Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-19-2008, 16:49   #5
Kullanıcı Adı
fütüvvet
Standart Îkaz Görünümlü İlahî İltifatlar
Ümmet-i Muhammed’e Tembih

Diğer taraftan, Usulüddin âlimleri Rasûl-ü Ekrem’e müteveccih olan hitapların çoğunda onun şahsında ümmet-i Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) tembihlerde bulunulduğuna kâildirler. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de, ilk kez vaz’ edilen ya da mükerreren nazara verilen pek çok emir ve yasak vardır ki, bunlar Peygamber Efendimiz’e hitaben dile getirilmiştir; fakat, bu türlü beyanlar, -hâşâ- o emir ve yasaklara göre davranmadığından dolayı İnsanlığın İftihar Tablosu’nu kınama ve azarlama (itap) ifadeleri değil, vahy-i ilahîye gereğince uymayan kimselerin mü’mince yaşamaları için birer davet ve îkazdır.

Evet, verilen bu emirler ve getirilen yasaklar, umumî hüküm bildiren ifadelerdir. Yoksa, -hâşâ- onların Rasûl-ü Ekrem tarafından tatbik edilmediğini ve söylenenlerin aksinin yapıldığını haber veren beyanlar değildir. Meselâ, Kur’an, Peygamber Efendimiz’e “Namazı ikâme et!”, “Oruç tut!”, “Zekât ver!” demektedir. Bu cümleler birer emir cümlesidir, dolayısıyla da, bunları Rehber-i Ekmel Efendimiz’e karşı birer ihtar kabul etmek yanlıştır. Aynen bunun gibi, Kur’an-ı Kerim, Allah Rasûlü’ne “Fakirleri yanından kovma!” demiştir. Fakat, bu söz de, hiçbir surette “Niçin fakirleri yanından kovdun veya kovuyorsun?!." şeklinde anlaşılmamalıdır. Rasûlullah’ın, bütün hayatı boyunca bu emre muhalif hiçbir hareketi görülmemiştir ki, bu emir, o harekete binaen gelmiş kabul edilsin. Bu itibarla da mezkur ayetlerde ilk muhatap İnsanlığın İftihar Tablosu olsa bile, asıl hedef kitlenin önce mü’minler sonra da bütün insanlar olduğu âşikârdır.

Keza, Fazilet Güneşi (aleyhi ekmelüttehâyâ) inkarcılara tâbi olmaktan ve şirke düşmekten fersah fersah uzaktır. Ne var ki, bu apaçık hakikate rağmen, -daha önce de geçtiği üzere- Rehber-i Ekmel’e “Sakın inkarcılara arka çıkma!” ve “Sakın müşriklerden olma!” (Kasas, 86-88) şeklinde hitap edilmiştir. (Bir yönüyle, bu ifadelerin meallerini, “inkarcılara arka çıkmazsın” ve “müşriklerden olmazsın” şeklinde vermek de mümkündür.) Zira, O’nun şahsında ümmeti uyarılmış; Allah’ın gönderdiği Kur’an sayesinde doğru ile eğri açıkça belli olduğu için mü’minlerin yanlış yolda giden inkarcılara destek olmamaları, tevhid inancından asla ayrılmamaları ve şirk şâibesine sebebiyet verebilecek söz ve davranışlara kat’iyen yaklaşmamaları tembih edilmiştir.

Bir de, bu ayetlerde kastedilen şirkin, puta tapma ve başka ilahlar edinme şeklindeki mutlak şirkten farklı olması melhuzdur. Aksi halde, mü’minlerin de hedef kitle sayılmamaları iktiza eder. Çünkü, inanan insanların puta tapmaları kat’iyen düşünülemez. Demek ki, mutlak şirkten başka izafisi ve itibarisi ile başka şirk çeşitleri ya da şirk şaibesi taşıyan sözler ve fiiller de vardır. Bu itibarla da, mezkur ilahî beyanlarda, riya gibi şirk-i hafî kabul edilen çirkinliklerden de uzak durmanın lüzumu vurgulanmaktadır. Hiçbir kavlinde ve amelinde sunîliğin en küçüğüne dahi rastlanmayan, hayatını bütünüyle tevhid âbidesini ikâmeye adayan ve şirkin sadece kendisinden değil, fiilinden, cehdinden, gayretinden, azminden, niyetinden, taakkulünden, tasavvurundan ve tahayyülünden bile uzak yaşayan Allah Rasûlü’ne hitaben “Sakın müşriklerden olma!” denilerek, bu konuda ümmetin ne ölçüde hassas davranması gerektiğine dikkat çekilmektedir.

Bu açıdan da, bu ikazları biz kendi üzerimize almalıyız. Evet, şirkten menedilenlerin öncelikle biz olduğumuza inanmalıyız. Öyleyse, sabah akşam “Allah’ım, bilerek ya da bilmeyerek şirke düşmekten Sana sığınırım. Şirk işmam eden duygu, düşünce, söz ve tavırlarımdan dolayı beni yarlığamanı dilerim. Şüphesiz Sen gaybı bilensin (benim gönlümden geçenleri de Sen bilirsin).” diyerek Cenâb-ı Hakk’a sığınmalıyız.

Yine, bir başka ayet-i kerimede, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e müteveccihen “O halde, sen sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir. Hem günahından istiğfarda bulun; sabah akşam Rabbine hamd ederek zikir ve ibadete devam et.” (Mü’min, 40/55) buyurulmaktadır.

Malumdur ki, Habîb-i Edîb Efendimiz’in sıfatlarından birisi de ismettir; o, Allah’ın inayetiyle günahlardan hep uzak yaşamıştır ve her türlü masiyetten korunmuştur. Öyle ki, İnsanlığın İftihar Tablosu, dünya misafirliğinin ilk senelerinde dahi benzersiz bir iffet ahlakı sergilemiştir. Ebu Talib der ki; “Onu yanımdan hiç ayırmıyordum; hatta çoğu gecelerde bile bağrıma basıp yatırıyordum. Bir sabah çamaşırını değiştirecekti ki, kendisine baktığımı gördü. “Amca!..” dedi, “Lütfen sırtını döner misin; benim bedenimi kimse görmedi, sen de bakma bana!..” Ferîd-i Kevn ü Zaman Efendimiz, bu sözü söylediğinde daha beş yaşındaydı ama O “tabii iffet”, “tabii ismet” ve “Allah ile tabii irtibat” diyebileceğimiz bir halin sahibiydi. Beşerin ufkunda yalancı bir şafağın dahi çakmadığı bir yerde ve dönemde, O, gün ortası gibi bir aydınlık içinde yaşamıştı. Dolayısıyla, O’nun kendi günahlarından dolayı istiğfar etmesi söz konusu değildir.

Şu kadar var ki, böyle bir emri, Seyyidü’l-masumîn Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi ufku açısından ve sübjektif mükellefiyet zaviyesinden değerlendirmiş ve “Acaba hangi hayalimden dolayı böyle îkaz edildim?” demiş olabilir. Kaynaklarda, bu hususla alâkalı bir bilgi görmedim; fakat, çok engin bir hassasiyete sahip olan Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (aleyhi ekmelüttehâyâ) söz konusu tembihi kendi üzerine alması ve ondan “Habibim, sen ki masum ve masûnsun, karakterini oluşturan iffet ve ismet surlarının ötesine hayalinle dahi olsa geçmemelisin!..” neticesini çıkarması muhtemeldir. Nitekim, Güzeller Güzeli Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselam) günde yetmiş ya da yüz defa istiğfar etmesindeki sır da, terakkide sınır tanımayışında ve sübjektif mükellefiyetin zirvesini tutuşunda aranmalıdır. O, devamlı yükseldiğinden dolayı, her an arkada bıraktığı dûn mertebelere bakmış ve her basamakta bir önceki için “estağfirullah” demiştir; kendi ufkuna yakıştıramadığı -bizim nezdimizde mahzursuz- bir hayal sebebiyle dahi istiğfar etmiştir. Bu itibarla da, ayetteki “istiğfarda bulun” emri, Sâdık u Masdûk Efendimiz’in şahsında ümmetine müteveccihtir; mü’minlerin sabah akşam yarlığanma dilemeleri emredilmektedir.

Hâsılı; Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e tevcih edilen “Sakın inkarcılara arka çıkma!”, “Sabret!..”, “Günahından istiğfarda bulun!..” ve “Sakın müşriklerden olma!” şeklindeki hitapları birer itap gibi anlamak yanlıştır. Mümkünü vâki kılacak hiçbir hâdise yokken, Peygamber Efendimiz’de bir zaaf aramak, pek hatarlı bir düşünce kayması olsa gerektir. Allah (celle celâluhu), ezelde O’nu tesbit edip korumuştur. O’nun varlığı, hak ile bütünleşmiş, hareketleri vahiy ile perçinlenmiş, kalbi de Allah marziyatıyla dopdolu hale gelmiştir. Böyle bir Sultanlar Sultanı, semalara taht kurmuşken, O’nun topuğuna çamur bulaşacağına ihtimal vermek ya çamurun, ya da semalara taht kurmanın ne demek olduğunu bilmemektir. Bu itibarla da, îkaz görünümlü hitaplarda, başka manalar, değişik hikmetler aramak ve onların bağrındaki tebcil, takdir ve sena mesajlarını kavramaya çalışmak lazımdır.
fütüvvet isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla