Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-17-2008, 04:41   #6
Kullanıcı Adı
Fonksiyon
Standart AZINLIK VAKIFLARIYLA YENİ BİZANS!!!
Alıntı:
manifesto Nickli Üyeden Alıntı

Atatürk dahi böyle birşey yapmamışken sen nasıl kemalistsin ki böyle bir şeyi savunuyorsun?[/b][/color]
tarih ne diyor?

----

ABD GÜDÜMLÜ DİNİ-POLİTİK STRATEJİDE TARİHİ DURAK: FENER

Prof. Dr. Nadim MACİT

Bağımsızlık esasını devletin ve siyasetin temeline yerleştiren Cumhuriyetin kurucu aklı ihanet ve ifsat nitelemelerini hak eden bütün dış müdahalelere kapısını kapattı. Uzun bir mücadeleden sonra antlaşma masasına oturan Türkiye bu amacını hukuki alana taşıdı. Lozan’da “egemen devletlerin dil, din ve ırk üzerinden geliştirdikleri ve dayattıkları” azınlık tanımını ve şartını kabul etmedi. Türk delegesi şu tezi ileri sürdü: Müslüman olmayanların dışında azınlık yoktur. Ülkemizde Müslümanların çeşitli unsurları arasında ne teorik ne de pratikte her hangi bir ayrım söz konusu değildir.

(Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar Belgeler, 1/154, 175, İst. 1970) Türkiye bu bakış açısıyla, sahte kimlik inşa etme peşinde olan misyonların uluslararası hukuka taşıdıkları bütün azınlıklar deyimi üzerinden giydirmek istedikleri parçalayıcı stratejinin işletilmesini önledi. Bütün azınlıklar deyimi üzerinden yapılmak istenen antlaşmaya sonuna kadar direndi ve kendi tezini kabul ettirdi. Egemen devletlerin ileriye dönük hedefinin Türk-Kürt, Alevi-Sünni ayrışması üzerinden Türkiye’yi parçalamak olduğu ve uzun süreden beri kiliselerin ve misyonların bu amacı gerçekleştirmek için zemin oluşturdukları reddi mümkün olmayan bir gerçekti(r).

Osmanlı Devleti’nin çöküşünde ve Milli Mücadele hareketinde dış güçlerle işbirliği yapan ve çeşitli örgütlerle bizzat devlet aleyhine çalışan Fener-Rum Patrikhanesi’nin yurt dışına çıkarılmak istendiği bilinmektedir.
Lozan Konferansı’nın ilk dönem görüşmelerinin yapıldığı sırada 25 Aralık 1922’de Atatürk, Le Journal Gazetesi Muhabiri Paul Herriot’ya Çankaya’da verdiği demeçte Patrikhane ile ilgili olarak şöyle der: Azınlıklara gelince bu konuda mübadele görüşünü ileri sürmüştük. Diğer devletlerin temsilcileri de bu konuda bizim fikrimizi izlemişler ve onaylamışlardı. Ama bir fesat ve hıyanet ocağı olan ve memleketimizde nifak tohumları eken, uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebep olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızda bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir?

Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan değil midir?
Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilmekte olan yeni Türkiye, Bâbıâli’nin idaresi altındaki eski Osmanlı İmparatorluğu değildir. Yeni Türkiye şeref, haysiyet, kudret ve kuvvetini müdrik ve hukukunu muhafaza için mevcudiyetini tehlikeye atmaya hazır ve amadedir. (Hâkimiyet-i Milliye, 20 Ocak 1923)

Görüldüğü üzere Fener-Rum Patrikhanesi fesat ve hıyanet ocağı, tehlikeli örgüt gibi vasıflarla tanımlanmıştır.
1453’ten bu yana özel bir strateji izleyen ve şartlar müsait olduğunda her türlü faaliyetin içine giren bu kurumun tarihi ve dini-politik misyonundan vazgeçtiğini gösteren hiçbir işaret yoktur. Kaldı ki fesat ve hain nitelemeleri, bu topraklar istilaya uğradığı esnada egemen güçlerle işbirliği yapan bir kurum için kullanılmıştır. Açıktır ki bu kararlı tutum “din yoluyla politik hedefleri gerçekleştirme stratejisini” akamete uğratmıştır. Daha sonra yeniden aynı ifsat ve ihaneti yaşamamak için Fener-Rum Patrikhanesi’nin faaliyetleri dini konularla sınırlı tutulmuş ve bir müftülük gibi İlçe kaymakamlığına bağlanmıştır.

Fener-Rum Patrikhanesi
eksenli misyon hareketi Cumhuriyetin tavrı karşısında geri çekildi. Fakat arka-planda yer alan güçler yeni bir ortam oluşturmak için faaliyetlerine devam ettiler. Nitekim 5 Mart 1925 tarihinde Cumhurbaşkanlığına gönderilen “gayet mahrem” damgalı bir yazıda “Patriklik meselesinin çözümünün bir zaman meselesi olduğu ve İngiltere hükümetinin doğu vilayetlerinde isyanın yayılmasına çalıştığı”(Dahiliye Vekâleti Em. Umumiye Md. I. Şube Belge No: 1196-2745) belirtilmektedir. Bu belge dini-etnik politik stratejinin eşzamanlı işleyişini açıkça ortaya koyar. Doğu vilayetlerinde etnik isyanın genişlemesini sağlamaya çalışan, aynı zamanda Patrikhane meselesini kullanan İngiltere’nin asıl amacı: Musul’dur. Yani Petrol kaynaklarıdır. Nitekim uzun süredir misyon örgütlerinin inşa ettiği etnik ayrımcı hareket devreye sokulmuş, Musul’da Türk hâkimiyeti son bulmuştur.

Mübadele meselesinde yine Patrikhane meselesi kullanılmıştır. (Cumhurbaşkanlığı Arşivi ADF IV-6, 54, 30-33) Berlin elçiliğinden 10 Şubat 1925’de gönderilen telgrafnamede mübadele meselesinde yaşanan gerilimin nedeni ortaya konmaktadır: 5 Şubat’ta Alman Reisi Cumhur’un resmi akşam yemeğinde başpapazın ülkemizden çıkarılması meselesini Yunan sefiri gündeme getirdi. Yunan sefiri Patrikliğin İstanbul’dan çıkarıldığını ileri sürdü. Cevabımız şu oldu: Türkiye hükümeti patriklik makamının İstanbul’da kalması aleyhinde bu güne kadar hiçbir girişimde bulunmamıştır. Türkiye mübadele komisyonunun kararı ile Patrik IV. Konstantinos’un İstanbul’dan çıkarılmasını mesele etmiştir. Cevabımız şu olmuştur: Bu husus, Yunanistan tarafından patrikliğin makamına ve Hıristiyanlığa bir saldırı mahiyetinde algılanmış ve amaçlı olarak çarpıtılmıştır. Avrupa’nın dini hislerini kendi özel amaçları ve Türkiye aleyhindeki siyaseti için kullanmıştır. Türkiye ne dini siyaset takip eder ne de memleketinde dini siyaset takip ettirir… Bütün mesele Patrik Konstantinos’un şahsı ile ilgilidir… Yunan elçisi, bu durumda patrik seçilecek üç metropolit kalıyor, deyince; Türkiye hükümeti patrik seçilecek metropolitlerin sayısı ile meşgul değildir.

Bu tartışma ortamında bulunan diğer ülke sefirlerinin durumuna bakılırsa siyasi zeminlerde Yunan tezinin zayıf görüldüğü anlaşılmaktadır. (CA., ADF: IV-6, 54, 30-22) Diğer bir belgede ise “Türkiye’nin tavrının Lozan antlaşmasında karara bağlanan mübadele esaslarına uygun olduğu ve anılan meseleyle ilgilenilmediği ” (CA, ADF: IV-6, 54, 30-26.) bilgisi verilmektedir. Bunun ardından Londra elçiliğimiz 17 Şubat 1925, 55/29242 sayılı belgede İngiltere’nin, farklı bir politika izleme adına Yunanistan’ı tehdit ettiğini, kriz ortamının dağıldığını ve mübadeleye tabi olmayan metropolitlerden birinin patrik olarak seçilmesine sıcak bakıldığını bildirmektedir. (CA. , ADF: IV-6, 54, 30-30) Gümülcine’den 10 Şubat 1925 ve 30’nolu telgrafnamede şu bilgi verilmektedir: Ahali Patrik meselesini unutmuş, her tarafta sükûnet hakimdir. (CA. , ADF: IV-6, 54, 30-22) Bükreş’ten gelen bilgide aynı kanaati doğrulamaktadır.( CA. ,ADF: IV-6, 54, 30-20) Anılan üç belgeden Yunanistan’ın uluslararası alanda sürdürdüğü diplomatik girişimin sonuç vermediğini ve Türkiye aleyhine “misyon” üzerinden sürdürülen siyasetin akamete uğradığı anlaşılmaktadır.

Ne var ki dini hizmet vermekle yükümlü olan Patrikhane dilini ve yöntemini değiştirerek misyonuna devam ediyor. Nitekim 04. 11. 1935 tarihli ve 11712 sayılı Dâhiliye Vekâleti’nden gönderilen kişiye özel bir yazıda belirtildiğine göre 02.10.1935’te yedi metropolitin katılımıyla Fener kutsal meclisi başpapazın başkanlığında toplanıyor. (CA, ADF: IV-16-A, 64, 29-3) Belgede belirtilen toplantıda ilk önce Yunanistan’dan gelen bir yazı okunuyor. Bu yazıya göre Yunanistan, İstanbul’daki bütün Fenerli papazlara kiliselerden aldıkları maaştan ayrı olarak bir gelir temin edecektir. Yüzyıllardır Türk hâkimiyeti altında yaşayan ve dini faaliyetlerini sürdüren Patrikhaneye mensup papazların Yunanistan’dan maaş almalarının ne anlama geldiğini her halde açıklamaya gerek yoktur.

Ayrıca 02. 10. 1935’te yapılan toplantıda şu kararlar alınıyor; a) Bundan sonra İstanbul’daki bütün papazlarla Fener daha sıkı temas kuracak ve özel görevle çalışan gruba bilgi aktarımında bulunacaktır; b) Fener, bütün kiliseleri sıra ile dolaşarak dört kişiden oluşan bir heyet oluşturacaktır. Bunlar dini vaazlarla Yunan mefkûresini kökleştirmek amacıyla çalışacaklardır; c) İstanbul’daki bütün Hıristiyan kardeşlerimiz, ölünceye kadar bize sadık kalacaklardır. Muhaliflerimize sığınanları avucumuzun içine almalıyız. Umarız ki bunlar fakirlik ve sefalet yüzünden muhaliflerimize sığınıyorlar. Yardımımız onlara da yetişecektir. Önemli olan ana kilisemize sadık kalmalarıdır; d) Ermeni Patrikhanesi ile daha sıkı irtibat kurulacaktır; e) Fener’in gizli ve yüksek hizmetleri için Avrilyos Spataris, Yanko Malinopulus, Yorgi Meymaridis ve Galata mütevellisi Papanikitas’ın casuslukları gizli tutulacaktır.

18 Ocak 1936’da Patrik II. Fotios’un yerine seçilen Veniamin / Benjamin hakkında 29 Ocak 1936 tarihli ABD sefirliğinden ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen 8/9 nolu bir belgede şöyle denilmektedir: Savaşın sonundan 1926 yılına kadar geçen zamandaki karışık durumlar ile karşılaştırılınca, Fener kilisesinin eskisine göre daha sakin ve zevkli bir on yıllık zaman geçirdiği ortaya çıkmaktadır. II. Fotios’un 1929 yılındaki seçimi sessiz geçti. Patrik, gücünü genişletemedi, fakat görev süresince daha sağlam ve ağırbaşlı olduğu gözlemlendi. Fakat bu seçimde yaşanan karışıklık eski durumları hatırlatıyor gibi. (Embassy Of The United States Of America, Death of The Oecumenical Pariarcah of Constantinople, (January 3, 1936: 1) Yunanistan’ın bu seçime müdahale etmesi, Türkiye’nin ise bu girişime karşı çıkması bu karışıklığın nedeni olarak gösterilmekte, ancak seçim sürecinde birçok olay ayrıntılı olarak anlatılmakta ve sonuçta Yunanistan’ın kontrolü altında olan piskoposların Veniamin’i desteklediği ve bu zatın seçildiği belirtilmektedir. Bu bilgiye ek olarak şu not düşülüyor: Patrik olarak seçilen kişinin yaşlı, felçli olması nedeniyle yeni bir seçime fırsat doğabilir.

Son Patrik II. Fotios’un vakur davranış ve tavırlarının Patrikhaneye bölgesel itibar kazandırdığına inanılıyor. Eğer Fener, Türk hükümetiyle işbirliği içinde bir siyaset izlerse, kilisenin şu andaki durumu belirsizlik içinde devam edebilir. Türk hükümeti, Yunanistan’da Patrikhane’ye karşı ırkçı hareketlerin neden olacağı kötü hislerin uyanması riskine girmek istemiyor. Fakat Türk yetkililerinin hoşnut olmadıklarını gösteren birçok neden var. (Embassy Of The United States Of America, Death of The Oecumenical Pariarcah of Constantinople, (January 3, 1936: 2-7)
Önemli bir resmi belgeden sunduğumuz üç husus, Patrikhane’nin hangi güçler tarafından yönlendirildiğini ve gerçek amacının ne olduğunu göstermektedir.
Birinci amaç; Patriğin etkinlik alanını genişletmesidir. Ancak uygun bir ortam olmadığı için meseleyi zamana bırakmak gerektiği telkin edilmektedir. İkinci amaç, siyasi iktidarı ayartmaktır. Üçüncüsü ise duvarların arkasına çekildiği izlenimi veren Patrikhanenin sabırla ve iyi ilişkiler kurarak kendi misyonunu yeniden inşa etmenin temellerini oluşturmasıdır.

Soğuk Savaş dönemine kadar üstü örtük biçimde etki alanını genişletmeye çalışan, daha sonra uluslararası her mahfilde Türkiye aleyhine demeçler veren Patrikhane, Patrik Athenagoras’la birlikte ABD’nin ve Vatikan’ın güdümüne girmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Fener-Rum Patrikhanesi dini-politik stratejisinde hiçbir değişiklik yapmamıştır. Gerçek bu olduğu halde mütekabiliyet esasını aşan bir politik çıkışla vakıfların önünü sonuna kadar açmak belgede yer alan misyona katılmak anlamına gelmez mi? “Mütekabiliyet esasına göre değil, insani nedenlere ve özgürlüklere dayalı olarak vakıflar yasasını çıkartacağız” diyerek cumhuriyetin kuruluş belgesini parçalamak hangi niyetin ve misyonun uzantısıdır?
Sunduğumuz belgeler, bize, şu gerçeği öğretmektedir: Fener-Rum Patrikhanesi ABD’nin kontrolü altındadır. Buradan yükselen ses ABD’nin sesidir.


Her ne zaman ki Türkiye iki kutuplu dünya sisteminin dengeleme-cepheleşme mantığı içerisinde ABD’nin himayesine girdi, ABD, Patrik seçiminden tutun ekümeniklik gibi iddialarına kadar bütün faaliyetlerin arkasında oldu. Bugün ülkemizde Vatikan arkasında ABD vardır. Fakat buradan çıkarılması gereken sonuç şudur: Mesele, dini özgürlükler meselesi değil, egemen gücün ülkemize yönelik inşa ettiği dini-politik stratejidir. İçinde bulunduğumuz tabloya bakarsak, vakıflar yasası tarihi teo-stratejinin gerçekleştirmesini hızlandıran mükemmel bir katalizör olacaktır.
Fonksiyon isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla