Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07-13-2008, 19:43   #13
Kullanıcı Adı
Kemalist59
Standart Küresel Kapitalizmi Savunmak
3- LAİK - ELEŞTİREL AKILCI İDEOLOJİ:


Laiklik basit olarak din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlanır. Oysa laikliğin gerçek tanımı şudur. “Dünya ile ilgili olgulara, sorunlara, başta din, her türlü dogmadan bağımsız bakabilmek.” Bu tanımla laik devlet olur laik insan olmaz savı da çürütülmüş olur. Laik insan dünyevi olaylarda inandığı dini ön plana çıkarmadan aklın ve bilimin gereklerine göre hareket eden, inancını ancak belki bir moral değer olarak bu alana taşıyan insandır. Laikliği bu şekilde tanımladığımızda laik ve özgür düşüncenin, sorgulayıcı yaklaşımın; ilerlemenin, bilim ve teknoloji üretmenin de ön koşulu olduğunu görüyoruz.


Kemalizm bu alanda da kendisinden önceki iki büyük devrimden çok daha ileridedir. Fransız ihtilalinden sonra tam anlamıyla laik bir düzen kurulmamıştı. Pozitivizm yeni bir din olarak topluma benimsetilmeye çalışılmıştı. Yine Rusya’daki devrimden sonra SSCB’de yaşananlar çok ilginçtir. 1930’larda SSCB’de Darwin’in “Evrim Teorisi” ve Einstein’ın “Görelilik Teoremi” diyalektik materyalizme aykırı oldukları için suçlanmış hatta yasaklanmıştır. Yani sosyalist devrimciler tamamen doğa olayları ile ilgili üstelik gözlem ve hatta deneylere dayanan bu kuramları kendi (marksizm) dinlerine uygun olmadığı için reddetmişlerdir. Marksizm de aslında bir dindir ve buna körü körüne bağlı insanların ve toplulukların laik olduğunu söylemek mümkün değildir.


Oysa 1930’larda Kemalist Türkiye’de Darwin’in teorisi ders kitaplarında okutulmuş Reichenbach gibi felsefeciler Einstein’ın teorisiyle ilgili seminerler vermişlerdir. Kemalizm; dini ve her türlü dogmayı toplumsal hayatın dışına çıkarıp bunları bireysel alana çekmiştir. Yani İslamın yada başka bir dinin yerine laiklik dini getirmemiş ama insanların dünya ile ilgili olgulara akıl ve bilimle bakmalarını sağlamaya çalışmıştır. Kemalist eğitim sistemi, Köy Enstitüleri hep bunu sağlamaya çalışmıştır.


Laikliğin yanı sıra Mustafa Kemal’in düşünce yöntemi ve düşünce sistemine baktığımızda da günümüzün bilimsel anlayışı ile büyük paralellikler gösterdiğini görüyoruz. Doğa bilimlerini referans alarak baktığımızda bugün artık diyalektik materyalizmin ya da tarihsel determinizmin bilimsel olduğunu savunmak mümkün değildir. Bu düşünce yapılarının bilim karşıtı ya da tamamıyla anlamsız oldukları bugün bilim çevrelerince kabul görmektedir. Oysa Mustafa Kemal’in eleştirel akılcı düşünce sistemi bugün bilimsel olarak kabul edilen tek normdur. Kemalizm Türkiye’de pek çok yazarın doğa bilimlerine uzak salt sosyal bilimci mantığı ile ortaya attıkları iddianın aksine pozitivist değil eleştirel akılcıdır. Pozitivizm temelde doğrulamacı bir mantığa dayanırken eleştirel akılcılık doğa bilimlerinde kullanılan bir yöntem olarak yanlışlamaya dayanır. Düşünce alanındaki en ilerici ideoloji olan Kemalizmin eleştirel akılcı yönünü. Celal Şengör şöyle anlatıyor. “Atatürk’ün Nutuk adlı önemli eserinin incelenmesi göstermektedir ki, O, karşısında bulduğu büyüklü küçüklü problemlere bir doğa bilimcisinin yaklaşma tarzıyla yaklaşmış, önce problemi tanımaya ve tanımlamaya çalışmış, sonra onu çözmek için o ana kadar yapılan teklifleri eleştirel bir gözle elden geçirmiş, bu bilgi üzerine kendisi bir çözüm önermiş, bu öneriyi tatbik sahasına koymuş, dolayısıyla sınamış, bu tatbikattan elde edilen veriler çözüm önerisiyle çelişiyorsa, o çözümü kesinlikle ve hızla terk ederek yeni bir çözüm önerisi geliştirmiş ve bu sefer onu denemeye başlamıştır. Bu bilimden de günlük hayattan da bildiğimiz deneme yanılma yöntemidir ve 20. yüzyılda modern bilim felsefesi ve bilim tarihi, bilimin bundan başka herhangi bir metodunun bu güne kadar olmadığını ve bundan sonra olabilmesi için de şimdilik görünürde hiçbir işaret olmadığını göstermiştir. Mustafa Kemal’in kafasında yalnız askerlik bilimi değil tüm yaşam problem teşhisi ve problem çözümü halkalarından oluşan sürekli bir zincirdi. Bu zinciri herhangi bir yerde kesmeyi öngören her türlü doktrin O’nun düşüncesine tamamen yabancıydı. Mustafa Kemal, modern fen bilimlerinin genel bilim anlayışına ve felsefesine büyük ölçüde yirminci yüzyılda açık olarak soktuğu varsayım üretme - varsayımı gözlemle sınama - sınav ışığında eski varsayımı yanlışlayarak terk etme ve yeni varsayım üretme - yeni varsayım üretme - yeni varsayımı gözlemle sınama yöntemini hem kuramsal düşünceleriyle hem de bizzat icraatıyla sosyal bilimlere taşımıştı. Bu yüzden, modern fen bilimi öncesi son gerçeğin bulunabileceğini ve bulunduğunun farkına varılabileceğini zanneden tüm dogmatik görüşlere - ki bunlara her türlü dinsel inançla beraber Marksizm ve nasyonel sosyalizm gibi yirminci yüzyılda çok etkin olmuş, hatta denilebilir ki bu yüzyıla damgasını vurmuş doktrinler de dahildir - sırtını çevirmişti. Atatürk’ün bilim hatta yaşam felsefesi Einstein’den Jacques Monod’ya kadar uzanan yüzyılımızın bir sıra büyük fen bilimcisinin kendilerine yakıştırdıkları ve bütün zamanların en büyük bilim felsefecisi diye bilinen Sir Karl R. Popper’in tanımladığı şekliyle eleştirel akılcılıktı”.


4- HALKÇI - DEVLETÇİ İDEOLOJİ:


Kemalizmin çok önemli bir özelliği de halkçı olmasıdır. İdeolojiler toplum içinde kimden yana olduklarına göre de ayrılabilirler. Nitekim Kemalizm dışındaki iki önemli ideoloji kapitalizm ve sosyalizm sınıfsal ideolojilerdir. Kemalizm ise sınıfsal değil ulusal bir ideolojidir ve mesleki örgütlenmeye, toplumsal dayanışmaya önem vermiştir.


Kemalizm ulusal bir ideolojidir çünkü emperyalizm karşısında sömürülmüş bir ulusun kurtuluşunu hedeflemektedir. Mazlum, proleter bir milletin ideolojisidir. Bu yüzden ulusaldır. Ama öte yandan bu ulus tanımı içine yalnızca çalışanlar, üretenler girmiştir. Mustafa Kemal açıkça çalışmayanların rantçıların bizim cemiyetimizde işi yoktur demiştir. Kemalizm ulusal bir ideoloji olmakla birlikte toplum içinde önceliği, çalışan, emekçi kesimlere vermiştir. Köylü, işçi hep önemli bir yer tutmuş, dengeli kalkınma adaletli gelir bölüşümü hedeflenmiştir. İşte Kemalist devletçilik anlayışı, eğitim, sağlık, sosyal güvence gibi alanlardaki Kemalist politikalar, bunların devletin temel görevleri olarak belirlenmesi hep Kemalizmin halkçı yanını gösterir. Kemalizmin ekonomi modeli karma bir yapıdaydı, mülkiyetin özel ya da devlette olması ideolojik bir tercih değildi. Ama bunun yanında devletin ekonomik hayattaki etkinliği ulusal çıkarları ve geniş halk kesimlerinin yararını gözeten bir etkendi. Kemalizm ekonomiyi ideolojik değil teknik bir konu olarak değerlendiriyordu. Ulaşılmak istenen toplum modeline giden yolda bu teknik etkinliğin önemi ise tartışılmaz. Kemalist devletçilik, özel mülkiyeti yasaklamaz ama tekelciliğe, özel sermayenin toplum üzerinde baskı kurmasına özellikle de özel sermayenin yabancı sermaye ile işbirliği halinde ülke insanını sömürmesine kesinlikle izin vermez. Kemalist devletçilik, küçük özel sermayenin kolektif üretimle daha verimli olması için de kooperatifçilik gibi merkez köyler gibi sistemler geliştirmiş, feodalizmi yıkmak için Köy Enstitülerine ayrı bir önem vermiş, toprak reformunu hedeflemiştir. Bütün bunlar Kemalizmin halkçı bir ideoloji olduğunu gösterir.


Kemalist ekonomi modelinin diğer modellerden farkını Yaşar Aksoy Atatürk’e dayanarak şöyle koyuyor. “Atatürk 1936’da yaptığı açıklamada devletçilik konusunda en belirgin görüşlerini ileri sürmektedir. Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi 19. asırdan beri sosyalizm nazariyelerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş Türkiye’ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizce manası şudur: Fertlerin hususi teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas tutmak fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak memleket iktisadiyatını devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye vatanında asırlardan beri ferdi ve hususi teşebbüslerle yapılmış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi; ve görüldüğü gibi kısa bir zaman da yapmaya muvaffak oldu. Bizim takip ettiğimiz yol görüldüğü gibi liberalizmden de başka bir sistemdir. Atatürk’ün geliştirdiği, Atatürkçü kalkınma modelindeki plan ve planda devletin yeri başlı başına, azgelişmiş ülkelere model olabilecek bulguları kapsamaktadır. Atatürk’ün hızlı planlı kalkınma stratejisi ve sanayileşme yöntemi, bu açıdan orijinaldir ve ilgi çekicidir”


Mustafa Kemal’in ekonomi görüşünde kooperatifçilik olarak ortaya çıkan düşüncenin temelinde küçük sermaye ve toprak sahibinin örgütlenerek ekonomik hayata katılması yatıyordu. Devletin bütün mülkiyete sahip olduğu bir sistemin verimli olmasının mümkün olmadığı böyle bir sistemin insanın üretme, yaratma gücünü ve isteğini örseleyeceği açıktı. Bununla birlikte dengeli ve halkçı bir kalkınma için sermayenin büyük ellerde tekel olarak birikmesi ülke içinde ulusal dayanışmaya zarar verebilir, büyük halk kesimlerinin sömürülmesine yol açabilirdi. Herkesin kendi çıkarlarını düşünmesi ve bu yolda çalışmasıyla toplumsal yararın artacağına ilişkin düşüncenin tutarsızlığı ise açıktı. Özel mülkiyetin kolektif üretimi sistemi ve bunun uygulaması olan kooperatifçilik siyasal ve düşünsel anlamda bir üçüncü yol olan Kemalist ideolojinin ekonomi alanındaki temel yaklaşımını belirler. Kemalizm ve kooperatifçilik ile ilgili Ziya Gökalp Mülayim; şunları söylüyor. “Atatürk döneminde devlet yönetiminin felsefe ve ilkelerini en açık biçimde yansıtan o zamanki tek partinin 1935 programında da kooperatifçilik, ekonomik yaşam içinde önem taşıyan bir unsur olarak ele alınmıştır. 1935 yılında İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebinde ders kitabı olarak okutulan bir kitapta. Ne liberal ne de komünist olan Kamalizmin en tabii ve makul ekonomik rejimi yalnız ve yalnız kooperatifçiliktir denilmesi, o yıllarda kuram ve uygulamalarda Atatürkçülüğün önemli ilkelerinden birisi olarak kooperatifçiliğin kabul edildiğini göstermektedir.”


Mustafa Kemal’in halkçılık anlayışı ile ilgili olarak Orhan Türkdoğan’nın düşüncelerine bakabiliriz. Atatürk’ün sözlerini ele alarak şöyle yorumluyor. “İlmi içtimai noktalarından bizim hükümeti ifade etmek gerekirse halk hükümeti deriz. Biz hayatını, istiklalini kurtarmak için çalışan erbabı sayiz (emekçi), zavallı bir halkız. Mahiyetimizi bilelim. Kurtulmak ve yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız. Binaenaleyh her birimizin hakkı vardır. Salâhiyeti vardır. Fakat çalışmak sayesinde bu hakkı iktisab ederiz. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını sayden muarra geçirmek isteyen insanların bizim heyeti içtimaiyemiz içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur. O halde ifade ediniz efendiler! Halkçılık, nizami içtimaisini sayine, hukukuna istinat ettirmek isteyen bir mektebi içtimaidir. Efendiler! Biz bu hakkımızı mahfuz bulundurmak, istiklalimizi emin bulundurabilmek için bütünlüğümüzce, milli kültürümüzce, bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yıkmak isteyen kapitalizme karşı heyet-i milliyece mücadeleyi caiz gören bir mesleği takip eden insanlarız.... Hükümetimizin istinat ettiği esasın ilmi içtimaiye müstenit bir esas olduğunu bariz bir surette görürüz. Fakat ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş! Efendiler biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü biz bize benziyoruz.


Görülüyor ki Kemalizmin fert devlet ilişkisi ne Batı ne Doğu modeline dayanmayan sadece sosyal bilim gerçeğinden hareket eden “biz bize benzeme” ilkelerini kapsamaktadır. Bu yüzden sistemi baştan sona kadar tutarlı ve dışındaki gerçekle bağlantılıdır. Zaten Mustafa Kemal hayatla ilişkisini kesen, göstermelik her türlü sistemden nefret ediyordu. Kemalizm, köklerini Türk tarihi ve Türk toplumunun gerçeklerinden alan ve milliyetçi bir hareket içinde oluşan Türke özgü bir kalkınma modelidir. Hayalci ve fanteziye dayanmadığı için devletçilik, inkılapçılık, milliyetçilik, halkçılık, cumhuriyetçilik ve laiklik görüşlerinden bugün için hiçbir şey kaybetmemiştir. Bağımsızlığını kazanmış birçok ülkelerde Kemalist model ve bu modelin kurucusunun önderlik ettiği bir dönemde bizim ithal malı öğretiler peşinde enerjimizi tüketmemiz sisteme olan yabancılaşmanın tipik bir örneğini teşkil eder. Devleti bir kenara iten ve bütün hakları ferde veren liberal ekonomik sistem ile, devleti ferdin üstünde tutan sosyalizm ideolojisi elbette ki Mustafa Kemal tarafından benimsenemezdi. O Türk toplumunun gerçeklerine ve tarihsel gelişimine en uygun modelin fert devlet arasındaki bütünleşme olacağına çoktan inanmıştı.”


Kemalizm sınıfların varlığını reddetmemekle birlikte onların uyum içinde bir arada varolabileceği ulusal bir sistemi hedeflemiştir. Bu sistemi kurarken de sosyal devlet uygulaması ile oluşabilecek eşitsizlikleri azaltmayı hedeflemiştir.


5- ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİ İÇİN MODEL


Kemalizmin neden ulusal bir ideoloji olduğunu ve evrensel oldukları iddiasındaki emperyalist ideolojilerden farkını ortaya koyduk. Kemalizm bu ulusal yapısına rağmen diğer azgelişmiş sömürülen ülkeler için de bir yol gösterici olmuştur. Bu yol göstericiliği öncelikle ulusal kurtuluş savaşlarının verilmesi alanında tüm doğulu sömürülen ülkelere bir umut ışığı olmuş, Doğulu pek çok halk batılı güçlü emperyalist orduları yenebileceklerine inanmışlardır. Kemalizmin bu ülkelerdeki daha önemli etkisi ise onlara kendi kaynaklarına dayalı, ulusal bir kalkınma yolunu önermiş olması ve doğru bir ulusçuluk\milliyetçilik tanımı ile birlikte bu ülkelerin kendi koşullarına uyabilecek ve gelişmenin aydınlanmanın ön koşulu olan laik devlet ve düşünce modelini ortaya koymasıdır. İşte üçüncü dünya ülkelerine model olması Kemalizmin bir anlamda evrensel (ki aslında bu söz yanlış ve yerine dünyasalı kullanmak daha doğru olur) yönünü teşkil eder. Kemalizmin diğer azgelişmiş ülkelere bir model önermesi tüm dünyanın Kemalist olması gibi bir iddiayı taşımaz. Hatta Kemalizm gerçekçiliği ve ütopik düşüncelerden uzak yapısı ile geleceğin dünyasının da nasıl olacağı konusunda bilimsellikten uzak vaazlar vermez. Ama tüm bütün bunlara rağmen Atatürk’ün sözlerinde ifadesini bulduğu gibi mazlum devlerin emperyalistleri yenecekleri ve dünyanın bağımsız ulusal devletlerin karşılıklı saygıya dayanan bir düzene ulaşacağı öngörüsü ve temennisini açıkça ortaya koyar. Diğer ülkelere Kemalizm ihraç etmek gibi bilimsellikten uzak bir düşünceye hiç rağbet etmeden o ülkelerinde kendi ulusal bağımsızlıkçı ve laik yollarını, modellerini yani bir anlamda kendi koşullarına uygun Kemalizmlerini oluşturmalarını diler.


Kemalizmin evrensel boyutu ile ilgili François Georgeon şunları söylüyor. “1929 buhranından birkaç yıl sonra Kadro hareketine bağlı bir grup aydın, Türkiye’nin dışarıdaki misyonunu farklı biçimde yorumladı. Enternasyonalizm ruhu ile yoğrulmuş bu eski komünistler, Türk devriminin dünya çapında bir önem taşıdığını, yayılmasının bizatihi Türkiye için bir zorunluluk olduğunu devletçiliğe dayandığı için komünizm ile kapitalizm arasında bir üçüncü yol olabileceğini ve kuruluş yolundaki ülkeler için bir model oluşturduğunu söylüyorlardı. Bununla birlikte Kadro hareketi 1934’de resmen gözden düştü ve önerdiği propaganda çabasına hiçbir zaman girişilmedi. Kemalist enternasyonal olmayacaktı.”


Atatürk’ün merkez çevreci bakış açısına daha önce değinmiştik şimdi onun sömürülen üçüncü dünya ülkelerine yönelik düşüncelerini Cavit Orhan Tütengil’in yorumuyla inceleyelim. “Atatürk’ün konuşmalarında mazlum milletler sözünü ilk defa kullanışı 3 Ocak 1922’dedir. Atatürk’ün mazlum milletler sözüyle dile getirdiği tarihsel gerçek günümüzde yaygınlıkla azgelişmiş ülkeler veya üçüncü dünya gibi terimlerle anlatılmağa çalışılan büyük dünya sorununun göbek adıdır. Böylece Atatürk eylemde olduğu kadar düşüncede de bir çığır açıcı olarak dünya sahnesine çıkmaktadır. Türk Devrimini, Fransız Devrimi kadar önemli ve etkili sayanlar vardır. Gerçekten başta Müslüman ülkeler olmak üzere Asya ve Afrika ulusları siyasal bağımsızlıklarını elde edebilmek için savaşmak ve toplumu yenileştirmek zorunluluğunu büyük ölçüde Türklerden öğrenmişlerdir.”


ÜÇÜNCÜ YOL KEMALİZM:


Bütün bu anlattıklarımıza bakıldığında her şeyden önce Kemalizmin; azgelişmiş ülkelerin sömürülmesini destekleyen kapitalizm ve sosyalizmin dışında ve bunların karşısında bir üçüncü yol olduğunu söyleyebiliriz. Kemalizm, azgelişmiş bir ülkede ulusal bağımsızlığı ve dengeli kalkınmayı bir arada gerçekleştirmeyi hedeflemiş ulusal - halkçı bir ideolojidir. Düşünce sistemi ve kullandığı yöntem de diğerlerinden çok ileridedir. Kemalizm bir ideolojinin taşıması gereken özellikleri sağlamanın yanında ideolojilerin kötü yanları olan dogmatizm ve ütopizmden de uzaktır. Emperyalist kapitalist sistemin yeryüzündeki gerçek alternatifi Kemalist üçüncü yoldur. Her ulus kapitalist ve sosyalist baskılardan kurtulup kendi üçüncü yolunu geliştirmelidir. Bunu yaparken bakacakları model de Kemalist İdeolojidir.


Kemalizmin Anadolu’ya ve Türk ulusuna özgün yönleri olduğu da göz önünde tutulmalıdır. Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türk inançları Anadolu Müslümanlığının oluşumunu da derinden etkilemiş böylece laik bir sistemin halk tarafından benimsenmesi de kolay olmuştur. Şimdi son olarak Kemalizmin kendi doğduğu koşullara özgün farklı bir ideoloji olduğuna dair görüşlere bakalım. Erol Mütercimler konuyu şöyle ele alıyor. “Kemalizm bazı çevreler tarafından ideoloji olarak kabul edilmediği gibi, küçümsenir de. İdeolojilerin belli kalıpları yoktur; devrimlerin de yoktur. Her ülke ya da ülke gruplarında gerçekleştirilen devrimler birbirlerinden farklı, özgün koşullar taşırlar. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde Kemalizmin Anadolu gibi kozmopolit, çok farklı tarihi, kültürel ve sosyal nitelikler taşıyan bir coğrafi bölgede, klasik tanımlamalı ideolojilerden ayrılan yanlarının olması da doğaldır”. Ahmet Taner Kışlalı ise Kemalizmin kalkınma uğruna demokrasiyi ertelemediğini ortaya koyuyor. “Atatürk’ün bir devrimci olarak üstünlüğü hiçbir zaman demokrasiyi ertelememiş olmasıdır. İdeolojisi demokrasi ile bütünleşmiş, kalkınma hakça toplum ve demokrasiyi bir bütün olarak düşünmüştür. Kemalizm üçüncü bir ideolojidir. Yani ekonomik kalkınmayı toplumsal kalkınmayı siyasal dönüşümü değişimi birbirinden ayrı parçalar olarak düşünmeyen üçüncü bir ideoloji olarak ortaya çıkıyor.” İsmet Giritli ise Kemalizmin farklı bir ideoloji olduğunu dile getiriyor. “Kemalizmi reddedenlerden bir bölümü ideolojilerin dogmatik olmasının gerekmediğini ya farkında değiller ya da bunu açıklamak istemiyorlar. Çünkü bir yaşam biçimi olarak düşünülebilecek pragmatik ve demokratik ideolojiler bulunmaktadır. Bunların arasında Kemalizm’in belirgin bir yeri vardır. Kemalizm bir modernleşme ideolojisi olarak kabul edilmelidir. Gerçekten de bazı tanınmış siyasal bilimciler bunun milliyetçiliğin modernleştirilmesinde ilk örnek olduğunu savunurlar. Şu anda gelişmekte olan ülkelerde bu en yaygın ideolojidir. Günümüzde ulusal gelişim ve sanayileşme üzerinde odaklanmış olan milliyetçiliğin modernleşmesi anlayışı, Marksizm, Marksizm-Leninizm ve nasyonal sosyalizm gibi katı ideolojilerin tam karşıtı olarak durmaktadır. Bu anlayış laiklik gerçekçilik, deneysel rasyonalizm ve milliyetçilik arasında yer alan esnek bir yaklaşımdır.” Daha önce de belirttiğimiz gibi Kemalizmin diğer ideolojilerden en büyük farkı onlar 19. yüzyılın spekülatif felsefi düşüncesini temel alırken Kemalizmin 20. yüzyılın doğa bilimlerini referans almasıdır.



Kaan Öğüt-İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Kemalist59 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla