Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-22-2008, 02:38   #20
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Davud (a.s)
Yahudiler, çöldeki perişanlık dönemlerinden ve Hz. Musa'nın ölümünden sonra peygamberleri Hz. Yuşa'nın (Allah'ın selâmı her ikisi üzerine olsun) liderliği altında mukaddes topraklara egemen olmuşlardı. Fakat bir süre sonra düşmanları kendilerini bu topraklardan sürüp çıkarmış ve bu arada Hz. Musa ve Hz. Harun'un oğullarından gelen peygamberlerinin geride bıraktıkları değerli eşyaları içeren bir sandıkta somutlaşan kutsal emanetlerine de el koymuşlardı. Bir rivayete göre bu sandıkta yüce Allah'ın Tur dağında Hz. Musa'ya vermiş olduğu levhaların kopyaları saklı idi. Peygamberleri onlara, belirti olarak Allah'tan kaynaklanan ve gözleri ile görecekleri bir mucize göstermeyi ve bu amaçla sandukanın, üstelik "melekler tarafından taşınarak" önlerine getirilmesini uygun gördü; bu sandukanın bu şekilde önlerine getirilmesi onların kalplerini huzur ve güvenle dolduracaktı. Arkasından da onlara "Eğer mümin kimseler iseniz, bu mucize, Talut'un Allah tarafından seçilmiş olduğunu kanıtlamaya yeterli bir delildir" diyecekti.

Âyetin akışından anlaşıldığına göre bu olağanüstü olay, gerçekten meydana gelmiş ve yahûdi ileri gelenlerinin kuşkularını dağıtarak peygamberlerinin sözlerine kesinlikle inanmalarını sağlamıştı.

Daha sonra Tâlut, cihad farzını terk etmeyen daha yolun başında peygamberleri ile yaptıkları sözleşmeyi çiğnememiş olanlardan ordusunu oluşturdu. Kur'an-ı Kerim, kıssa anlatımında kullandığı her zamanki üslubu uyarınca burada iki tablo arasında bir boşluk bırakıyor ve doğrudan doğruya aşağıdaki tabloyu sunuyor. Bu tabloda Talut, ordusu ile sefere çıkmıştır:

“Tâlut, ordusu ile birlikte sefere çıkınca askerlerine dedi ki; ;9llah sizi bir ırmak aracılığı ile sınavdan geçirecek. Kim bu ırmağın suyundan kana kana içerse benden değildir. Kim onun suyundan içmez de sadece bir avuç dolusu ile yetinirse o bendendir. Askerlerin az bir kısmı dışında çoğu bu ırmaktan su içtiler. Bir süre sonra Talut, yanında kalan müminlerle birlikte o ırmağı geçince, askerlerin bir kısmı "Bugün bizim Calut ve ordusu ile başa çıkacak gücümüz yok." dediler. Fakat Allah'ın huzuruna çıkacaklarına kesinlikle inanmış olanlar "Allah'ın izni ile nice az sayılı topluluk, nice kalabalık topluluğu yenilgiye uğratmıştır."dediler. "Hiç kuşkusuz Allah, sabırlılarla beraberdir." (2/Bakara, 249)

Burada yüce Allah'ın bu kişiyi hükümdar seçmesinin hikmeti somut biçimde ortaya çıkıyor. O, adım adım savaşa doğru ilerliyor. Komutası altındaki ordu, tarihinde birçok kez bozgunu ve ezikliği tatmış mağlup bir milletten oluşmuş, bir süre sonra da galip bir milletin ordusu ile karşılaşacak. O halde, ordusunun vicdanında gizli bir güç bulunmalıdır ki, onun sayesinde karşılaşacağı üstün ve güçlü ordu karşısında durabilsin. Bu gizli güç olsa olsa irâdede bulunabilir. Nefsin arzularını ve içgüdülerini denetim altına alan, mahrumiyetlere ve sıkıntılara dayanan, zaruretlerin ve ihtiyaçların üstesinden gelen, itaati elden bırakmayan, bunun getireceği yükümlülüklere katlanan ve böylece ardarda gelecek sınavları başarı ile aşan bir iradedir onun aradığı.

O halde Allah tarafından seçilmiş olan komutan, ordusunun iradesini, direnme gücünü ve sabırlılık derecesini mutlaka denemeli, sınavdan geçirmelidir. İlk önce, ordusunun isteklere ve arzulara karşı ne kadar dayanabildiğini, ikinci aşamada da yokluklara ve sıkıntılara karşı ne derece sabırlı olduğunu deneyecektir. Bu yüzden rivayetlerin verdikleri bilgiye göre Talut, askerlerinin susuz oldukları bir sırada bu denemeyi yapmayı uygun gördü. Böylece kendisi ile birlikte kalıp sabredecek olanlar ile rahatını tercih edip geri dönecek olanları ayırt edebilecekti. Deneme sonunda ileri görüşlülüğü ortaya çıktı: "Askerlerinin az bir kısmı hariç, çoğu bir ırmağın suyundan içtiler."

Kana kana içtiler. Oysa isteyenlere, ırmağın suyundan bir avuç dolusu olarak aşırı susuzluklarını gidermeleri ve böylece ordudan ayrılmak isteğinde olmadıklarını kanıtlamaları serbest bırakılmıştı. Ordunun çoğunluğu sırf nefislerinin isteklerine boyun eğerek söz dinlemedikleri için ondan ayrıldılar. Ondan ayrıldılar, çünkü onun ve kendilerinin omuzlarına yüklenen görev için yeterli kimseler değillerdi. Onların düşmanla yüz yüze gelmenin eşiğinde olan ordudan ayrılmaları hayırlı ve tedbirliliğe uygun bir olaydı. Çünkü orduda zayıflık, moralsizlik ve bozgunculuk tohumu oluşturuyorlardı. Orduların gücü, asker sayılarının kalabalıklığı ile değil, bu askerlerin kalplerinin dirençlilik derecesi ile, iradelerinin kesinliği ile, yolundan sapmaz ve sarsılmaz imanları ile ölçülür.

Bu tecrübe sadece kalplerde gizli olan niyetlerin yeterli olmadığını, savaşa girmeden önce ordunun pratik bir sınavdan geçirilerek, bu yolda kaçınılmaz gerçekleri daha baştan ortaya çıkarıp tavrını ona göre belirleme gereğini ispatladı. Bunun yanı sıra bu tecrübe, Allah tarafından seçilen komutanın cevherinin de dayanıklı olduğunu, çünkü ilk tecrübe sırasında ordusunun dökülüşü yüzünden sarsılmayarak yoluna devam ettiğini kanıtladı.

Gerçi bu tecrübe, Talut'un ordusunu faydadan çok zararı olacak askerlerden arındırmıştı, ancak aşılması gereken tecrübeler henüz sona ermiş değildi:

"Bir süre sonra Talut, yanında kalan müminler ile birlikte o ırmağı geçince askerlerin bir kısmı; `Bugün bizim Calut ve ordusu ile başa çıkacak gücümüz yok' dedi."

Sayıları çok azalmıştı. Üstelik Calut komutasındaki düşmanlarının güçlü ve sayıca kalabalık olduğunu biliyorlardı. Yukarıdaki sözü söyleyenler mümindi, peygamberleri ile,yaptıkları sözleşmeyi bozmamışlardı. Fakat burada gözleri ile gördükleri somut realite ile karşı karşıya idiler ve bu realiteye karşı koyacak güçleri olmadığını algılıyorlardı. İşte şimdi belirleyici tecrübeye, nihai sınava sıra gelmişti. Bu tecrübe gözle görünen somut realiteden daha büyük bir gücü üstün tutmaktı. Bu sınavı ancak eksiksiz imana sahip olarak kalpleri ile Allah arasında sıkı ilişki olanlar, insanların somut durumlarından edindikleri ölçüleri bir yana bırakarak imanlarının realitesi sayesinde edinilmiş yeni ölçüleri olanlar başarı ile aşabilirdi!

İşte bu denemede bir avuç mümin grup ortaya çıktı. Sayıca az, fakat seçkin grup. İlâhi ölçülere sahip olan küçücük grup:

"Fakat Allah'ın huzuruna çıkacaklarına kesinlikle inanmış olanlar; `Allah'ın izni ile nice az sayılı topluluk, nice kalabalık topluluğu yenilgiye uğratmıştır. Allah sabırlılarla beraberdir.' dediler."

İşte böyle... "Nice az sayılı topluluk, nice kalabalık topluluğu yenilgiye uğratmıştır." Dikkat edilirse çokluk ifade eden bir üslup ile karşı karşıyayız; başka bir deyimle tek-tük görülen, istisnai bir durum değil söz konusu olan. İşte Allah'a kavuşacaklarından kuşku duymayanların algıladıkları kural budur. Kural bu mümin grubun az sayılı olmasıdır. Çünkü bu küçük grup, sıkıntı merdiveninin basamaklarından bir bir çıkarak seçilme ve kalbur üstünde kalma mertebesine ulaşmış kimselerden oluşur. Fakat galip gelecek olan da bu gruptur. Çünkü o merkezi güç kaynağı ile sıkı ilişki halindedir; çünkü üstün ve galip gücü, Allah'ın gücünü temsil ediyor. O Allah-ki, iradesi tartışmasız, kulları üzerinde kesin egemenliğe sahip, zorbaların belini kıran, zalimlerin burnunu yere sürten ve kendini beğenmişleri kahredendir.

Onlar "Allah'ın izni ile" derken elde edecekleri bu zaferi Allah'a dayandırıyorlar ve "Allah sabırlılar ile beraberdir" derken de bu zaferi gerçek sebebine bağlıyorlar. Böylece de hak ile batılı birbirinden kesinlikle ayıracak hak savaşının Allah tarafından seçilmiş erleri olduklarını kanıtlamış oluyorlar.

Kendimizi hikâyenin akışına bırakıyoruz. Ve... Allah'a kavuşacağına kesinlikle inanan, tüm sabırlılığını bu buluşmanın kesinliğine dair beslediği imandan alan, tüm gücünü Allah'ın izninden alan, tüm inanç kesinliğini Allah'a güveninden ve Allah'ın sabırlıların yanında olduğu gerçeğinden alan bu bir avuç grup...

İşte az sayılı ve zayıf olmasına rağmen, düşmanın sayılı üstünlüğünün ve gücünün kalbindeki güveni sarsamadığı bu güvenle, sabırlı, kararlı küçücük grup, savaşın sonucunu belirleyen etkin güç oluyor. Bu inanılmaz başarıya, yüce Allah ile arasındaki taahhüdü yenileştirdikten, kalbi ile O'nun dergâhına yöneldikten, savaşın korkunç dehşeti karşısındayken zaferi sırf O'ndan dilemesinden sonra ulaşıyor:

“Talut ve askerleri, Calut ve ordusu ile karşılaştıklarında; `Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirlere karşı bize zafer nasip eyle' dediler. Derken, Allah'ın izni ile onları bozguna uğrattılar ve Davud, Calut'u öldürdü. Arkasından Allah, Davud'a hükümdarlık (egemenlik) ve bilgelik (hikmet) verdi; kendisine dilediği bazı bilgileri öğretti. Eğer Allah, bazı insanların şerrini diğerleri aracılığı ile savmasaydı, yeryüzünü kargaşa kaplardı. Ama Allah, bütün alemlere karşı lütuf sahibidir.” (2/Bakara, 250-251)

İşte böyle... "Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır." Bu ifade sabır tablosunu Allah'tan gelen feyze benzeterek tasvir ediyor. Allah, bu feyzini o kahramanların üzerine yağmur gibi yağdırarak kendilerini onunla çepeçevre kuşatıyor, bu feyiz yağmuru onların kalplerini huzur, güven, dehşete ve sakıntıya tahammül gücü ile dolduruyor “Ayaklarımızı sabit kıl.” Bu Allah'ın elinde olan bir şey. Dilerse onların yere basan ayaklarını sabit tutar, onları titretmez, kaydırmaz ve sarsmaz. "Kâfirlere karşı bize zafer nasip eyle." Artık durum iyice aydınlandı, belirginleşti. Ortada küfrün karşısına çıkmış bir iman, batılın önüne dikilmiş bir hak; mümin dostlarına, düşmanı olan kâfirler karşısında yardım etsin, zafer nasip etsin diye Allah'a yöneltilen bir dua var. Vicdanlarda tereddüt; düşüncelerde karmaşıklık, amacın sağlıklılığından ve yolun belirginliğinden şüphe yok.

Savaş, bu kahramanların bekledikleri ve inandıkları gibi sonuçlandı. "Derken, Allah'ın izni ile onları bozguna uğrattılar." Ayet "Allah'ın izni ile" diyerek bu cümleciğin ifade ettiği gerçeği vurguluyor, pekiştiriyor. Bu gerçeği müminlere öğretmek, ya da buna ilişkin bilgilerini güçlendirmek istiyor. Şu evrende meydana gelen tüm gelişmelerin mahiyetine ve bu gelişmeleri meydana getiren gücün kimliğine ilişkin eksiksiz düşünceyi iyice belirginleştirmeyi amaçlıyor.

Mü’minler bu gücün önündeki perdedirler. Allah onlar aracılığı ile dilediğini yapıyor, tercihini yürürlüğe koyuyor. "O'nun izni ile"; olup bitenlerde aslında onların bir rolü yok. Kullandıkları güç ve enerji aslında onlara ait değil. Allah onları meramını yürütmek için seçiyor, aslında O'nun dilediği, O'nun izni ile onların eli ile oluyor. Bu gerçek, müminin kalbini barış, güven ve kesin imanla dolduracak nitelikte bir ilkedir. Zira o, Allah'ın kuludur. Onun, Allah'ın seçtiği rolü oynaması, Allah'ın karşı durulmaz takdirini uygulama alanına geçirmesi, Allah'ın ona yönelik bir keremi, bir bağışıdır. Sonra da onu -istediğini yapabilme şerefinin arkasından- sevaplandırma, ödüllendirme payesi ile onurlandırıyor. Eğer Allah'ın lütfu olmasaydı o bir şey yapamazdı, eğer Allah'ın keremi olmasaydı sevap elde edemezdi, ödül kazanamazdı. Bunun yanı sıra o gayesinin soyluluğundan, amacının arılığından ve yolunun temizliğinden emindir. Çünkü bütün bu olup-bitenlerde hiçbir art maksadı yoktur; o sadece meramını mutlaka gerçekleştiren Allah'ın hayırdan ibaret olan dileğinin yürürlüğe koyucusudur. O bütün bunları iyi niyeti ile, itaat etmeye yönelik kararlılığı ve samimi olarak Allah'a yönelişi ile hak etmiştir.

Ayetin devamında Hz. Dâvud'un (selâm üzerine olsun) rolü belirtiliyor: "Davud, Calut'u öldürdü." Dâvud, İsrailoğulları'ndan genç bir delikanlı, buna karşılık Calut, güçlü bir hükümdar, herkesin yüreğine korku salan bir komutan idi. Fakat o sırada yüce Allah istedi ki, İsrailoğulları olayların, dış görünüşlerine göre değil, asıl mahiyetlerine göre geliştiklerini, yakından görsünler. Olayların asıl mahiyetlerini yalnız Allah biliyordu, bunların akibetlerini belirlemek sadece O'nun elinde idi. Buna göre kullara sadece görevlerini yerine getirmek, Allah'a verdikleri sözleri tutmak düşüyordu. Sonra Allah neyi diledi ise O'nun dilediği biçimde oluyordu.

Nitekim Yüce Allah Câlut adındaki kan içici zorbanın ölümünün -ileride Hz. Davud olacak- bu genç delikanlının eliyle olmasını dilemiş, böylece yüreklere korku salan zalimlerin, Allah öldürülmelerini dileyince genç delikanlılar tarafından yere serilecek derecede zayıf kimseler olduklarını insanlara göstermek istemişti.

Bu olayın arkasında Allah tarafından amaçlanan, murad edilen bir başka gizli hikmet daha vardı: Yüce Allah Hz. Davud'un, Talut'tan sonra hükümdar olmasını, arkasından da yerine oğlu Hz. Süleyman'ın geçmesini ve Hz. Süleyman döneminin, yahudilerin uzun tarihleri içinde "Altın dönem"leri olmasını takdir etmişti. Bu altın dönem, uzun bir sapıklık, Allah'a karşı verilen taahhütleri çiğneme ve perişanlık döneminin arkasından yahudilerin vicdanlarında parıldayan inanç ateşlenmesinin, inanç gerekçeli ayaklanmalarının mükâfatı olarak kendilerine sunulmuştu: "Arkasından Allah, Davud'a hükümdarlık (egemenlik) ve bilgelik (hikmet) verdi, kendisine dilediği bazı bilgileri öğretti."

dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla