Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-28-2008, 15:04   #2
Kullanıcı Adı
Hüdaverdi
Standart ultrAslan Kısa Tarihi, Kuruluşu; Sancılı Büyüme...




Hızlı Başlangıç

ultrAslan, ismini aldıktan sonra "tribün"e çok hızlı bir giriş yaptı. 14 Şubat Sevgililer Günü'nün Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nde kendi evinde oynayacağı Deportivo maçına denk gelmesi, ultrAslan'ın ilk tribün organizasyonunu gerçekleştirmesine ilham kaynağı oldu. Kapalı'da açılan dev kalp tasarımlı bayrak, hem Sevgililer Günü'nde taraftarın takımına mesajını veriyor hem de tribünlerde ortaklaşa dayanışmayla, öncesi ve sonrasıyla muhteşem bir organizasyon gerçekleştiriliyordu. Aynı akşam, organizasyon ve ultrAslan hakkında hazırlanan broşürler tribünlere dağıtıldı. Kapalı taraftarı ultrAslan ismiyle ilk kez orada tanıştı.

ultrAslan'ın ikinci büyük "tribün show" etkinliği Galatasaray'ın şampiyonlar Ligi'ndeki kritik Milan maçı için düşünülen dev bayrak oldu. Bu bayrak, ülkemizin bu ölçekteki ilk bayrağı olarak tarihe geçti. Açık tribünün tümünü kapsayan bu bayrak, 4.500 metrekare boyutlarında, 1,5 ton ağırlığındaydı. Gerek stada taşınması, gerekse sık sık yapıldığı gibi "kurdela" olmadan açılması, önceden iyi planlanmış bir organizasyon ve geniş katılımlı işbirliği gerektiriyordu. Tüm ultrAslan'lar, 13 yaşından 60 yaşına kadar herkes, bu organizasyonda elbirliğiyle, yağmur altında yılmadan çalıştı ve sonuç tüm dünya basının ertesi gün övgüyle bahsettiği büyük "tribün show" oldu...

Bu organizasyon, taraftarın kendi gücüyle, masraflı bir organizasyona "sponsor" bulmasının da ilk örneği olarak tarihe geçiyordu. Bayrakta Telsim logosunun bulunması, özellikle rakip taraftar arasında "bunlar yönetim destekli" düşüncesinin doğmasına yol açmıştı. Oysa ki böyle bir şey söz konusu değildi. ultrAslan'ın yöneticileri kendi çabalarıyla bu ilişkiyi kurmuşlar, hatta Arjantin takımı Racing Bandera'nın benzer bir tribün show'unun resmini Galatasaray'a uyarlayarak yapılan maket çalışmasıyla Telsim'e gidilmiş ve olumlu kararın çıkması sağlanmıştı. (Daha komiği, Telsim söz verdiği maddî desteğe de uymamış ve bakiyenin yarısını vermemişti!)

Milan maçı için yapılan hazırlıklar sadece büyük bayrakla sınırlı değildi. Daha ultrAslan doğmadan önce bir Fenerbahçe maçında Kapalı'dan bir grubun hazırladığı, İtalyan tribünlerini anımsatan sopalı pankart çalışması, bu sefer ultrAslan adıyla bir kez daha -üstelik daha da genişletilerek- ortaya çıktı. Ülkemizde ilk kez bu ölçekte (yaklaşık 720 adet) sopalı pankart hazırlanmıştı. Her biri özgun birer "art-graffiti" olan pankartlar, taraftarın takımına olan sevgisini ve günceli yansıtıyordu. Pankartçıya sipariş etmeden, "formal" standartlara teslim olmadan gerçek yaratıcılığı yansıtan sopalı pankartlar, her zaman olduğu gibi Türkiye basınının ilgisini çekmedi. Ama şampiyonlar Ligi maçlarına gelen yabancı gazeteciler, ertesi günkü ve sonraki baskılarında Ali Sami Yen Cehennemi'ni yansıtan fotoğraflarında ultrAslan'ın sopalı pankart resimlerini kullanıyordu. ultrAslan'ın bu organizasyonu, bu etkinliğin en yaygın uygulandığı yer olan İtalya'da bile yankı buldu ve İtalyan taraftar siteleri, Galatasaray tribünlerindeki etkinlikleri kendi aralarında uygulama konusunu tartışmaya başladılar. (Bir not: Hazırlanan yüzlerce sopalı pankart, Galatasaray'ın stattan sorumlu yetkilisinin "işgüzarlığı" yüzünden, stada sokulamadı. ultrAslan'nın yönetimle girdiği bu diyalog maçın başlamasına çok az kala olumlu sonuçlandı, ancak sopalar çoktan Mecidiyeköy Karakolu'nun yolunu tutmuştu bile! Kulüp yönetiminden gösterilen bu tavır, sonraki günlerde ultrAslan tarafından sert bir mektupla protesto edildi. Ancak daha sonra iletişimisizliğin işgüzarlıkla birleştiği anlaşıldı. Nitekim, ondan sonraki maçlara sopalı pankartlar rahatça girebildi. Kulüp yönetimiyle karşılaşılan bu ilk ciddî sorunun böyle aşılması, ultrAslan'ın artık ciddî bir muhatap olarak kabul edildiğinin de bir göstergesiydi.)

Ama ultrAslan, en anlamlı (futbolu da aşan), gerçek etkinliğini, hiç umulmayan bir alanda, basketbolda gösterdi. Internet kanalıyla bir zincir oluşturan ilk ultrAslan kurucuları müthiş bir dayanışma örneği gösterdiler ve Ahmet Cömert'i yavaş yavaş doldurmaya başaladılar. Basketbol takımı için bu destek büyük bir itici güç oldu. O zamana kadar küme düşmesinden bahsedilen basketbol takımı, arkalarındaki binlerce kişilik ultrAslan desteğiyle inanılmaz bir performans gerçekleştirerek tehlike sınırından çıktığı gibi, play-off'lara kaldı ve ardından da çeyrek finale yükseldi. Elendiği takımın Türkiye şampiyonu olması, takım-taraftar bütünleşmesinin varabileceği noktayı çok güzel örnekliyordu.

ultrAslan'ın tüm Türkiye kamuoyu tarafından tanınmasına yol açan en büyük etkinlikler, Nisan ayında Fanatik ve Fotomaç gazetelerinde yayınlanan basın ilanları ve hemen ardından önemli ulusal kanallarda yayınlanan televizyon programları oldu. Özellikle basın ilanları, spor basınının "unutturmaya" çalıştıklarını yeniden tartışmaya açtı. İlanların arkasından yazılan övgü dolu yazılar, makeleler, tebrikler ve değişen gündem, ultrAslan'ın adının yaygınlaşmasını ve kamuoyunun gündemine girmesini sağlıyordu. Fahriye Yen ziyaretleri, o sıralarda ayağı kırılan minik takımın kaptanı için hazırlanan internet sitesi, deplasmana otobüs kaldırılması, kimsesiz çocukların Beşiktaş maçına götürülmesi, 17 Mayıs'ın yıldönümü yürüyüşü ve Florya ziyareti gibi etkinlikler ultrAslan'ın tribünler nezdinde prestijinin daha da artmasına yol açtı.

Kurucular Kurulu'na verilen kontenjan referanslarıyla 27 Mart'ta Park Cafe'de yapılan 320 kişilik Genişletilmiş Toplantı, ultrAslan felsefesinin ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve geleceğe yönelik önemli kararların ortaya çıktığı coşkulu bir başlangıç noktası oldu. Toplantıya Kapalı'da yer alan tüm gruplar katılmıştı. Salonda esen coşkulu hava, yeni başlangıcın gerçekten enerjik olacağını gösteriyordu. Toplantıya katılanlar arasında Fatih Altaylı ve Kenan Doğulu gibi tanınmış isimler de göze çarpıyordu. ultrAslan, bu tarihten sonra internet'te tüm kurucuları biraraya getiren bir "mailing list" oluşturdu, daha sonra da ultrAslan.com sitesini kurdu.



Sorunlar,Sorular Buraya kadar

Gelelim esas soruya... Bütün bu kuruluş dönemi boyunca, başlangıçta özlenen ve beklenen grup olma ruhu oluştu mu? Bu soruya hemen evet yanıtı vermek veya kestirmeden "hayır" demek bana güç geliyor.
Evet, geçtiğimiz yılın Aralık ayındaki duruma göre çok büyük adımlar atılmış durumda. İnsanlar artık birbirlerini toplantılardan, buluşma yerlerinden (grubun yeni buluşma noktası Match Cafe oldu) birbirlerini tanıyorlar... şahsen tanışmayanlar ise, internet'ten birbirlerinin isimlerine aşinalar...

Ancak ultrAslan'ı zorlayan bazı problemler varlığını sürdürüyor. Maddî problem bunlardan birincisi... Gönüllü yardımlarla ayakta duran bir taraftar grubu olarak, ultrAslan hâlâ planladığı etkinlikleri gönül rahatlığıyla yapabilecek güce sahip değil... Büyük bir heyecanla kurulmaya başlanan dernek merkezi, hem kısa sürede oluşan enerjinin hemen tümünü almaya başladı hem de oluşmaya başlayan bürokrasi yüzünden maddî bir süreklilik kaygısının ön plana getirilmesine yol açtı.

Daha bir ay önce birbirleri arasında faaliyetlerden/projelerden bahseden ekip, birdenbire buzdolaplarından, ödenecek depozitlerden bahseder oldu. Üstelik bu sürecin uzun sürmesi, sanki ultrAslan'ı yönlendirenlerin başka hiçbir şey yapmadıkları gibi bir izlenim oluşmasına yol açtı. Ayları, hem de çok kıymetli sezon öncesini sadece bürokratik işlerle geçirmekle harcamak ne kadar doğruydu? Burada bir işbölümüne gidilemez miydi? Ortada görünen ve yetkili ağızlardan tartışılan konular sadece büro, aidat vs. konular yerine grup olmanın gerektirdiği aslî sorunlar olamaz mıydı? Eğer bir gereklilik ise -ki öyleydi- bürokrasi arkadan ve daha sessizce, bir ekip tarafından kurulmaya devam ederken, oluşan enerjinin sezon başına örgütlü bir biçimde yönlendirilmesi ve grup olmayı sağlayacak etkinliklerin ön plana getirilmesi daha iyi olmaz mıydı?

Bu sorular pek ifade edilmese de bir rahatsızlık unsuru olarak kalmaya devam ediyor. Özellikle gençlerin enerjisinin, ultrAslan'ı daha hızlı hareket edebilir hale getirecek örgütlenmenin, yukarıda saydığım gündelik dertlerle soğurulması ciddî problemler yaratıyor. Hem maddî olarak hem de etrafta bu kadar "insan" varken, iş zamanı geldiğinde herkesin ortadan "kaybolması" anlamında...

Bir basın ilanı için ilk günlerin heyecanıyla bir anda 2,5 milyar lira parayı onlarca kişiden bir telefonla toplayabilen bu harekete, aradan bunca ay geçtikten sonra mutad gelir kanallarının açılmış (en azından zorlanmış) olması gerekirdi. Sadece aylık cüz'î gönüllü bağışlarla hayal edilenlerin gerçeklemesi mümkün değil. ultrAslan'ın çok güzel bir adı var ve "markası" da artık oluştu. Bildiğim kadarıyla isim de tescil edilmiş durumda. Bunu kullanabilme becerisi, belki de ultrAslan'ın ihtiyacı olduğu malî bağımsızlığın en önemli kanalı olacak. Bu konuda çalışmalara hız vermek gerekiyor. Sezon başında yaptırılan bazı tişört ve forma satışlarından umulanın altında gelir elde edildiğini duyuyoruz. Belki ekonomik buhranın bunda da etkisi vardır. Bu gelir düzeyiyle, ultrAslan'in kendine yarattığı bürokrasiyi ancak yaşatabileceği ortada...

Ama ultrAslan'ın sezon başında namının, gücünden daha önde gitmesinin getirdiği bir yenilik de oldu. Tarihî Galatasaray Kapalısı'nın ortasının adı "ultrAslan tribünü" olarak değiştirildi. Bir taraftar grubu için bir takımın stadına adını vermek çok önemli bir gelişme olarak gösterilebilir. Hele Galatasaray gibi taraftarına pek önem vermeyen bir takım için...

Yönetimin yaptığı böyle bir "jest"in kombine satışlarını artırmaya yönelik bir hesaba dayandığını görmemek mümkün değil. Üstelik, paradoksal bir biçimde o tribünlerin adını ultrAslan koyup bir yandan da en pahalı fiyatı oraya koymak (450 milyon lira), daha da kötüsü, o tribünlere "numara" koymak, başlangıçta haberi alarak sevinen birçok ultrAslan'ın hevesini kursağında bıraktı.

Oysa ki, bu sezon için düşünülen, daha ilk toplantıda konuşulmuş olan en temel şey, grup ruhunu oluşturacak en önemli adım, Kapalı tribünün tamamının numarasız yapılması ve ücretinin düşük tutulması, tutulamasa bile en azından bugünku kriz ortamında taksidinin daha uzun vadeye yayılmasıydı.

Bu konudaki beklentinin gerçekleştirilememesi, bir kısım ultrAslan üyesinin Kapalı'yı terk ederek Açık'a gitmesine veya kombine alamamasına yol açtı. Aralarında üniversite öğrencilerinin çoğunlukta olduğu bu gruba bir kısım ultrAslan yöneticileri de destek verdi ve maddî durumları uygun olmasına rağmen Kapalı'ya gitmeyeceklerini açıkladılar. Ama bunu bir "bölünme" olarak ele almak çok yanlış bir değerlendirme olur. Tamamen maddî olanaksızlıkların dayattığı bu kısmî taşınma, belki de Açık'ın da aktifleşmesine ve daha geniş katılımın sağlanmasına neden olacak. İlk maçlarda bunun işaretlerini görmek mümkündü. Gerçi ultrAslan yöneticileri, kombine satışlarının sonuna doğru yöneticileri sıkıştırarak taksit miktarını 6'ya çekmeyi başardı ama hem oldukça gecikilmişti hem de bu koşullarla yöneticilerin verdiği yer Kapalı'nın yan taraflarıydı bu sefer...

Ancak yine de bu süreçten olumlu bir sonuç çıktı. Kapalı'nın ortası diye adlandırdığım grup ile ultrAslan'ın çatısına giren diğer gruplar ortada yer aldılar. Geçtiğimiz yıl 6 Mayıs'ta (unutulacak tarih mi!) Kadıköy'de Galatasaray'lılara ayrılmış bölümde tezahüratı yönlendiren Galatasaray tribün liderlerinin üzerindeki kırmızı, kolsuz ultrAslan tişörtleri, birçok tribün eskisine "artık ölsem de gam yemem, Sebahattin'in üzerinde ultrAslan tişörtünü gordum ya..." dedirtti. Birçok ultrAslan Yönetim Kurulu toplantısına Galatasaray tribün lideri "Reis" Sebahattin'in şahsen katılması, fikir belirtmesi, eleştirilerde ve önerilerde bulunması da bu kritik birlikteliğin yavaş yavaş sağlanabileceğini gösteriyor. Ancak sanıyorum, onların da kendilerine sürekli olumlu bahsedilen "ultrAslan üyeleri"ni yanlarında görmek ve beraber olmak gibi soru işaretli bir probemleri var. "Biz buradayız, sizinkiler nerede?" türünden soruyu başlangıçta belki daha sık soruyorlardı ama bu sorunun kafalarından artık tamamen silindiğini görmek için de henüz erken... Kritik derbi maçlarında, eski "bezginlik" artık atılmış olmasına, kemik gruba, en az onlar kadar kalabalık bir ultrAslan grubunun katılmasına (katılacağının artık belli olmasına) rağmen, en azından deplasmanlarda, yine sadece onlar var.

Kısacası, Kapalı'nın ortasında artık yalnızca Kapalı Ortası grubu yok... Büyüdüler, genişlediler. Daha önce çeşitli gruplar halinde dağınık olarak maç seyreden değişik arkadaş grupları da artık Kapalı'nın ortasında. Dergiyi yayınladığımız tarihe kadar seyrettiğimiz Ali Sami Yen maçlarında, bir önceki yıla göre tezahüratın daha gür olduğuna, en azından Kapalı'nın ortasında "Otursana kardeşim" diyen insanların azaldığına şahit olduk... Yine de hasbelkader Kapalı'nın ortasına "düşmüş" azımsanmayacak sayıda "klasik kombine" seyircisi var ve şimdilik neye uğradıklarını şaşırmış durumdalar. Çünkü Kapalı (orta bölümü!) artık tamamen ayakta! Başlangıçta numaralı olduğu için büyük tepki çeken kombineler, şimdi fiilî olarak "numarasızlaştırılmış" durumda. Görüldüğü kadarıyla, bundan şikâyetçi olan da -çoğunluk açısından- pek yok. Şikâyetçi olanların da Kapalı sağ ya da sola kaymalarıyla birlikte, bunun bile azımsanmayacak bir başarı olduğunu düşünüyorum.

Konu Hüdaverdi tarafından (11-04-2008 Saat 06:43 ) değiştirilmiştir..
  Alıntı ile Cevapla