|
Hazreti Süleyman (a.s)
Yakın tarihe bakıldığında pek çok insanın hayatını kaybettiği çeşitli katliam örnekleri görülecektir. Örneğin Bosna Savaşı, ağırlıklı olarak sivil halkın hedef alındığı, kadın, çocuk, yaşlı denmeden binlerce insanın katledildiği bir savaş olarak tarihe geçmiştir. Savaş sonrasında ortaya çıkarılan toplu mezarlar ise katliamın boyutlarını gözler önüne seren çarpıcı bir delil olmuştur.
Filistin halkına karşı 1940'lardan beri yürütülen bir diğer "etnik temizlik" operasyonu ise, daha uzun vadeli bir katliam politikasıdır. Bu politikanın Sabra ve Şatilla katliamları gibi örnekleri, yaşanan olayların boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Afrika kıtasında da sık sık çeşitli farklı etnik kökenler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmakta ve binlerce insan hayatını yitirmektedir. 1997 yılının ilkbaharında 5 büyük ülkeyi, Zaire, Ruanda, Uganda, Burundi ve Tanzanya'yı içine alan bir bölgeyi etkileyen bir savaş, iki büyük kabile arasında yaşandı: Hutu ve Tutsi kabileleri. Bu etnik savaşta yarım milyona yakın insan hayatını yitirdi. On binlerce kişi ormanlarda açlıkla, sefaletle, salgın hastalıklarla mücadele etti ve çok büyük bir bölümü öldü. Küçük çocuklar ve bebekler bile sırf başka bir kabileden oldukları için vahşice öldürüldüler.
Masum insanlar katloluncaya kadar Mehdi çıkmayacak ve katliamlara yerde ve göktekiler, artık tahammül edemez bir hale geldiğinde zuhur edecektir...
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37)
Mehdi'nin çıkışı ile ilgili hadislerde katliamların yaygınlaşmasından bahsedilirken, bu katliamların masum insanları hedef alacağına özellikle dikkat çekilmiştir. Daha önce de ele aldığımız gibi, günümüzde hemen hemen tüm savaşlarda asıl hedef sivil halk olmaktadır. Katliamlar da asıl olarak sivil ve masum halka yönelik olarak gerçekleştirilmekte, çoğunlukla çocuklar, yaşlılar ve kadınlar katledilmektedir. Özellikle kendilerini savunma imkanı olmayan bu insanların seçilmiş olması katliamların çapının geniş, hayatlarını kaybeden insanların sayısının yüksek olmasına neden olmaktadır.
Savaşlar veya çeşitli çatışmalar sırasında gerçekleştirilen katliamların yanı sıra özellikle son yıllardaki terörist eylemler de halkın toplu olarak imha edilmesi ile neticelenmektedir. Terörizmin amacı halk arasında korku ve dehşet yaymak olduğundan, bu tür saldırıların asıl yöneldiği kesim çoğunlukla sivil halktır. Alış veriş merkezleri, restoranlar, kafeteryalar, okullar gibi savunmasız kadınların, gençlerin ve çocukların bulunduğu yerleri hedef alan bu eylemler nedeniyle dünyanın farklı ülkelerinde pek çok insan hayatını kaybetmektedir.
Hiçbir tarafın ondan mahfuz kalmayacağı bir fitne zuhur edecek, bu fitne kaldığı yerden hemen başka bir tarafa yayılacak..
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 21-22)
Yukarıdaki hadiste, dünyaya sürekli olarak yayılan ve uzun süreler devam eden bir fitneden söz edilmektedir. "Fitne" kelimesi ise daha önce de belirtildiği gibi "savaş, karışıklık, kavga, ihtilaf" gibi anlamlara da gelmektedir. Kelimenin bu anlamları düşünüldüğünde özellikle son bir asırdır, hadiste de ifade edildiği gibi "kaldığı yerden hemen başka bir tarafa yayılan" savaşlar, iç çatışmalar, kargaşalar dünyanın dört bir yanında bitip tükenmeden devam etmektedir. Özellikle geride bıraktığımız 20. yüzyıl "Savaşlar Yüzyılı" olarak anılmaktadır. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl ise savaşlar ve terör olayları ile başlamıştır ve halen de bunlar dünyanın dört bir yanında devam etmektedir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, 20. yüzyıl savaşlarında yaklaşık 180 milyon insan hayatını kaybetti. İnsanlık tarihinde ilk kez, bir yüzyıl içinde bu kadar çok sayıda insan savaşlar nedeniyle hayatını kaybetmiş oldu. Yine 20. yüzyılda, her biri en az 6000 kişinin ölümüne neden olan 165 savaş ve çatışma meydana geldi.17
Son 25 yıl içinde dünyanın hangi bölgelerinde savaş ve iç karışıklık yaşandığına baktığımızda, dünyanın bir yerde bitip diğerinde başlayan fitnelerden kurtulamadığını görmek mümkündür. Bosna-Hersek, Kosova, Arnavutluk, Bulgaristan, İran, Irak, Afganistan, Çeçenistan, Filistin, İsrail, Kuzey Kore, Kamboçya, Doğu Türkistan, Etiyopya, Somali, Yemen, Uganda, Cezayir, Ruanda, Mozambik, Angola, Kongo, Liberya, Burundi, Sudan, Lübnan, Arjantin, Kuzey İrlanda, El Salvador, Nikaragua, son 25 yılda savaşların ve iç çatışmaların yaşandığı ülkelerden sadece bazılarıdır.
Dünya tarihi savaşlar ve çatışmalarla doludur, ancak 20. yüzyılda meydana gelen savaş ve katliamlar, tüm dünya tarihinde meydana gelenlerden birçok özelliği ile ayrılmaktadır. Daha önce de söz edildiği gibi, bu savaşlardaki ölü sayısı, tüm savaşların toplamından çok daha fazladır. Ayrıca, tarih boyunca savaşlar hep bölgesel olarak kalmış, bir yerden diğerine sıçrayarak tüm dünyaya yayılmamıştır. Ancak 20. yüzyılda bu çatışmalar tüm dünyaya yayılmıştır. Geçtiğimiz yüzyılda savaş veya çatışma görmemiş, terör olaylarını yaşamamış tek bir ülke dahi yok gibidir.
20. yüzyıl savaşlarını diğerlerinden ayıran bir başka özellik ise, kullanılan silahların gücüdür. Bu yüzyılda özellikle nükleer ve kimyasal silahların kullanılmasıyla çok daha dehşet verici katliamlar yaşanmış, sadece o savaşı gören nesiller değil, bir veya birkaç nesil sonrası da büyük zararlar görmüştür. Bunların başında 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombası gelmektedir.
Günümüzde de biyolojik savaş en büyük tehlikelerden biri olarak görülmektedir. Nitekim, 11 Eylül terör saldırılarının ardından ABD'de önemli adreslere mektuplarla gönderilen şarbon bakterisi bunun bir örneğidir ve şimdiden birçok kişinin ölümüne neden olmuştur.
Sonuç olarak, hadiste sözü edilen ve dünyanın birçok yerine yayılan fitnenin, 20. yüzyılda başlayan ve 21. yüzyılda devam eden savaşlar, çatışmalar, kargaşalar ve terör olayları olması ihtimali çok yüksektir. Tüm bunlar Altınçağ döneminin yaklaştığının ve ahir zamanın yaşanmakta olduğunun alametleri olabilir.
İnsanların ümitsiz olduğu ve "Hiç Mehdi falan yokmuş" dediği bir sırada Allah Mehdi'yi gönderir...
(Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 55)
Yukarıdaki hadiste Altınçağ alametlerinden birinin insanların "Mehdi'nin gelmeyeceği yönünde" bir ümitsizliğe kapılmaları olduğu bildirilir.
Ahir zamanda, savaşlarla, yoklukla, açlıkla, adaletsizliklerle, ahlaki çöküşle ve çeşitli salgın hastalıklarla iç içe yaşayan insanlar tüm bu olumsuzlukların ortadan kalkabileceğine dair inançlarını yitirirler. Müslümanlar arasında da pek çok kişi, Altınçağ'ın başlayıp, İslam ahlakının dünya üzerinde hakim olacağı yönündeki beklentilerini kaybeder ve fitnelerin artarak devam edeceğine inanır.
Nitekim günümüzde de bu ruh halinin örnekleri sık sık görülmektedir. Peygamber Efendimizin Mehdi'nin gelişi ve Altınçağ'da yaşanacak olan güzelliklerle ilgili çok sayıda hadisi olmasına rağmen birçok kişi böyle bir dönemin yaşanmayacağını zannetmektedir. İşte bu zan da ahir zaman alametlerinden biridir. Altınçağ, bu ümitsizlik halinin insanlar arasında yaygınlaştığı bir zamanda, Allah'ın insanlara olan rahmeti sayesinde başlayacaktır.
Fakirler çoğalacak.
(Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 455)
Açlık ve hayat pahalılığı alabildiğine yayılacak.
(Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 440)
Mehdi öncesinde yaşanacak olan açlık ve fakirlikle ilgili olarak Peygamber Efendimizin yukarıdaki hadislere benzer pek çok hadisi bulunmaktadır. Hiç şüphesiz tarih boyunca açlık ve sefalet hep var olmuştur. Ancak ahir zamanda fakirlik tüm dünya genelinde çok büyük bir artış gösterecektir.
Bugün dünyanın dört bir yanında yiyecekten ve içecekten mahrum, sağlıksız koşullar altında yaşayan, barınacak bir yer bulamayan insanlar bulunmaktadır. Bu durum Afrika, Asya, Güney Amerika başta olmak üzere Amerika ve Avrupa ülkelerinde de yoğun olarak sürmektedir. İnsanların küçük bir bölümü çok büyük bir refah içinde yaşarken, milyarlarca insan açlık sınırında yaşamaktadır. 2000'li yıllara girerken yazılan bir makalede dünyanın içinde bulunduğu durum şu şekilde açıklanmaktadır:
Yeni bin yıla adım atarken, her gün yoksullukla ilgili sebeplerden dolayı 35.000 çocuğun hayatını kaybettiği bir dünya ile karşı karşıya geliyoruz. Bu da her 2.5 saniyede bir çocuk öldüğünü gösteriyor. Öyle bir dünya ile karşılaşıyoruz ki yoksulluk sınırının altındaki insan sayısı gün geçtikçe artıyor ve son zamanlarda bu sayı 1.5 milyar. Bu Çin'in nüfusundan daha fazla, Avrupa Birliği'nin toplam nüfusunun dört katına eş değerdir.
... Yaşadığımız dünyada zengin ve fakir arasındaki fark büyük bir ivme ile artmaktadır. Birleşmiş Milletler rakamları, 1960 yılında dünyadan en zengin kişilerin %20'sinin en fakir kişilerin %20'sinin varlığının 30 katına sahipti. Daha sonraki 37 yıl içinde, zenginler ilerleme gösterdi ve 1997 yılında bu rakam yani en fakir %'20'nin 74 katına yükseldi.
Dünyanın en zengin üç ailesinin varlıkları birleştirildiğinde en az gelişmiş ülkelerdeki 600 milyon insanın yıllık gelirlerinden daha fazla etmektedir. Bunun yanı sıra, dünyanın en fakir ülkelerinin 80 tanesinden fazlasının kişi başına yıllık geliri 10 yıl öncekine göre daha düşüktür.18
Altınçağ'ın başlamasıyla birlikte tüm bu zorluklar da ortadan kalkacaktır. Açlık, yoksulluk ve sefalet yerini bolluğa, berekete ve zenginliğe bırakacaktır. O dönemde ihtiyaç ve yokluk içinde hiçbir insan kalmayacak, din Allah'ın Kuran'da tarif ettiği şekliyle yaşanacak ve insanlar "Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı." (Zariyat Suresi, 19) ayetinde de bildirildiği gibi mallarını ihtiyaç içinde olanlarla paylaşacaklardır. Zaten İslam ahlakının yaşandığı bir toplumda bazı insanların zengin, bazı insanların yoksul olması da mümkün değildir. Çünkü eğer bir insan iman ediyorsa Allah'ın "Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı. Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur." (Hakka Suresi, 34-35) ayetinde bildirdiği duruma düşmekten korkar. Bu da toplumda büyük bir sosyal adalet, refah ve bereketin oluşmasına vesile olur.
İnsanlar 95. seneye kadar malik olacak, yani işleri iyi gidecek, 97 veya 99. senede mülkleri zail olacak...
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 54)
Bu hadiste Altınçağ öncesinde nasıl bir ekonomik durum olacağı ile ilgili daha detaylı bilgiler verilmektedir.
Hadisteki "95. sene" şeklindeki ifade ile 1995 yılına dikkat çekiliyor olması muhtemeldir. 1995 yılı insanların nispeten daha müreffeh bir yaşam sürdükleri, yaşam koşullarının çok zorlaşmadığı bir dönemdir. Nitekim hadiste bu yıl içinde "işlerin iyi gideceği" haber verilmektedir. Yani bu dönemde insanlar yaşamlarını idame ettirebilecek bir gelire sahiptirler ve hala mülk edinebilecek kadar zengindirler. Ancak 1997-1999 yılları ekonominin çok kötüleştiği, fakirliğin ve yokluğun arttığı bir dönemdir. Bu yıllar arasında malın ve mülkün değeri kalmayacaktır. Günümüzde Arjantin örneğinde de görüldüğü gibi bu olay gerçekleşmiştir ve halen de şiddetle devam etmektedir.
Ondan önce Şam ve Mısır melikleri öldürülecektir...
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)
Bu hadiste Mehdi'nin gelişinden önce Şam ve Mısır yöneticilerinin öldürüleceklerine dikkat çekilmektedir.
Mısır'ın yakın tarihi incelendiğinde hadiste de belirtildiği gibi bir "meliğin" öldürüldüğü görülmektedir: 1970 yılında Mısır'ın başına geçen ve 11 yıl iktidarda kalan Enver Sedat.
Enver Sedat 1981 yılında bir resmi geçit sırasında muhalifleri tarafından düzenlenen bir suikast sonucunda hayatını yitirmiştir. Mısır tarihinde öldürülen yöneticilerden diğerleri de, 1910 yılında suikaste uğrayan Başbakan Boutros Ghali, 1945 yılında öldürülen Mısır Başbakanı Ahmed Maher Paşa ve 1948'de yine bir suikast sonucu öldürülen Mısır Başbakanı Mahmoud Nukrashy Paşa'dır.
Şam kelimesi ise, yalnızca Suriye'deki Şam şehri için kullanılmaz. Şam, Arapçada kelime anlamı olarak "sol" anlamına gelir ve eskiden beri Hicaz bölgesinin (Mekke ve Medine şehirlerinin bulunduğu bölge) sol tarafında kalan ülkeleri ifade eder.19 Şam bölgesi yöneticilerinden de suikaste uğrayan çok sayıda kişi olmuştur. Bunlardan birkaç örnek şöyledir;
1920'de öldürülen Suriye'nin eski Cumhurbaşkanı Salah Al-Deen Beetar,
1921'de öldürülen Suriye Başbakanı Droubi Paşa,
1949'da suikaste uğrayan Suriye Başbakanı Muhsin al-Barazi,
1951'de öldürülen Ürdün Kralı Abdullah,
1982'de bombalı suikaste uğrayan Lübnan'da Falanjist Lideri Beşir Cemayel...20Önceki sayfalarda ahir zamanda Mehdi'nin çıkışı öncesi görülecek alametlerin bazılarına değindik. Bunların yanı sıra Peygamberimizin hadislerinde kıyametin küçük alametleri olarak sayılan ve kıyametten önceki dönemde yani ahir zamanın başlangıcında yaşanacak olaylar vardır. Bu alametler Altınçağ öncesinde gerçekleşeceği için, aynı zamanda Mehdi'nin çıkış alametleri olarak da görülmektedir.
İlerleyen sayfalarda kıyametin bu küçük alametlerinin bazıları ele alınmaktadır. Peygamberimizden bize ulaşan bu bilgiler incelendiğinde, her birinin günümüz toplumlarında yaşanmakta olduğu görülecektir. Ancak unutmamak gerekir ki ilk bakışta olumsuz görünen bu olaylar aslında bolluk, bereket, huzur, barış, güvenlik dolu bir çağın başlayacağının da müjdeleridir. Tüm bu olayların ardından Allah, tüm insanlık için aydınlık bir çağ açacaktır. Bu, Allah'ın vaadidir; Allah Kuran'da müminleri şöyle müjdelemiştir:
Andolsun, Biz Zikir'den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık. (Enbiya Suresi, 105)
Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah'tan 'yardım ve zafer (nusret)' ve yakın bir fetih. Müminleri müjdele. (Saff Suresi, 13)
Ganimet belirli kişilerin inhısarında olduğu, emanet ganimet sayıldığı, zekat ağır bir yük kabul edildiği zaman...
(Kıyamet Alametleri, s. 114)
Emanetin ganimet, zekatın da (altından zor kalkılacak) bir borç olarak ittihaz edilmesi...
(Kıyamet Alametleri, s. 139)
Büyüğe saygı, küçüğe merhamet kalkacak. Zina çocukları çoğalacak. O kadar ki kişi sokak ortasında kadınla zina edecek.
(Kıyamet Alametleri, s.140)
Bir zaman gelecek kadınla yolun ortasında zina yapılacak. Kimse buna itiraz etmeyecek.
(Kıyamet Alametleri, s. 142)
Dünyanın harap olmuş yerlerinin imarı, imar edilmiş yerlerinin tahribi kıyametin şart ve alametlerindendir.
(Kıyamet Alametleri, s.138)
Mamur beldeler harab edilince, kişi emanetine temerrus edince, kıyametle senin aranda şu iki parmak arası kadar bir mesafe kalmış demektir.
(Kıyamet Alametleri, s. 143)
Binaların gökdelenler haline gelmesi...
(Kıyamet Alametleri, s. 146)
Kişi, kardeşini öldürmedikçe kıyamet kopmaz.
(Kıyamet alametleri, s. 141)
Şu üç şeyle karşılaşmadıkça ümmet güzel bir yol üzere olacaktır: İyilik kalkmadıkça, ahlaksız çocuklar çoğalmadıkça, aralarında Essekkarun zahir olmadıkça... Dediler ki Essekkarun nedir? Cevap verdiler: Ahir zamanda gelecek bir nesildir ki, aralarındaki selamları birbirlerine sövüp saymak olacaktır.
(Kıyamet Alametleri, s. 141-142)
Herkesin az kazançtan yakınması... Paraları için zenginlerin saygı görmesi...
(Kıyamet Alametleri, s. 146)
Piyasanın durgun olması, kazançların azalması...
(Kıyamet Alametleri, s. 148)
İşlerin kesad gitmesi. Herkes "satamıyorum, alamıyorum, kazanamıyorum!" diye yakınacak.
(Kıyamet Alametleri, s. 152)
Liderlerinizi öldürmedikçe, dünyanızda kötüleriniz
varis olmadıkça kıyamet kopmaz.
(Kıyamet Alametleri, s. 141)
|