfı kazandırılmıştır. İlk günden beri "12 Eylül askeri darbesinin üniversitelere mirası" olarak değerlendirilen Yükseköğretim Kurulu, bugün, 7'si Cumhurbaşkanı, 7'si Bakanlar Kurulu, 7'si Üniversitelerarası Kurul ve 1'i de Genelkurmay Başkanlığı kontenjanından olmak üzere toplam 22 üyeden oluşmaktadır. Kendi içinde, "Genel Kurul" ve "Yürütme Kurulu" diye adlandırılan iki ana organ aracılığıyla çalışmalarını yürüten YÖK, bunlara ek olarak, Mayıs 1998'de, 28 Şubat sürecinde üstlendiği misyonun gereği olarak, üniversite öğrencilerinin taleplerini boğmak, kışla genelgesi olarak tanımlanan ve başörtülü öğrencileri tasfiyeyi içeren “Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ne uymayanları cezalandırmak amacıyla “Soruşturma Kurulları” oluşturulmasına karar vermiştir(1)
12 Eylül’den hemen sonra 20 Aralık 1980’de kurulan YÖK, daha kuruluşunun ilk yıllarında özgürlükleri kısıtlayan bir genelge yayınlamıştı. Bu genelgeye göre; erkek öğrenciler dudak kenarını aşmayan bıyık, kravat, temiz ve ütülü giysilerle okula gidebilecekler, kışın çok soğuk günlerde kazak, yazın sıcak günlerde ise gömlek giyecekler ve bu günlerde kravat takmayabileceklerdi. Genelgede kız öğrencilerin temiz, ütülü etek, aşırı renkte olmayan topuklu ayakkabılar ve gösterişsiz çizmelerle ve başları açık olarak okula gelmeleri belirtiliyordu. İlahiyat fakültesinde ise yasak uygulaması şöyleydi: Kız öğrenciler sadece Kur’an derslerinde başlarını örtebilirlerdi. Onun dışındaki derslerde başları açık olmalıydı. YÖK ilahiyat fakülteleri için başörtüsü yerine boynu ve kulakları açıkta bırakan bir türban modeli hazırlatmıştı.(2)
YÖK Genelgesinin uygulanmasına 10 Ocak 1983 yılında geçildi ve sabah okula gelen öğrencilerin kılık-kıyafetleri polis ve okul müstahdemleri tarafından gözden geçirildikten sonra, genelgedeki hususlara uymayanlar kapıdan geri çevrildiler.
YÖK 1984 Mayıs ayında öğrencilerin, çağdaş bir kıyafet saydığı “türban”ı kullanabilecekleri kararını açıkladı. Ancak başörtülü öğrenciler YÖK ün sunduğu bu sadece saçları kapatan ancak tesettürü tam olarak sağlamayan bu modele pek itibar etmedi.
13 Ocak 1985 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan Üniversite Disiplin Yönetmeliği’nin 7. maddesine bir de (h) fıkrası eklendi. Bu fıkrada “Yükseköğretim kurumlarının dershane ve labarotuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur.”deniliyordu.
1987 yılı başında YÖK başörtüsü gibi, kendi icadı olan türbanı da yasakladı. Evren’in Adana konuşmasından sonra başörtüsü yasakları daha sert tedbirlerle uygulanmaya başlanmıştı. YÖK’ün Adana’daki rektörler toplantısında başörtüsünün kesinlikle yasaklanacağı kararı çıktı. Bunun üzerine İstanbul Üniversitesi’nde bir grup öğrenci açlık grevine başladı. Pek çok kentte öğrenciler ve halk postane önlerinde uzun kuyruklar oluşturarak yasağı protesto etmek için çeşitli makamlara telgraflar çektiler. İstanbul Üniversitesi’nde başlatılan oturma eylemi ve diğer eylemler ülke çapına yayılınca YÖK 23 Mayıs 1987 tarihinde toplanan YÖK Rektörler Komitesi, aldığı bir kararla yasağın kademeli olarak kalkması gerektiği kararını aldı. İlahiyat fakültelerinde ise yasak kaldırılmıştı.
Alınan bu karara rağmen yasak ve protestolar kimi üniversitelerde devam etmekteydi. Bütün bu gelişmeler olurken beklenmedik bir şekilde mecliste, üzerinde çoktandır çalışılan ve üniversitelerde öğrenci affına yönelik yasa tasarısı görüşülürken, ANAP’lı 60 milletvekilinin önergesi ile üniversitelerde kıyafet serbestisi de yasaya dahil ediliyordu. Böylece başörtülü öğrenciler, yeni yasa ile derslere girebileceklerdi.
Ancak beklenildiği üzere bu yasa tasarısı Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından veto edilerek 30 Kasım 1988’de meclise tekrar gönderildi. Kuşkusuz, yasa tasarısının geri çevrilmesinde “yasa tekniği bakımından bazı çelişkiler” gibi gerekçeler ileri sürülmüş olsa da; vetonun asıl nedeni, açıkça anlaşıldığı gibi üniversitelerde başörtüsünün yasa güvencesinde serbest bırakılacağından duyulan rahatsızlıktı. Kılık-kıyafeti belirleyen özel bir yasa çıkmadığı halde, özellikle başörtüsü gibi bir giyime bir yasayla izin verilmesi kolaylıkla kabul edilemezdi. Bu hoşnutsuzluk yüzünden yasa tasarısına “İnkılap Kanunlarına aykırılık” gibi etkisinden emin olunan eleştiriler getirilmişti. Oysa her şeyden önce, niçin bu ülkede insanların kılık-kıyafet özgürlükleri için yasa güvencesine ihtiyaç duydukları şeklindeki sorunun cevabının verilmesi gerekirdi.