|
Hazreti İbrahim (a.s)
Allah'a iman etmek aklın başıdır. Akıl herhalde bir kaynak, bir başlangıç noktası, bir tutamak arar. Onu Hakk'ın izzetine teslim edip O'nun sağlam kulpuna yapışmalı, hikmetine uymalıdır. Din ve imanın hikmet düzeni üzere ne büyük meyveler vereceği ve imanın esaslarından olan öldükten sonra dirilme ve hayat vermenin bütün çeşitleriyle mümkün ve meydana geleceği, hayatın yürümesinin bununla mümkün olduğu, ebedî hayatın da bununla olacağı ve her dirilmede ikinci hayat, birincinin meyvelerini taşıyacağından, sonsuz gelecekte ahiret mutluluğu hayatı, dünyadaki kazançların Allah'ın hikmeti ile, onun sonucu, meyveleri gibi ortaya çıkıp gideceği ve dolayısıyla dirilme gününde, ancak ilâhî izzet hakim olurken, insanların birinci hayatta din konusu olan kendi istekleri ile yaptıkları fiilleri de hikmet gereği, daha önce geçen normal sebeblerden olacağı ve herhalde insanlar için ahiret sebepler âlemi değil, sırf bir neticeler âlemi olabileceğinden, onların ahirete, ahirette değil, ancak dünyada Allah'ın emri ile hükmedebilecekleri ve bunun için, "Ne alışverişin ne dostluğun, ne de iltimasın söz konusu olmadığı.[14]" özelliğinde olan o dirilme günü gelmeden, isteğinizle o sağlam kulpa yapışıp Allah yolunda "infak" (harcama) ve mücahede (cihad) ile Allah'a dönenlerin Allah'ın dostluğu ile karanlıklardan ışığa, kesin ölümden ebedî hayata nasıl geçecekleri ve bunları yapmayıp tağutların ellerine düşenlerin nefislerine pek büyük bir zulüm yapmış olacakları öteden beri, Hakk'ın delilleriyle hem haber verilmiş, hem ispat edilmiş, hem de bu hikâyelerle akıllılar tam anlamı ile aydınlatılmışlardır. İlâhî Kürsiden ortaya çıkan, din ve imanın niteliğini ve meyvelerini açıklayan ve aydınlığa kavuşturan bu kesin deliller yukardaki, "Ey müminler, ne alışverişin ne dostluğun ve ne de iltimasın söz konusu olmadığı gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın.[15]" âyetinin hükmî sebebleri ile açıklamasından başka daha yukardaki hükümlerin ve özellikle, "Kimdir o ki, Allah'a karşılıksız (güzel) borç verir de Allah da o borcu ona kat kat fazlasıyla öder.[16]" âyetindeki bildirinin ve ilâhî sözün ezelî ve ebedî kesin güvencesini de kapsadığından, bu açıklamanın ona bağlı olduğunu göstermek için azîz ve hakîm olan Allah hayat vermenin nasıllığının ardından hikmet gereği bu borç vermenin ve harcamanın elde edilecek kazanç ve artışının nasıl olacağını ve kabul olmasının şartlarını da açıklamak için buyuruyor ki:”[17]
Mevdudi diyor ki: "Yani, "Tecrübeyle elde edilen kesin bir kanaata sahip olmak istiyorum."
Bazıları yukardaki iki doğaüstü olay için çok garip yorumlar yapmışlardır. Fakat bu tür ayrıntılı ve uzak tefsirleri yapmak gereksizdir. Çünkü birinci olaydaki şahsın da belirttiği gibi Allah dilediği her şeyi yapmaya kâdirdir. Bunun yanısıra, Allah'ın peygamberleriyle olan ilişkisi çok olağanüstü bir yapıdadır. Sıradan bir mümin görevlerini yapmak için gerçekliği (reality) kendi gözleriyle görmeye ihtiyaç duymayabilir. Fakat bir peygamber, insanları çağıracağı gerçeklikleri kendi gözleriyle görmelidir ki görevini yapabilsin. Peygamberler tam bir gönül rahatlığı ile, kendilerinden emin bir şekilde: "Sizin sadece tahmin yürütebildiğiniz gerçeklikleri, biz gözlerimizle gördük. Siz cahilsiniz, fakat biz biliyoruz; siz körsünüz, biz görüyoruz" diyebilmelidirler. Onlara meleklerin insan şeklinde gelip görünmesinin nedeni de budur. Onlara göklerin ve yerin işleyiş sistemi, Cennet, Cehennem ve öldükten sonra dirilme, apaçık gösterilmiştir. Her ne kadar peygamberler, peygamber olarak tayin edilmeden önce de bunların tümüne inanıyorlarsa da peygamberliğin özelliği ve özel bir göreve tayin edilmeleri nedeniyle bu gerçeklikleri gözleriyle müşahade etmeleri gerekiyordu[18].”[19]
Seyyid Kutub diyor ki: “Bunun üzerine Allah ona dedi ki; `Dört kuş al, bunları önüne koyup yakından incele, sonra kesip parçalarını birer dağın üzerine at, arkasından onları çağır, koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki, Allah üstün güçlüdür ve hikmet sahibidir.
Burada Allah'ın yaratma sanatının içyüzünü yakından görmeye yönelik bir arzu karşısındayız. Bu arzu içli, yumuşak huylu, mümin, hoşnut, Allah karşısında çekingen, ibadete düşkün, Allah'ın yakını ve dostu Hz. İbrahim'den geliyor. Hz. İbrahim'in dile getirdiği bu arzu, Allah'ın yaratma sanatının esrarını görme beklentisine ve özlemine ilişkin olarak Allah'ın önde gelen kullarının bile kalplerinde ne gibi çırpıntılar meydana geldiğini ortaya koyar!
Bu arzunun, imanın varlığı, sarsılmazlığı, eksiksizliği ve kararlılığı ile ilgisi yok. İman için delil ya da güçlendirici arayışı da değil sözkonusu olan. Bu arzu başka bir şey, değişik bir hazzı içeriyor. Bu arzu ilâhî sırrın mahiyetine,oluş ve gerçekleşme anında tanık olmaya ilişkin bir ruhi özlemdir. Bu fiilî deneyin insan ruhunda uyandırdığı haz, görmeden inanmanın meydana getirdiği hazdan farklıdır. Sözkonusu olan kişi Allah'ın dostu, İbrahim bile olsa bu böyledir. O İbrahim ki Rabbine soru yöneltiyor ve Allah da kendisine cevap veriyor. Bundan öte bir iman ya da iman delili düşünülemez. Fakat Hz. İbrahim, kudret elini çalışma, işleme anında görmek istedi. Bu içli-dışlılığın vereceği hazzı tadarak doyumuna kavuşmak, havasını solumak, onunla içiçe yaşamak diledi. Bu O'nun daha ötesi olmayan imanından başka birşeydir.
Ayetin anlattığı deney ve o arada geçen karşılıklı konuşmalar, bu hazların merak ve beklentisi ile çarpan kalpte -Hz. İbrahim'in kalbinde-, bu imana ilişkin hazların çok sayıda olduklarını ortaya koyuyor. Tekrarlıyoruz:
"Hani İbrahim `Rabb'im, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster' dedi. Allah `Yoksa buna inanmıyor musun?' deyince `Tabii inanıyorum. Fakat kalbim kesin kanaat getirsin diye bunu istiyorum' dedi."
Yüce Allah'ın kudret elini işler durumda görmek isteyen ruhun doyumu, perde gerisi sırrın açığa çıkarken ve belirirken duyacağı hazzı duyumsama dürtüsü dile geliyor. Yüce Allah bu has kulunun ve dostunun inanmışlığını biliyordu. Buna göre O'ndan gelen soru açıklama, belirtme,fırsat sağlama, özlemini tanımlama ve ilân imkânı verme amaçlıdır. Bunların da ötesinde kerem sahibi, sevgili ve merhametli olan Allah ile duygulu, tatlı iyi huylu ve Rabbine bağlı Hz. İbrahim arasında bir cilveleşmedir!
Yüce Allah Hz. İbrahim'in kalbinden gelen bu özlemi ve beklentiyi olumlu karşılayarak kendisine bu konuda aracısız, kişisel bir deney yapma imkânım sundu:
"Bunun üzerine Allah ona dedi ki; `Dört kuş al, bunları önüne koyup yakından incele, sonra kesip parçalarını birer dağın üzerine at, arkasından onları çağır, koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki, Allah üstün güçlüdür ve hikmet sahibidir."
Yüce Allah, Hz. İbrahim'e dört kuş seçmesini, bunları önüne koyup yakından incelemesini, daha sonra onları kolayca tanıyabilmesi için nişanlarım ve özelliklerini iyice bellemesini, arkasından kesip vücutlarını parçalamasını ve parçaların herbirini çevredeki dağların biri üzerine atmasını, bir süre sonra da bu kuşları çağırmasını emrediyor. Bu çağrı üzerine kuşların parçalanıp dağıtılmış organları biraraya gelecek, tekrar vücutlarına can verilecek ve koşa koşa Hz. İbrahim'e geleceklerdi. Tabii ki böyle de oldu.
Hz. İbrahim, bu ilâhi sırrın gözleri önünde meydana gelişini gördü. Bu sır her. an meydana gelen bir olgu. Yalnız insanlar, onun gerçekleştikten sonraki belirtilerini, sonuçlarını görebiliyorlar. Bu sır, can verme, hayat bağışlama sırrıdır. O hayat ki, ilk başta, hiç yokken meydana geldi ve her yeni canlı ile birlikte oluşumu sayısız defalar tekrarlanmaktadır.
Hz. İbrahim, işte sırrın gözleri önünde meydana gelişini gördü. Canları çıkmış, parçalanmış organları birbirinden uzak yerlere atılmış kuşların vücutlarına yeniden hayat sunuluyor ve koşarak yanına geliyorlar!
Peki nasıl? Bu, kavranması, insan kapasitesini aşan bir sırdır. İnsan idraki bunu Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi kimi zaman görür, ya da bütün müminlerin yaptığı gibi ona inanır. Fakat karakteristiğini kavrayamaz, yordamını bilemez. O, Allah'a özgü işlerden biri olup insanlar, Allah'ın bilgisinin sadece O'nun dilediği kadarını kavrayabilirler. Allah, bilgisinin bu kısmının insanlarca kavranmasını dilemedi. Çünkü O, onları aşan bir şey. İnsanların karakteristik yapıları ile bu sırrın karakteristiği çok farklı. Üstelik halifelik görevleri için bu bilgi gerekli de değil.
Bu sır, sırf Allah'ı ilgilendiren, sırf O'na özgü bir olgu. Yaratıklarının bilgisi buna erişmez. Eğer ona doğru boyunlarını uzatacak olurlarsa karşılarında saklı sırrın önüne gerilmiş perdeden başka birşey göremezler, harcanan emekler boşa gitmiş olur. Gizlilikleri, gayblerin bilicisi olan Allah'a özgü tekelinde olmasını içlerine sindiremeyenlerin emekleri yani.”[20]
Ebu Bekir Cabir el-Cezairi diyor ki: “Peygambere ve mü’minlere yöneltilmiş üçüncü misal budur. Ve bunda da Allah’ın mü’min kullarına olan dostluğu, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak suretiyle tecelli etmiştir. Hatta sadece Allah’ın kudretinden bir şeyi uzak sanmak veya birşeyin nasıl icad edildiğine ve bunun ne şekilde olacağını görmek isteme gibi hususlarda bile böyledir. İbrahim’in bu isteği asla şüphe etmesinden kaynaklanmış değildir. Nasıl kaynaklanabilir ki? Allah Rasulü: “Bizim şüphe etmeye İbrahim’den fazla daha fazla hakkımız var.” demiştir. Yani şayet İbrahim şüphe etseydi, biz zayıflığımız dolayısıyla buna daha layıktık; ama İbrahim şüphe etmemiştir. Onun bütün isteği diriltme işlemini ve nasıl tamamlandığını görerek imanını güçlendirmekti. Hem Halil İbrahim’e hem de Muhammed’e her iki alemde de salat ve selam olsun. İbn Abbas ve selef ulemasından rivayet edildiğine göre bu dört kuş güvercin, horoz, karga ve tavuktu. Cebel, dağ demektir. Allah-u Teala yeryüzüne denge görevi görsün diye yaratmıştır, pek çok faydaları vardır.”[21]
Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki: “Bu ayet-i kerime de Cenab-ı Hakk’ın kudretine, ahiret alemine dair bir başka delildir. İbrahim (a.s.), Cenab-ı Hakk’ın dirilten ve öldüren olduğunu Nemrud’a karşı söylemişti. Onun bu hususta asla şüphesi olamaz. Ancak diriltmenin ne suretle, ne gibi bir keyfiyetle vuku bulacağını bir an evvel gözleriyle görmesini niyaz etmiş oluyordu.
Bu olay, insanlık için bir ibret dersidir. Bu kuşları ve benzerlerini başlangıçta böyle hayat sahibi, çeşitli sınıflara, muhtelif özelliklere sahip bir halde yaratmış olan bir Yüce Yaratıcının bunları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir olacağı da son derece açıktır. Herhalde diriltme ilk yaratmadan daha kolaydır.
Kâinatı Yaratanın varlığına inanan bir insan böyle harikulade görülen bir olayın meydana gelmesini inkâr edemez. Artık öyle bir Yüce Yaratıcının bütün emirlerine, yasaklarına göre harekette bulunmak, onun dini uğrunda her türlü fedakarlığı bir nimet telakki etmek, onun yolunda mal ve bedenle hizmette bulunmayı bir selamet vesilesi ve saadet bilmek lazım gelir. İnsan o sayede karanlıklardan kurtulup nura çıkar. İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Allah, bizlere mallarımızı hak yolunda harcamayı, fedakarlıkta bulunmayı emrediyor.”[22]
Sonuç:
1) İnsan bilinmeyeni öğrenip kavramaya aşırı isteklidir (meraklıdır).
2) Allah İbrahim’le öylesine dosttur ki, ona kalbinin yatışacağı ve huzur bulacağı ayetlerini (delillerini) göstermiştir.
3) Hesap ve ceza için ölmüşlerin diriltileceği ikinci hayat (ahiret hayatı) inancı böylece sabit olmuştur. Zira İbrahim’in Allah’ın ölüleri nasıl dirilttiğini kuşlarda görmesi, Allah’ın kullarını kıyamet günü diriltmeye kadir olduğuna en büyük delildir. Ayetler, dirilişi inkâr eden müşriklere bu garip hadise ile gösteriyor ki, sanki o dirilişi görüyormuş oluyorlar. Böylece dirilişi ve ahiret hayatını inkâr eden herkesin aleyhine bir delil olmaktadır.[23]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/260.
[2] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet.
[3] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/159.
[4] Kur’an-ı Kerim: Kaf, 50/42-44.
[5] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/160.
[6] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/161.
[7] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.81.
[8] Celâleyn Tefsiri, Fatih Enes Kitabevi: 1/78.
[9] Buhari, Tefsir: 46.
[10] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/306-308.
[11] Bakara: 2/258.
[12] Hadîd: 57/2.
[13] Zümer: 39/67.
[14] Bakara: 2/254.
[15] Bakara: 2/254.
[16] Bakara: 2/245.
[17] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayınları: 2/184-189.
[18] Ayrıntılı bilgi için bkz. Hud: 11/17, 28.
[19] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/179.
[20] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 1/480-482.
[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/330-331.
[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsiri, İpek Yayınları: 1/262-263.
[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/331.
|