|
...::... Binler Salât ü Selâm’ın Hikmeti ...::...
Binler Salât ü Selâm’ın Hikmeti
Salât, gök ehlinin O’na rahmet duasıdır. “Nasıl ki cin ve ins adedince selâma lâyık ve cin ve ins adedince umumi tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de semâvât ehli adedince, hazine-i rahmetten her birinin namına bir salâta lâyıktır.” “Nasıl ki” cümlesi ile müellif, zihinlerimize bilinenden bilinmeyene intikal için karşılaştırma imkanı sunmaktadır. Yeryüzündeki varlıkların O’na selam getirmesi gerektiği yukarıda açıklanmıştı. “Nasıl ki” ifadesi ile yerdekilerin selamına kıyas ederek göktekilerin de O Zat’a salât ettiği hakikati dile getirilmektedir. Binlerce/milyonlarca selâmı istediği gibi milyonlar salât da O’na layıktır. Semâda bulunan bütün nuranî varlıklar, Cenab-ı Hakk’ın rahmet hazinelerinden kendi sayılarınca salâtı O’na sunmaktadırlar.
Dünyadaki insanlar ve cinler gibi şuurlu varlıklar, Resûl-i Zîşan’a selâm eder; göklerdeki bütün ruhanî varlıklar ona salât okur. Biz de onların namına milyonlar salât ü selâmı ona takdim ederiz. Bu sınırsız sayıdaki salâvâtın hikmetini muhterem müellif Sekizinci Nükte’de şöyle açıklar:
“Çünkü getirdiği nurla her bir şeyin kemali görünür ve her bir mevcudun kıymeti tezahür eder her bir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve her bir masnûdaki makasıd-ı Ilâhîye tecelli eder. Onun için her bir şey, lisan-ı hâl ile olduğu gibi lisan-ı kali de olsaydı, “es-Salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ Resûlallah” diyecekleri kat’i olduğundan, biz onların namına “Cinler ve insanlar sayısınca, melekler ve yıldızlar adedince milyonlar selâm ve salât Sanadır yâ Resûlallah.” manen deriz.”
“Çünkü” ile başlayan bu cümlede bir önceki ifadesinde anlatılan hakikatin aklî izahını yapmaktadır. Böylece gördüğü hakikatin hikmetini ve gayesini ortaya koyarak, metafizik hakikati hikemî hakikat hâline dönüştürmekte ve bizim idrak edeceğimiz bir üslupla ifade etmektedir. Onun üslubunu kendinden önceki âriflerin anlatım tarzının dışına çıkaran bu usûl, mücerred metafizik hakikatlerin her seviyedeki insan tarafından anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. âdeta o, bildiği her hakikati, hikmet, şeriat, insan ve toplum açılarından ifade ettiği anlamları kademe kademe açarak, önümüze sermektedir.
Allah Resûlü’nün bi’seti her varlık için rahmettir. Varlık âleminin gayesiz ve başıboş olmadığı O’nunla bilinmiş; kâinatta bulunan canlı cansız her varlık O’nun getirdiği hakikatlerle anlam kazanmıştır. Canlı varlıkların, cansız nesnelerin Yüce Yaratıcı’nın ilâhî isimlerinin tecellilerini yansıtan parlak aynalar olduğu Peygamber Efendimiz’in kâinat üzerine tuttuğu ışık ile bilinmiştir. Kendilerini seyreden şuurlu varlıkların bakışlarında, anlamsızlıktan kurtulmalarına vesile olduğu için canlı cansız bütün varlıklar, Allah Resûlü’ne hâl diliyle âdeta salât ve selâm getirmektedirler. Bu hususu Bediüzzaman, bir risalesinde “Salavat-ı bînihaye, ol Server-i Kâinat ve Fahr-i Âleme hediye olsun ki, âlem, envâ ve ecnâsıyla onun risaletine şehadet ve mucizelerine delâlet ve hazine-i gaybdan getirdiği metâ-ı âlîye dellâllık ediyor. Güya âleme teşrif ettiğinden, her bir nevi, kendi lisan-ı mahsusuyla O’nu alkışlamıştır.” (Muhâkemât) şeklinde dile getirmiştir. Onların getirdiği salât ve selâmları, onlar namına mü’minler, “Denizlerin dalgaları, yaprakların sayısı, mahlukatın nefesleri ve yağmur taneleri... sayısınca salât ve selâm Sana olsun ey Allah Resûlü!” şeklinde seslendirmektedirler.
Varlık âleminin diliyle salavât getirilmesi hususunda Bediüzzaman Hazretleri, selefleri olan büyük velilerin ve asfiyanın yolunu izlemiştir. Nitekim Üstad Bediüzzaman’ın sürekli okuduğu dua ve virdlerin bir araya getirildiği Hizbü’l-hakâiki’n-nûriye adlı eserde yer alan Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’ne ait Evrâd-ı kudsiye’nin dua bölümü sonundaki “Allahım! Geçmiş-gitmiş ve gelecek, saîd-şakî bütün canlı varlıklar adedince tüm sayıları içine alan, bütün sınırları kuşatan, bitmeyen, sınırsız, son bulmayan, bozulmayan, varlığınla daim, bekanla bakî salavâtlarından Senin O'na salât eylediğin bir salâtı, nuru bütün varlıklardan önce, zuhuru bütün âlemlere rahmet Efendimiz Muhammed’in üzerine eyle.” salavâtı, selef âlimlerimizin hem kâinata bakışını yansıtması hem de salavâta verdikleri değeri göstermesi açısından mânidardır.
Bütün kâinatta Allah Resûlü’nün getirdiği risalet vazifesine karşı şükran hisleri bulunduğu gibi tek tek her mü’min de Allah Resûlü’ne karşı derin minnet duyguları taşımaktadır. Zira O, mü’minlerin her hâliyle ilgilenmiş, yalnızca ashabının değil daha sonraki ümmetinin karşılaşması muhtemel sıkıntılara karşı uyarılarda bulunmuş, dertleriyle dertlenmiştir. Hayatımızın her anı ve her sıkıntımız için rehber ve örnekliğine başvurabileceğimiz Sünneti ile yolumuzu her zaman aydınlatmaya devam etmektedir. Bu sebeple ümmetinin her bir ferdi O’na İslâm ümmetinin bütün diğer fertleri namına binler/milyonlar salât ve selâm getirmekle kendini sorumlu hissetmektedir. Allah Resûlü, her mü’minin hayatının her anıyla alakalı olduğundan dolayı da mü’minler, kendi adlarına O’na karşı binler salât ve selâm getirme sorumluluğu taşımaktadırlar. Nitekim Bediüzzaman, bir risalesinde bu hususu şöyle açıklar: “O Zat (aleyhisselam), umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte, kendi hakkında saadet ve kemâlât mertebeleri hadsiz olmakla beraber, hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz envâ-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz envâ-ı şekavetlerinden müteessir olan bir Zat, elbette hadsiz salâvat ve dua ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır.” (24. Mektup, Birinci Zeyl)
|