|
mürşit kime denir
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.
Allahû Tealâ: “Allah o kişinin ki göğsünü yararak göğsünden kalbine nur yolu açmıştır, işte o kişinin kalbine Allah nurunu gönderir. Hiç Allah’ın göğsünü yararak göğsünden kalbine nur yolu açtığı kişinin kalbine gönderdiği nurlar sebebiyle o kişinin kalbinin durumu ile kalbi zikir sebebiyle kararmış ve setleşmiş olan herhangi bir insanın kalbi bir olur mu?” diyor. “Allah’ın göğsünü yararak, şerh ederek göğsünden kalbine yol açtığı kişinin kalbine gönderdiği nur sebebiyle o kişinin kalbi ile kalbi karanlıklar içinde olan kişinin kalp muhtevası hiç aynı olur mu?” diyor. Bir tanesinin kalbi kararmıştır, sertleşmiştir. Diğerinin ise kalbi adım adım aydınlanmaya başlamıştır. Allah’ın rahmet nuru kişinin kalbine girmiştir. Allahû Tealâ Rahmet nurunu kast ederek tek bir nurdan bahsediyor. “Nurlar” demiyor. Burası 11. basamak ve 11. ihsandır.
Bundan sonra ne olur? O kişinin kalbine giren nurların o kişide huşû oluşturması gerekir. Hadid Suresinin 16. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
57/HADİD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fetâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsıkûn(fâsıkûne).
Âmenû olanların kalplerinde, Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak zamanı gelmedi mi? Kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen ve kalpleri kasiyet bağlayan kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıklardır.
“O kişinin kalbinde Allah’ın zikriyle ve bu zikrin Hakk’tan indirdiği şeyle (nurla) huşû oluşturması vakti gelmedi mi?” diyor. O kişinin kalbinde %2 nur oluştuğu zaman huşû da oluşmuştur. Önemli mi? Huşû oluşması çok önemli. Çünkü konumuz olan mürşide ulaşabilmek şu Kur’ân’da mevcut olduğu halde, İslâm’da unutulmuştur. Gününüzde insanlar mürşid olmasa da olur diye düşünmektedirler.
Öyleyse bir insanın Allah’tan sorarak mürşidine ulaşması lâzımdır;
• Fatiha Suresinin 5. âyet-i kerimesi gereğince,
• Nahl Suresinin 9. âyet-i kerimesi gereğince ve
• Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesi gereğince.
Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesini bir defa daha söyleyelim:
5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.
“Ey âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler, takva sahibi olun.” Yani “İkinci takvanın sahibi olun.” Nasıl? “Kim sizi Allah’a ulaştıracaksa, Allah’a ulaştıran o vesileyi, Allah’a ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan isteyin.” diyor. Allahû Tealâ üzerimize farz kılmıştır. İşte bunu isteyebilmek için huşû sahibi olmamız lâzımdır.
Hadid Suresinin 16. âyet-i kerimesinde kişinin nasıl huşû sahibi olduğunu gördük. O kişi huşû sahibi oldu. Allahû Tealâ’dan mürşidini istemesi lâzımdır. Biz Fatiha Suresinde Allah’a diyoruz ki: “Yalnız Senden istiane isteriz.” İşte bu Allah’tan istenecek istianenin nasıl isteneceği, Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetlerinde ifade buyrulmuştur:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (hacet namazı ile Allah’a ulaştıran mürşidi sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Allahû Tealâ: “Allah’tan sabırla ve namazla istianeyi isteyin.” diyor. Bu da üzerimize farzdır. Bu âyet-i kerimeler hem Allah’tan mürşidin istenmesinin üzerimize farz olduğunu söylüyor, hem de Allah’tan istemenin gerektiğini söylüyor. Bu âyet-i kerime iki hususu birden bize bildiriyor. Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesi hem Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesi gibi “İstianeyi mutlaka isteyin.” diyor, üzerimize farz kılıyor. Hem de “Hacet namazı kılarak isteyin.” diyor. Namaz kılındığı cihetle isteme mahallinin Allah olduğu kesinleşiyor.
Allahû Tealâ: “Ama bu büyük bir iştir, kebîretun bir iştir.” diyor. Neden? Çünkü kişi huşû sahibi olmamışsa, o söylediğimiz 12. basamağa ulaşmamışsa, kalbinde %2 rahmet birikimi oluşmamışsa, o kişi 100 defa hacet namazı kılsa mürşidini göremez. İşte Allah’ın “İrşad makamını Allah’tan isteyin.” hüviyetini 2 defa farz kılması, şu şekilde sonuçlanıyor: “illâ alel hâşiîn; ama huşû sahipleri hariç.” Yani başkaları için, huşû sahiplerinden başkaları için Allah’tan mürşid isteyip de mürşide ulaşmak bir hayal, çok büyük, çok zor bir iştir. Allahû Tealâ onlara göstermez. Ama Allahû Tealâ: “Huşû sahipleri hariç.” diyor. Bu noktadaki huşû sahiplerinin kim olduklarına bakıyoruz:
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarını ve (sonunda ölümle) mutlaka O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
Allahû Tealâ: “Onlar Allah’a mülâki olacaklarına, ruhlarını Allah’a ilka edeceklerine, mülâki kılacaklarına, Allah’a ruhlarını hayattayken ulaştıracaklarına kesin şekilde inananlardır.” diyor. “Huşû sahipleri, Allah’a ruhlarını hayattayken ulaştıracaklarına, ilka edeceklerine kesin şekilde inananlardır. Sonra da ölümden sonra da ruhlarının Allah’a rucû edeceğine inananlardır.” diyor.
Böyle bir insan, bu noktadaki insan;
1- Allah’a inanıyor.
2- İnsan ruhunun ölmeden evvel ulaşacağına inanıyor.
3- Allah’ın bu hususu üzerine defaatle farz kıldığına inanıyor.
4- Allah’a ruhunun ölmeden evvel ulaştırmayı dilerse, mutlaka ulaşacağına da inanıyor.
İşte bu kişi huşû sahibidir. Göstergesi, kalbinde %2 rahmet nurunun 12. basamakta oluşmasıdır.
Su kişi huşû sahibi olmuştur, 13. basamağa gelmiştir, vasıfların hepsinin sahibidir. Allah’a ruhunu kesin şekilde ulaştıracağına emin, kesin olarak buna inanıyor. Bu hüviyetin sahibi olan kişi hacet namazını kıldığı zaman Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidini gösteriyor ve kişi mürşidine ulaşıp tâbî oluyor. Ne diyor Allahû Tealâ: “illâ alel hâşiîn; ama huşû sahipleri hariç, onlara mutlaka gösterir.” Diğerlerine göstermez ama onlara mutlaka mürşidlerini gösterir.
13. basamakta kişi hacet namazını kıldı. Allah Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesi gereğince ona mutlaka ya mürşidini ya da kendisine yakın vaziyette olan mürşid vekilini gösterir. Netice değişmez, kişi mutlaka oraya ulaşıp tövbe edecektir. Böylece kişi mürşidine ulaşır, mürsid mutlaka ulaşabileceği bir yerdedir.
Tövbeden murad cereyan almaktır. Mürşid o cereyanın sahibi olan kişidir. Hangi cereyan? Peygamber Efendimiz (S.A.V) her sene Hira dağındaki Nur mağarasına çıkardı, itikafa çekilirdi, 30 gün bazen 40 gün orada kalırdı. 40 yaşına bastığı zaman bir gün Cebrail (A.S) bembeyaz elbiseler içinde insan hüviyetinde göründü. O’na doğru bir adım attı ve “İkra; Oku!” dedi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) dedi ki: “Ben okuma yazma bilmiyorum, ümmiyim.” Bir adım daha attı Cebrail (A.S), Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e yaklaştı. Gene “Oku!” dedi. Gene aynı cevabı aldı. Üçüncü adımda: “İkra, bi ismi Rabbike; Rabbinin ismiyle oku!” dedi ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kollarıyla sımsıkı sarıldı. Allah’ın cereyanı Cebrail (A.S)’e her zaman olduğu gibi geldi, O’ndan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e geçti, ikisi de şiddetle sarsıldılar. İşte bu cezbe, bizim kardeşlerimizde mevcuttur. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bize kadar ulaşan bir cezbe, Allah’ın cereyanı ve bu cereyanın insanlara ulaşması söz konusudur.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den 30 yıl sonra Hz. Ali sahâbeye diyor ki: “Ey sahâbe, ey benim aziz kardeşlerim, sizlere ne oldu? Bundan 30 yıl evvel ben sizin cezbenizden bu mescidin tavanlarının sarsıldığını bilirim. Ne oldu sizlere?” diyor.
Mürşid iradesini de Allah’a teslim eden kişi, mutlak olarak cezbenin sahibidir. Cezbe mürşidin tanıtıcı vasfıdır.
Kişi mürşidine ulaştığında tâbiiyetini gerçekleştirir. Bu kişi o zaman tâbiiyet sırasında Allah’tan 7 tane ni’met alır.
1- Devrin imamının ruhunun o kişinin başının üzerine gelip, yerleşmesiyle o kişinin kalbine îmân yazılır:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullah(hizbullahi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah’a ulaşma gününe) îmân eden kavmi, Allah’a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah’ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
2- Devrin imamının ruhunun o kişinin başının üzerine Allah’ın katından bir olarak ruh gönderilir.
3- Kişinin ruhu vücuttan ayrılır.
Bu kişi mürşidine tâbî olduğu zaman devrin imamının ruhu başının üzerine gelir ve ona Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesi gereğince o kişinin ruhuna: “Senin yevm’it telâkın, Allah’a mülâki olma günün geldi. Allah’a geri dön.” emrini verir.
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
4- Allah o kişinin bütün günahlarını sevaba çevirir. Furkan Suresi 70. âyet-i kerime:
25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan bir) mü’min olan ve nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah, günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah, günahları se-vaba çeviren ve rahmet gönderendir.
4-Kişinin ruhu vücuttan ayrılır.
Bu kişi mürşidine tâbî olduğu zaman devrin imamının ruhu başının üzerine gelir ve Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesi gereğince o kişinin ruhuna: “Senin yevm’it telâkın, Allah’a mülâki olma günün geldi. Allah’a geri dön.” emrini verir.
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
5- Allah'a ulaşmayı dileyip de mürşidine ulaşan ve tâbî olan kişi, böylece kalbine îmân dolduğu için îmânı artan mü’min olmuştur. Bu kişi aynı zamanda da nefs tezkiyesine başlar. “Allah, Allah, Allah, Allah” diye zikir ettiği zaman, Allah’ın katından gelen rahmet ve fazl ve rahmetle salâvât nurları kalbine ulaşır ve kalbindeki Allah’ın yazmış olduğu îmân kelimesine gelen fazıllar yapışmaya başlar. Kalbin nurlar tarafından işgal edilmesi, kapkaranlık olan kalbin bu nurlarla adım adım aydınlanmaya başlaması nefs tezkiyesi adını alır. O kişinin nefsi nefs tezkiyesine başlar.
6- O kişinin fizik vücudu nefsin afetlerine karşı giderek daha büyük bir kuvvetin sahibi olur. Çünkü afetler giderek azalmaktadır.
7- O kişinin iradesi, afetler devamlı azaldığı için, afetlere karşı her gün biraz daha güçlenmektedir.
İşte bunlar, mürşide ulaşıldığı zaman Allahû Tealâ’dan alınan 7 tane ni’mettir.
Bu 7 ni’metten bir tanesi daha derecelerle alakalı olduğu için ikisi bir faktör sayılmaktadır. O kişiye Allahû Tealâ mürşidine ulaştığı güne kadar her kazandığı derecatta 1’e 10 verirken, tâbiiyet anında bu 1’e 100’e çıkar. Sonra nefsinin kalbinde fazıllar % 7’yi bulduğunda o kişi 1. gök katına ulaşır ve Allah o kişiye 1’e 100 vermeye devam eder. Bu nurların her %7 artışında 2., 3., 4., 5., 6., gök katlarına ulaşan ruha paralel olarak, Allah’ın verdiği 1’e 100 sistem, 1’e 200’e, 1’e 300’e, 400’e, 500’e, 600’e ve 700’e çıkar. Ruh Allah’a ulaştığı zaman o kişinin her bir kazandığı derece karşılığında, o kişiye 1’e 700 ni’met verilir. Buraya kadar olan kısım Allahû Tealâ tarafından garanti edilmiştir.
Eğer bu kişi mürşidine tâbî olmasaydı, ne bu 7 tane ni’meti alabilirdi ne de ruhunu Allah’a ulaştırabilirdi. Ama Allahû Tealâ Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişiyi Kendisine ulaştırmayı garanti ettiği için, o kişiyi mürşidine ulaştıran ve ona mürşid sevgisi veren Allah’tır. Yolunda da devamlı olarak yardım eden gene Allah’tır ve o kişinin ruhunu Kendisine ulaştıran da gene Allah’tır.
Nefsi %51 tezkiye olduğu için bu kişi dünya saadetinin de %51’ine sahip olmuştur. Bir de cennetin 3. katı Allahû Tealâ tarafından garanti edilmiştir. Eğer bu kişi mürşidine tâbî olmasaydı bu hedeflerin üçüncüsüne ulaşamayacaktı. Ruhu asla Allah’a ulaşamayacaktı. Bu kişi Allah'a ulaşmayı diledikten sonra mürşidine ulaşmadan ölmüş olsaydı gene Allah’ın cennetine girerdi, 1. kat cennete hak kazanırda. Mürşide ulaştıktan sonra ölen kişiyse 2. kat cennete girer. Ruhunu Allah’a ulaştıran kişiyse 3. kat cennete girer.
Mürşid farzdır, söylediğimiz vasıfların sahibidir.
EVET SEVGİLİ KARDEŞİM MÜNTESİP AYDINLATICI OLMUŞTUR UMARIM ALLAH RAZI OLSUN İNŞ
|