Hazreti Davud (a.s)
Çokluk, Çoğunluk:
İnsanların çoğunun bilmediğini, şükretmediğini, akletmediğini, akıllarını kullanmadığını, yoldan çıkmışlığını, günah ve haram peşinde koştuklarını, insanların mallarını haksız yere yediklerini, çokluğu ve çoğunluğu ile şişindiğini, bu yüzden mallarının ve evlâtlarının çokluğu ile övündüklerini, daha çok ve daha zengin oldukları halde, kendilerinden önce nice toplulukların yok edildiğini, bütün bunlardan ders almayan insanların yine pek çoğunun yoldan çıktığını, âyetler sıralanamayacak kadar çoklukta ve ısrarla söz etmektedir. Çokluğun ancak Allah'ı zikirde, şükretmede, zikretmede, kulluk etmede işe yarayan bir şey olduğu da yine Kur'an'da üzerinde durulan gerçek olarak belirtilmektedir.
"Onların (insanların) çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, gerçekten hiçbir şey ifade etmez." (10/Yûnus, 36).
Evet, gerçekten/haktan bir şeyin ifadesi bulunmayan zanna uyanlar ister çoğunluk, ister azınlık olsun, haktan bir şeyin ifadesi olmayana uyduklarına göre akletmiyorlar demektir. Gerek çokluğun, gerek çoğunluğun, gerekse çoğulculuğun temelinde kendini bile bilmeyen insan ve onun zanna uyan aklı yatmaktadır.
Çokluğu da, çoğunluğu da, çoğulculuğu da demokrasi bütününe güvenmemesi için yaşamının sağlamasını yapmakla varacağı nokta insana, kendinin farkına varmasına yardımcı olacaktır. Teslim olmadan yapamadığı görülen insanın, teslim olmaması değil; kime ve neye teslim olacağı ile ilgili tercihleri söz konusudur. İnsan kendi hevâsına mı, başkalarının (çoğunluğun) hevâsına mı, yoksa Allah'a mı teslim olmalıdır, sorusuna verilecek isâbetli cevap insanın önünü açacaktır. Açılan ufku insanın bütünü görmesini, kendinin farkına varmasını sağlayacaktır. Önü açılan insanın görebildiği bütün karşısında yapacağı seçim, elbette daha isâbetli olacaktır. Hayat, ona hayat verene teslim olmakla anlamlanacaktır. Teslim olamadan yapamayan insan, en güvenilire teslim olmakla ancak tatmin olabilir.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ercüment Özkan, İnanmak ve Yaşamak, c. 2, s. 149-150.
|