Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06-10-2008, 18:41   #1
Kullanıcı Adı
taya
Standart Başbakanımızın gündem hakkındaki beklenen konuşması ( Ak Parti Grubu 10.06.2008)
Saygıdeğer misafirler,

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler

Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum.

Burası, Türkiye Büyük Millet Meclisi.

Türk milletinin, 70 milyon vatandaşımın iradesinin tecelli ettiği kutlu çatı.

Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir ilkesi 23 Nisan 1920’de burada hayat buldu.

Cumhuriyetimizi kuran, Kurtuluş Savaşını yöneten irade burada şekillendi.

İstiklalimizin sembolü olan bu Meclis bugüne kadar hiçbir vesayeti, hiçbir gölgeyi kabul etmedi, bundan böyle de kabul etmeyecektir.

Zira bu Meclis hür iradesiyle bu aziz milletin kurtuluş destanını yazdı

Evet, burası milletimizin evidir, harem-i ismetidir.

Bu evin 70 milyon sahibi vardır.

B u çatının altında bu ülkenin hiçbir vatandaşı unutulmaksızın, ihmal edilmeksizin, hiç bir ayrıma tabi tutulmaksızın herkesin hukuku savunulur, korunur; herkesin iradesi temsil edilir.

Bu ülkenin izzeti için, bu milletin şerefi için aklı selimin, sağduyunun yolundan ayrılmadan, metanetle ve vakarla bir ve bütün olarak milletimizin hukukunu ilelebet koruyacağız, milletimizin iradesini hakkıyla temsil edeceğiz, birliğini, beraberliğini savunacağız bu çatının altında.

Bunu hep birlikte yapacağız. Kendimizi geri çekmeden, başkalarını da dışlamadan milli irademize, müşterek hukukumuza hep birlikte sahip çıkacağız.

Milletimizle aynı üslubu kullanacağız, milletimize ve milletimizle aynı vefa ve kader çizgisinde yürüyeceğiz.

Ne milletimizin bir adım ilerisinde olacağız, ne milletimizden bir adım geride kalacağız.

Hiç şüphesiz, milletimizin istisnasız tamamı adaletten yanadır, hakkaniyetten yanadır.

Siz saygıdeğer milletvekillerini de bu milletin emanetine sadakatle sahip çıktığınız için yürekten kutluyorum.

Yeri gelmişken,

burada yalnızca kendi grubumuzu değil,

yalnızca Ak Parti’ye oy verenleri değil;

bu ülke için,

bu toplumun düzeni için,

bu ülkenin birliği için,

demokrasi için,

adalet için,

refah ve huzur için

hakkaniyetten ayrılmayan,

daima vicdanının sesine kulak veren diğer parti gruplarını ve kişileri de bu millet kürsüsünden aynı duyguyla anıyorum, aynı samimiyetle selamlıyorum.

Unutmayalım, sorunlarımızın hiçbiri, ama hiçbiri çözümsüz değildir.

Arızi olaylar, dönemsel sorunlar istikametimizi çeviremez.

Zira, biz konjonktüre göre, özellikle esen rüzgarlara göre yönümüzü belirlemiyoruz.

Bu istikamet değerli arkadaşlarım, değerli konuklar milletindir, sizindir.

Bu siyaset milletindir, sizindir. Bunu da böyle bilmenizi istiyorum.

Rotamızı da milletimiz belirlemiştir.

Bizler burada, milletimizin tarihi yürüyüşüne ortaklık ediyor, milletimizle beraber yürüyoruz.

Milletimizin umutlarını, rüyalarını, özlemlerini temsil ediyoruz.

Milletimiz kendi ülkesinde, kendi bayrağı altında, kendi devletini yönetenlerden adalet istiyor, demokrasi istiyor.

Ne bir eksik ne bir fazla, adalet ve demokrasi.

Hiçbir zaman bulunduğumuz makam ve mevkileri kendi mülkümüz zannetmedik, zannetmeyiz.

3 Kasım seçimini kazandığımız gün de, 28 Mart seçimlerini kazandığımız gün de, 22 Temmuz seçimlerinin akşamı da biz kendimiz ilan ettik ve dedik ki:

Bu başarı milletimizin başarısıdır.

Milletimizin bu başarısı asla başımızı döndürmeyecektir.

Bugün de aynı şeyleri söylüyoruz.

Diyoruz ki:

Bize oy versin, vermesin istisnasız bütün vatandaşlarımızın hukukunu koruyacağız. Bütün vatandaşlarımızın emanetini emanetimiz bileceğiz.

Bu sözlerimizi siyaseten söylenmiş sözler olarak görenler, hissiyatımızı paylaşmayanlar pekala olabilir, olacaktır da.

Çoğulcu demokrasinin gereği de zaten farklılıklarımızın ahenk içinde bir arada olmasıdır.

İşte bakın, 6 yıla yakın zamandır iktidarımızın icraatı ortadadır.

Hükümetimiz döneminde milletimizin, ülkemizin, devletimizin zarar göreceği yanlış adım atmamaya gayret ettik. Aksine Türkiye’yi bir kaostan çıkardık, emniyete kavuşturduk, güven ve istikrarı yakaladık.

Evet, yürüyüşümüz milletimizle birlikte devam ediyor, devam edecek.

Dün de sorunlarımız vardı, bugün de sorunlarımız var.

Evet ama,

Şu kısacık hayatımızda bile gölgelerin üstümüze geldiği en sıkışık, en zor zamanlarda güneşin doğuşuna binlerce kez şahit olduk.

Değerli kardeşlerim

Ümitlerimizi taze tutmak, heyecanımızı diri tutmak zorundayız.

Zor zamanlarda defalarca sınanan bu milletin aklına, vicdanına, sağduyusuna güveniyoruz, güveneceğiz.

Bu güven zemininde siyaset yapıyoruz, bu güven atmosferinde milletimizin ufkunu açmaya çalışıyoruz.

Türkiye’de esas mesele, siyasetin alanını daraltmaktan medet uman, erkler arasında 'yetki çatışması' çıkarmak için her vesileyi fırsat bilen bir anlayışın yine siyasetin içinde hala varolmasıdır, sıkıntı buradadır.

Özellikle ana muhalefet partisinin siyaseti içeriden kuşatmaya, bu Yüce Meclis'i içeriden zayıflatmaya yönelik girişimleri, gayretleri ortadadır. Bunu milletimiz çok iyi biliyor.

Herkes Meclis'in yasama yetkileri daraltılıyor derken, bir tek CHP sözcülerinden, Meclis'in yetkilerini aştığı iddiasını duyarsınız. Başkasından duyamazsınız.

Ve bunu da yargının bağımsızlığını savunur görünerek yapıyorlar.

Oysa geçen yıl bu zamanları hatırlayın.

O zaman da, onların istediği yönde karar vermezse Türkiye'nin çatışma ortamına sürükleneceğini söyleyerek Yüksek Mahkeme'yi tehdit ediyorlardı.

Dün Yüksek Mahkeme'ye yönelttikleri söylemlerin hedefinde bugün, yasama yetkilerini kullanmaktan başka birşey yapmayan bu Yüce Meclis var.

Dün mahkemeye söylediklerinin benzerlerini bugün Meclis'e söylüyorlar.

Peki bu CHP sözcüleri ne istiyor Allah aşkına?

Ben size söyleyeyim, anayasamızda yetki sınırları açıkça çizilen yasama ve yargı erklerini karşı karşıya getirmek istiyorlar.

Erkler arasında hiç yeri yokken, Türkiye'nin çözüm bekleyen ağır meseleleri varken, uyum ve ahenk içinde birlikte çalışmaları gerekirken, bir yetki çatışması meydana getirmek istiyorlar.

Bunu yaparken siyasetin ülke meselelerine çözüm üretme kabiliyetinin kırılması, yargı kurumlarının güven kaybetmesi, Meclis'in etkisiz hale getirilmesi, demokrasinin zaafa uğraması onları ilgilendirmiyor.

CHP’nin, milletvekilleriyle ilgili dokunulmazlıklarının kaldırılması talebinin altında yatan da budur değerli arkadaşlarım, budur.

Türkiye’nin demokrasi tarihi rakiplerine kuyu kazmaya çalışırken, kendi bindiği dalı da kesen siyasi aktörlerle doludur.

Gelenekselleşen bu kuyu kazma siyaseti yüzünden siyasi kutuplaşma ve gerilimin ağır bedeli her zaman bu aziz millete ödettirilmiştir.

Siyasi rekabetin meşruiyet çizgisini aşmak, yapıcı değil yıkıcı siyaset tarzı yürütmek, ne Türkiye’ye, ne siyaset kurumuna, ne de bunu yapan siyasetçilere bugüne kadar hiçbir şey kazandırmamıştır.

Bugün de böyle bir sınavdan geçiyoruz.

Kuşkusuz her şey milletimizin gözü önünde cereyan ediyor.

Bu millet, bugünlerin de çetelesini gün gün tutuyor.

CHP’nin millete karşı, demokrasiye karşı, evrensel hukuka karşı yürüttüğü siyaset bu ülkeyi tahrip ediyor.

Bütün demokratik açılımları korku siyasetiyle durdurma çabası Türkiye’ye ciddi zararlar veriyor.

Bu gölge oyunları, bu korku siyaseti halkımızın ekmeğini, aşını büyütmez, büyütmüyor. Ülkemizin itibarını yükseltmez, yükseltmiyor.

Böyle korku ve vehimlerden beslenen hiçbir siyaset özgürlüğü, adaleti getirmez, getirmiyor.

İdeolojik hukuk yorumlarıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini bloke etmeyi muhalefet zannetmek doğrudan doğruya halkın taleplerine, milli iradeye açıkça tavır almaktır, objektif hukuk kurallarını sabote etmektir.

Değerli Arkadaşlar,

Türkiye Cumhuriyeti’nin temel hukuk kaynağı Anayasa’dır.

Her kurum, kişi veya kurul Anayasa zemininde ve Anayasa’dan aldığı meşruiyet çerçevesinde faaliyette bulunabilir.

Anayasa’ya aykırılık, temel hukuk metnine ve Cumhuriyetin temel esaslarına aykırılık demektir.

Anayasa’nın 6. maddesi bakınız ne diyor:

Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Anayasa’nın 11. maddesi bakın ne diyor:

Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

İşte bu yüzden her işlem, her karar, her uygulama Anayasa’ya ve yasalara uygun olmalıdır.

Anayasa’ya dayanmayan, anayasadan kaynağını almayan, gücünü almayan hiçbir karar anlam taşımayacağı gibi, anayasanın vermediği hiçbir yetki de kullanılamaz.

Anayasa’nın 148. maddesine göre Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler.

Geçen hafta Anayasa Mahkemesi’nden çıkan karar, Anayasa’nın bu hükümleri açısından tabiatıyla kamuoyunda tartışılmaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki, daha da tartışılacak, değerlendirilecektir.

1982 Anayasa’sını yıllardır herkes tartışır, eleştirir.

Ama neticede 1982 Anayasası şu an yürürlüktedir ve herkes için bağlayıcıdır. İster beğenelim ister beğenmeyelim.

Anayasada bu hükümler yokmuş gibi davranmak, daha büyük bir soruna, bir sistem yetmezliği sorununa da yol açar.

Türkiye'nin ne sistem yetmezliği, ne de erkler arasında yetki çatışması yaşamaya tahammülü yoktur.

Bunu herkes bilmelidir.

Anayasayı göz ardı ederek, Anayasal kuralları görmezden gelerek hareket etmemiz söz konusu olamaz.

Bu yüzden zaman zaman arkadaşlarıma sık sık Anayasa kitapçığını okumalarını tavsiye ediyorum.

Anayasası’nın 6. Maddesi egemenliği, 7. maddesi yasama yetkisini, 148. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin görevlerini tanımlıyor.

Bunları hepimiz ideolojik gözlüklerle değil, evrensel hukukun ışığında okumalıyız ki uygulamalarımız Anayasa’ya uygun olsun.

6. Maddeye göre Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.

7. Maddeye göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına TBMM'ne verilmiştir;

Bundan sonrası çok çok önemli: Bu yetki hiç bir surette devredilemez.

87. maddeye göre TBMM'nin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmaktır.

Kanun koyma yetkisi münhasıran, yani sadece ve sadece seçilmiş meclislere aittir. Anayasa tarafından verilen bu yetkiyi kimse Yüce Meclisimizden alamaz; kimse kendini yasa koyucu yerine koyamaz.

Aynı şekilde anayasamıza göre, TBMM de yasama yetkisini devredemez.

Bu hak ve yetki, TBMM'ne verilmemiştir.

'Ben yaptım, oldu' anlayışını demokratik rejimler kaldırmaz.

Hükümetler yaptığında da kaldırmaz, yasa koyucu yaptığında da kaldırmaz, yargı yaptığında da kaldırmaz.

'Ben yaptım, oldu' anlayışı, demokratik hukuk devletlerinin kimyasını bozar.

Demokrasilerde rejimi korumak ancak hukuk içinde, hukukun üstünlüğü ilkesine, anayasanın bağlayıcılığına sadık kalmakla mümkündür.

Yasama organı yanlış yaptığında yargıdan döner.

Olmadı, önüne sandık geldiği gün milletten döner.

Yürütme yanlış yaptığında yine yargıdan döner.

Olmadı, günü geldiğinde bizzat milletin kendisinden döner.

Peki yargı erki yanlış yaptığında nereden döner?

Bu soruların kamuoyunda tartışılır hale geldiğini görüyoruz.

Bu durumun baş müsebbibi de bana göre CHP'dir, CHP'nin muhalefet zihniyetidir.

Kimsenin, ama hiç kimsenin, yargı kurumunu böyle bir tartışmanın tarafı ve muhatabı haline getirmeye hakkı yoktur.

CHP'nin, Yasama ile yargı erkleri arasında inatla, ısrarla yetki çatışması çıkarma gayretleri, bizi bu noktaya getirmiştir.

Sadece yasama ve yürütmenin yanlış yapabileceği düşünülen, sadece yasama ve yürütmenin eleştirilebildiği bir sisteme demokrasi demek mümkün müdür? Bunu soruyorum.

Demokratik sistemlerde denetim dışı bir güç olmaz.

Elbette yasama faaliyeti de, yürütmenin karar ve işlemleri de denetime tabi olacaktır. Biz bunun aksini savunmuyoruz.

Zira demokratik rejimler, hesap verebilirlik, şeffaflık, açıklık rejimleridir.

Esasen demokrasinin, insanlığın ulaştığı en ideal yönetim biçimi olarak kabul edilmesinin sebebi de budur.

 

taya isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder