Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-22-2008, 03:32   #1
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Beş Yüz Tanrılı Kent :
Tarihin Mezopotamya’daki ilk tanığı, Sümerlerdir. Bâbil, Ninova, Ur, Uruk, Lagaş, ve Mari kentleri, birer site devletti. Dünyâ Tarihi o kadar eskiye tanıklık edememektedir. Dînî geleneğe göre; Sümerler Nûh’un oğlu Sâm kavminden olmalıdır. Sâm Tûfandan sonra Mezopotamya coğrafyasına yerleşmişti. İbrâhim Peygamber de Sâm soyundandır. Tevrat’ta Hz. İbrâhim’le ilgili bölümün başında şöyle denmektedir:

“Ve şehri binâ etmeği bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Bâbil denildi.”[1]

Sümerlerin oradaki altın çağı, Hz. İsâ’nın doğumundan iki bin sekiz yüz yıl önce başlar. Bu dönem, Sâmî toplumundan bir asker olan Sargon’un kurduğu Akad[2] devletine kadar sürer. Akadlardan sonra, Gutiler güneyde Sümerlerin üçüncü Ur sülâlesini tekrar iktidara getirirler.[3] Bu sırada kuzeyde de Asur devleti kurulur.[4]

Daha sonra Sâmîler tekrar Mezopotamya’ya dönerek bir büyük reis başkanlığında Amurru sülâlesini iktidara taşırlar.[5] Bu büyük reis Sümerleri ve Akadları hâkimiyeti altına alan Hammurabi’dir. Ünlü yedi katlı tapınağı da o yaptırır. Yönetim için iki yüz seksen iki adet kanun kor.[6] Bölgenin kuzeyde iki büyük başkent olan Asur ve Ninova’yı yönetimine bağlar.[7]

Bâbil güneydeki bir yönetim merkezidir. Bir şehir ismi olduğu gibi aynı zamanda hânedan ismidir. Akadca olan Bâbil[8] adının Sümer dilindeki karşılığı; Ka Dingir Ra yani Tanrının kapısı demektir. Beş tepe üzerine, sekiz kapılı olarak kurulmuş bir şehirdi. Bu kapılara; Marduk, Uraş, Zababa, İştar, Enlil, Sin, Adad ve Şamaş tanrılarının adları verilmişti. Tanrı Asur’un eşi tanrıça Lili de burada bulunuyordu.

Ur, bölgenin bildiğimiz üçüncü önemli merkezidir. Kentin asıl kurucusu Uranmuw adında birisidir. Daha sonraları oraya Ur denmiştir. Irak coğrafyasında bulunan bu eski yerleşim merkezinin şimdiki adı Mugayr’dır.[9]

Arkeolojik çalışmalar, kentin önemli bir endüstri ve ticaret merkezi olduğunu göstermiştir. Ur’un sâkinleri Kildânîlerdi. Ur halkı, Amelu, Nuşkenu ve Ardu’lardan oluşmaktaydı. Bunlar sırasıyla, din ve devlet adamları, normal vatandaşlar ve köle sınıfıydı. Şehrin o devirlerde iki yüz elli binden fazla nüfusu olduğu tahmin edilmektedir. Yapılan kazılar, bu şehirde kral mezarlarının çok olduğunu göstermektedir.[10] Buradan hareketle, Ur’un bazı dönemlerde başkentlik yapmış olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim, Ur-Nammu hânedânına başkentlik yaptığı da bilinmektedir.

Ur kenti, ateş tanrıçası Ningal’ın kült merkezidir. Halkın çoğu; her nesnenin bir rûhî varlık tarafından yönetildiğine[11] inanırdı. Bu nedenle puta tapıcılık çok yaygındı. Eğer geç Uruk dönemi sanat eserlerinden okunanlar doğruysa, Hz. İsâ’dan önce iki bin beş yüzlü yıllardan itibaren Er hanedanlar döneminde tanrılar için insan biçiminde heykeller yapılmaya başlamıştı. Tarihî araştırmalar, Ur kentinde beş yüzden fazla tanrı temsili bulunduğundan söz etmektedir.

Mezopotamyalılara göre; suların hâkimi Ea,[12] yerin hâkimi Enlil[13] ve bu ikisinin başı Anu’ydu.[14] Bu tanrılar bir arada büyük üçlü oluştururlardı. Bir adı da Adad[15] olan, Bereketli yağmur ve yıkıcı yıldırımların tanrısı Baal da çok meşhurdu. Baal’in yeryüzündeki temsili bir boğaydı. Fakat halkın büyük çoğunluğu, Tanrılaşan rûhlar olarak gördükleri gök cisimlerine inanırlardı.

Güneşe ve Aya tapanlar; Afrika, Avustralya, Batı Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Malezya, Yeni Zelenda, Peru, Meksika, Mısır, Yunanistan ve İran gibi Eski Dünyâda da bulunurdu. Hz. Süleyman devrinde Sebe halkının da Güneş’e ibâdet ettiklerini Kur’ân-ı Kerim’den öğreniyoruz.[16]

Gök cisimleri Mezopotamyalılarca da birer Tanrı olarak kabul ediliyordu. Kendisine en çok tapınılanı şüphesiz Ay ve Güneş’ti.

Ay ve Güneş, yerdeki bir gözlemciye göre hep aynı yerde görülmezler. Devamlı hareket hâlindedirler. Bu nedenle onlara seyir halinde olan anlamında seyyâre yahut gezici anlamında gezegen denir.[17] Eskiden, çıplak gözle görülebilen, gezici yedi gök cismi bilinmekteydi. Bunlar; Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn Ay ve Güneş’ti.[18]

Mezopotamya’da Güneş, adâlet tanrısı Şamaş’ın[19] gökteki simgesiydi. Kanatlı bir çember biçiminde tasvîr edilirdi. Ay ve Venüs Tanrısıyla birlikte üçlü oluştururdu. Şamaş’ın temsili Larsa kentinde bulunmaktaydı. Ay’ı simgeleyen de Güneş ve Venüs’ün babası olduğuna inanılan Sin[20] idi. Ur’un kent Tanrısıydı.

Evreleri tamamen Ay’a benzeyen, fakat ondan daha parlak ve küçük görülen bir gezegen de Venüs’tü. Yalnız o Güneş’in batmasından az önce veya güneş battıktan biraz sonraki alacakaranlıkta ve devamlı Güneş çevresinde görülür. Gece karanlığında görülemez. Bu nedenle halk arasında; Sabah yıldızı, Akşam Yıldızı, Çoban Yıldızı, Zühre, Çulpan gibi çeşitli adları vardır.

Venüs dişilliği simgeler. Roma mitolojisinde Aşk tanrıçasıdır. Hicaz Arapları ve Eski Sûriyelilerce göğün kraliçesi olarak bilinirdi. Bâbil halkına göre Venüs, Savaş Tanrıçası İştar’ın[21] gökteki simgesiydi. Yerdeki simgesi ise arslandı. Bütün âyinler, ona bağlıydı. Yaratıcı ve tek olan Tanrıdan sonra en çok sevilen İştar olduğu gibi, Güneş ve Ay Tanrısıyla oluşturdukları üçlü de en büyük Tanrıya denk tutulurdu.

Güney Mezopotamya halkına göre; Tanrıların en büyüğü, Millî Tanrı Marduk’tu. O bir anlamda birlemenin sembolüydü. Çünkü yaratılış destanı, onun üzerine kurulmuştu. İnsanı balçıktan yaratanın da Marduk olduğuna inanılırdı. Önceleri sâdece tarım Tanrısı iken, onu ülkenin en büyük Tanrısı yapan Büyük Reis Hammurabi’ydi.[22] Bu nedenle onu, gök sisteminde en büyük gezegen olan Jüpiter simgelerdi. Yeryüzündeki simgesi ise, Yılan başlı bir Ejderhaydı. Bu temsil Bâbil’de bulunurdu. Kentin doğu kapısından giren kimse, doğruca Esagila tapınağına çıkardı. Bu tapınakta, Marduk’a ait elli beş hücre vardı. Yer ve göğün temel taşı sayılan meşhur Bâbil Kulesi de işte bu tapınağın hemen yanındaydı. Yılan başlı Ejderha da, doksan metre yüksekliğindeki kulenin yedinci ve son katında bulunuyordu.

Görüldüğü gibi, Mezopotamya halkı tek İlâh fikrine de sâhipti. Fakat onun yanında pek çok tanrı ve onların simgesi olan putlar edinmişlerdi. Dünyevî işlerinde bu putların İlâhlar katında şefaatçı olduklarına inanmaktaydılar. Ancak âhiret inançlarının olup olmadığı konusunda net bir fikre sahip değiliz. Eğer onların şefaat inançları, sadece dünya işleriyle sınırlandırılamazsa, o zaman bir cins sonraki hayat inançlarından söz edebiliriz.

İşte Hz. İbrâhim, araştırmacıların tesbitine göre, bundan yaklaşık dört bin yıl önce[23] yukarıda sosyal ve dînî yapısını arzetmeye çalıştığımız halkın oturduğu Ur kentinde doğmuştu.[24]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Eski Ahit, Tekvin , 11/8-9.

[2] Yahut Agade devleti, İ.Ö. 2325 de kuruldu.

[3] Tarih İ.Ö. 2100 de hânedanlığının kurucusu Ur-Nammu’dur.

[4] III. Ur kralı Bur-Sin ile, Asur kralı Rahip Zarikum çağdaştırlar.

[5] İ.Ö. 1730 yılında.

[6] Bu kanunların yazı dili Akadca’dır.

[7] Asur daha sonra hânedan ismi de olmuştur. Ayrıca millî bir Tanrı’nın da ismidir.

[8] Yahut Babel.

[9] Araştırmacılar, Kuzey Mezopotamya’da Urfa, Mardin ve Ebla arasına düşen başka bir Ur kentinden daha söz ederler. Ancak bu konudaki bilgiler henüz net değildir.

[10] Bu mezarlar, Arkeolog Woolley’in (1880-1960) yaptığı çalışmalarla gün ışığına çıkmıştır.

[11] Bir cins Animizm olmalı.

[12] Tatlı suların tanrısı olarak bilinir. Aynı zamanda bilgelik ve büyü tanrısıdır. Başka bir adı Enki’dir.

[13] Yer, hava ve fırtına tanrısı.

[14] Tanrıların babası ve kralı, Tanrı İştar’ın da kocasıdır.

[15] Yahut Hadad.

[16] Kur’an-ı Kerîm: Neml, 27/23-24.

[17] Bize öyle geliyor ki, Yıldız ve Gezegen farkı, Kur’ân dilinde de açığa çıkmaktadır. Kur’ân, aynı yerde sâbit olduğu görülen yıldızlara Necm, gezici olanlar için de Kevkeb der. Nitekim yerden izleyenlere göre sürekli hareket halinde görülen, Ay ve Güneşle birlikte anılan gök cisimlerine kevkeb demektedir :

“Bir vakit Yûsuf babasına şöyle demişti: ‘Babacığım ben rüyada onbir kevkeb ile güneşi ve ayı gördüm; onlar bana secde ediyorlardı.” K. Kerîm: Yusuf, 12/4,

Kelime bir de Hz. İbrâhim’le ilgili yerde geçer:

“Gece üstüne çökünce bir kevkeb gördü de ‘işte Rabbim bu’ dedi. Battığında ise ‘batıp gidenleri sevmem’ diye konuştu.” Enâm 6/75-76.

Kevkeb’in çoğulu kevâkib’dir. Kur’na göre onlar yeryüzünde yaşayanlara en yakın olan göğü (Saffât 37/6) süsleyen misbahlar’dır. (Fussilet 41/2,67/5) Onların dağılmaları hayatın sonu olur. (Cin 72/2).

[18] Diğer gezegenlerden Uranüs’ün varlığı 1781 de keşfedildi. Neptün ve Plüton ise teleskopla da görülemiyor.

[19] Yahut, Şemeş, Şammas veya Utu.

[20] Yahut Nanna veya aydınlatan ve ışık veren Fennar.

[21] Yahut İnanna.

[22] Bu duruma göre Hammurabi’ye kanunları yazdıranın da o olması gerekir. Ancak, Tarihî belgelerde kanunları vahyedenin, Güneş Tanrısı Şamaş olduğu belirtilir.

[23] İ.Ö. 19. ve 17. yüzyıllar arasındaki bir tarihte. (Arif Abdulfettah Tabbâra, Kur’ân Peygamberler ve Peygamberimiz, İstanbul, 1982.) Onun yaşadığı tahmin edilen tarihler, Hammurabi dönemine pek yakındır. Hammurabi’nin krallığı da, İ.Ö. 1728 ile 1686 yılları arasındadır.

[24] Tekvîn :11/27-28; “Araştırmacılar, Tevratı’ın İ.Ö. üçüncü yüz yılda Yunanca’ya çevrilen metninde, Ur adı yerine Chaldäer yazılı olduğunu, İbrânîce metinde ise bu ismin Ur-Kasdim şeklinde belirtildiğini söylerler. Muazzez H. Çığ, İbrâhim Peygamber, İstanbul, 1997.

Bazı Arap-İslâm tarihçileri, Hz. İbrâhim’in Bâbil kentinde doğduğunu belirtirler”. İbnu’l-Esîr, el-Kâmil Fi’t-Tarîh.

 

dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder