Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07-19-2008, 21:23   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart TEVESSÜLÜ İNKAR EDENLERE TEESSÜF..
TEVESSÜL ÇEŞİTLERİ - II



Rasullerin, nebîlerin ve velilerin, vefatlarından sonra da yardımları vardır. Çünkü peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri ölümlerinden sonra kesilmez. Zira birçok sağlam hadîs-i şerîfte varid olduğu üzere, peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar, hacca giderler, dolayısıyla onların yardımları mucizelerinden sayılır. Şehitler de diridirler, gündüz gözüyle âşikâre kâfirlerle harbettikleri açıkça görülmüştür. Velilerin yardımı ise onların kerametleridir



Evvelki yazımızda tevessülün çeşitlerine dair bazı örnekler ve deliller zikrettiysek de, ihtilaf edilen 4,7, 8, 9 ve 10. maddeyle alâkalı delilleri bu yazımıza havâle etmiştik. Bu arada birçok engelle, özellikle hastaneye kalkacak derecede hastalıklarla boğuşmama rağmen yine de size verdiğim sözde durmak gayesiyle ve gayretiyle bu yazımı hazırlamaya beni muvaffak kılan RABBİMe hamd-ü senâlar ve vefâtından sonra da bizim her halimize şahit olduğuna ve bizden himmetini esirgemediğine inandığım Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e ve âl-i ashâbına salât-u selâmlar, talim ve terbiyeleriyle Ehl-i Sünnet çizgisinde kalmaya muvaffak kılındığımız kıymetli Üstâdımız Hacı Mahmud Efendi (Kuddise sirruhû) Hazretlerine hayırlı uzun ömür, sıhhat-ü âfiyet ve fevka’t-tecellîler ile dualardan sonra konuya girecek olursak; 4. maddede zikredilen: Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve salihler ile Allâh’a ant verilmesinin meşrûiyetinin delili: “Şüphesiz Allâh’ın öyle kulları vardır ki, (herhangi bir konuda) Allâh’a ant verseler, mutlaka Allâh onları doğru çıkarır (istediklerini yapar)” meâlindeki hadîs-i şeriftir. (Buhârî, Tefsîr, 113, no:4335, 4/1685-86; Hâkim, el- Müstedrek, no: 7932, 7/15-16) Bu zatların kendileri adına Allâh’a ant vermeleri meşrû iken, bu zatları Allâh için sevenlerin onlar adına Allâh’a ant vermeleri nasıl câiz olmasın?

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) diğer peygamberleri vasıta etmiş midir?

. maddeyle ilgili konuşacak olursak; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in ve velilerin hakkı ile tevessülde bulunmak, bunun meşrûiyetinin delili, İbn-i Mâce’nin Bilâl ve Ebû Sa’îd el-Hûdrî (Radıyallâhu anhüma) gibi zatlardan naklettiği namaza çıkma duasıdır. Buna göre Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) namaza çıkarken: “Ey Allâhım! Ben Senden, Senden isteyenlerin hakkı hürmetine ve Sana (ibadete) doğru şu yürüyüşümün bahşı hürmetine… İstiyorum ki, beni ateşten sığındırasın, beni cennete sokasın ve benim günahlarımı bağışlayasın, çünkü günahları Senden başkası affedemez” derdi ve bunu okuyanlara büyük mükâfatlar vaad ederdi. (İbn-i Mâce, Mesâcid, 14, no:778, 1/256) Selef-i sâlihîn (geçmiş büyükler) ve onların peşi sıra gelenler bu dua ile amel ederlerdi ve buna kimse itiraz etmezdi. Yine böylece Taberânî, İbn-i Hıbbân ve Hâkim’in sahih kabul ettiği bir rivâyete göre Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hz. Ali’nin annesi Fâtıma binti Esed (Radıyallâhu anha) ’ i kabre indirirken yaptığı duada: “Ey Allâh! Peygamberin ve ondan önceki peygamberler hakkı için annem Fâtıma binti Esed’i bağışla ve kabrini genişlet” demiştir. (Taberânî, el- Mu’cemü’l-kebîr, no:871,24/352) Zaten “Onların hakkı” demek onların Allâh katındaki derece ve makamları demektir, yoksa Allâh-u Te’âlâ’ya bir şey vacip olur anlamında değildir. 8. maddede konu edilen “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in ve Salihlerin zatlarıyla tevessülün eşrûluğunun deliline gelince, Yahudilerin evvelce Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine düşmanları olan kitapsızlara karşı yardım istedikleri: “Onlar daha (Muhammed gönderilmeden) önce fetih istiyorlardı” (Bakara:89) âyetiyle açıklanmıştır. Nitekim Celâleyn gibi en kısa tefsîr dahil bütün tefsîrlerde ittifakla zikredildiği üzere; Yahudiler bir harpte zora düşseler Tevrât’ı çıkarıp, parmaklarını Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’ in ismi ve vasfı geçen yerin üzerine koyarak:“Ey Âllâh! Âhir zamanda gönderilecek peygamber hürmetine bize yardım et” diye dua ederler ve mutlaka icâbet olunurlardı. Allâh-u Te’âlâ onların bu duasından dolayı kendilerine kızmamış, bilakis bu kadar net bir şekilde tanıdıkları o zat kendilerine geldiğinde onu inkâr ettikleri için onları lanetlemiştir. (Bakara:89)

Efendimizin (sav) âmâya öğrettiği duaneydi?

Nesâî, İbn-i Mâce ve Tirmizî gibi bir çok muteber kaynakta Osman ibn-i Huneyf (Radıyallâhu anh)’dan rivâyet edilen âmânın hadîsi de bu maddenin en büyük delilidir. Şöyle ki, bir âmâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek: “Yâ Rasûlüllâh, Allâh’a dua et de, bana âfiyet versin” dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) “İstersen dua edeyim, istersen sabret” buyurdu. O, “Dua et” deyince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona abdest almasını ve güzelce abdest aldıktan sonra, iki rekat namaz kılarak: “Ey Allâhım! Ben Senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan Muhammed Peygamberin ile Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben bu isteğimin yerine gelmesi hususunda seninle RABBİMe yöneldim! Ey Allâh! Onun benim hakkımdaki şefaatini kabul et” diye dua etmesini emretti. İbn-i Huneyf (Radıyallâhu anh) şöyle anlattı: “VALLAHi biz henüz meclisten ayrılmamıştık, çok da uzun konuşmamıştık, o âmâ kişi yanımıza geldiğinde sanki onda hiçbir hastalık yokmuş gibi gözleri açılmıştı.” (İbn-i Mâce, İkamet, 189, no:1385, 1/441; Tirmizî, De’avât, 119, no: 3578, 51569; Ahmed ibn-i Hanbel, el-Müsned, no: 17240-41, 6/106; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, no:8311, 9/30; Hâkim, el-Müstedrek, no: 1180, 1909, 4/ 458,700) Bu hadîsi büyük hadîs hafızları kitaplarında zikretmişlerdir ki, İbn-i Huzeyme, Tirmizî, İbn-i Mâce, Hâkim, Nesâ’î, Taberânî, Beyhakî, İbn-i Hıbbân, Ebû Nu’aym ve Münzirî (Rahimehümüllâh) bunlardan bir kaçıdır. Tevessülü yasaklayanların başı olan İbn-i Teymiyye bile bir çok kitabında bu hadîsin sahih olduğunu söylemeden edememiştir. Bu duanın Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in huzurunda yapıldığını söylemek davasız delildir, aksine âmânın abdest almaya gitmesi ve râvinin: “Yanımıza geldiğinde gözü açılmıştı” demesi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in huzurunda yapılmadığının delilidir. Yine böylece bunu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in sağlığına bağlamanın bir delili yoktur. Aksine hadîsin râvisi Osman ibn-i Huneyf, Hz. Osman (Radıyallâhu anh) zamanında ona bir işi düşen, fakat Osman (Radıyallâhu anh)’ın ilgisine nâil olamayan kişiye bu abdesti, namazı ve duayı yaptıktan sonra Osman (Radıyallâhu anh)’ın yanına gitmesini tavsiye etmiş; adam bunu yapıp halifenin kapısına gidince, kapıcı gelip elinden tutarak onu halifenin huzuruna sokmuş, Osman (Radıyallâhu anh) da onu alıp yanına oturtmuş ve işini görmüştür. Hatta o kişi Osman ibn-i Huneyf’in Osman (Radıyallâhu anh)’la kendisi hakkında konuştuğunu sanmış, konuşmadığını duyunca da şaşırıp kalmıştır. Taberânî ve Beyhakî bu ilâvenin de sahih olduğunu söylemişlerdir. Zaten Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu duayı kendi huzuruna ve hayatına tahsis etmemiş, bilakis “Bir ihtiyacın olursa, yine böyle yap” buyurmuştur. (Ebu’l Haseneyn el-İdrîsî, er-Resâil fî tahkîki’l-mesâil, 1/35) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu hadîs-i şerîfte dara düşenlere, kendisine nidâ etmelerini emretmektedir. Çünkü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) o kişiye “Ey Allâhım!” demesini emretmekle yetinmemiş, bilakis onun ardından: “Sana rahmet peygamberi Muhammed peygamberinle yöneliyorum” demesini emretmiş, bununla da iktifâ etmeyip bizzat kendisini muhatap alarak ona nida etmek üzere: “Ya Muhammed! Ben Seninle RABBİMe yöneliyorum” demesini emretmiştir ki bunun, ondan tam anlamıyla şefaat istemeyi ve himmet-meded talep etmeyi emretmekten başka manası yoktur. Âlimler, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in, ümmetinden birine yaptığı emrin, bütün zamanlarda bulunan, huzurundaki ve gıyabındaki, hayatındaki ve vefatından sonraki tüm ümmetlere yönelik olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak bu emrin özelliğine dair bir delil bulunması müstesnâ ki, konumuzda böyle bir şey söz konusu değildir. Aksine Osman ibn-i Huneyf gibi bir sahâbînin anlayışına bakılırsa böyle bir tahsisin olmadığı, dolayısıyla bu emrin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra da geçerli olduğu kolaylıkla anlaşılır. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir mucize olarak sağlığında ve vefatından sonra ümmetine yetişmektedir. İbn-i Teymiyye’den önce hiç bir âlimin tevessüle şirk dediği, haramlık bir yana, mekruh bile dediği işitilmemiştir. Aksine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i aracı yapmanın, ona salavât okumak gibi duanın sünnetlerinden olduğunu söylemişlerdir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in ümmetine şirk olacak ya da şirke sebebiyet verecek şeyleri öğretmiş olmasını bir Müslüman nasıl düşünebilir? Bilakis onun öğrettiği tevessül, istiğâse, istişfâ’ ve teberrük (aracı yapmak, yardım istemek, şefaat talep etmek ve bereketlenmek) gibi mefhumların tamamı kâmil imanı mûcip olan üstünlüklerdir. Osman ibn-i Huneyf’in Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra başkalarına bu duayı öğretmesini sünnete muhalif sayanlar İbn-i Ömer (Radıyallâhu anhüma) nın yaptığına ne diyecekler? Nitekim bir kere onun ayağı uyuştuğunda ona: “En sevdiğini an” denilince, “Yâ Muhammed!” diye Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e nida etti ve uyuşması hemen geçti. (Buhârî, el-Edebü’l –Müfred, no:993, sh:261-262) Bu câhiller sünneti bu yüce sahabîlerden daha iyi bildikleri iddiasındaysalar, zaten muhatap alınmaya değer değildirler. Bilmediğini bilmemek demek olan cehl-i mürekkepten Allâh’a sığınırız.

Müridânın Şeyhinden himmet talebi caiz midir?

Gelelim müritlerin şeyhlerinden “Yâ Şâh-ı Nakşibend! Yetiş!”, “Yâ Abde’l-Kâdir-i Geylânî! Himmet et!” gibi sözlerle himmet istemelerine: Şâfi’î ulemâsından Allâme Şihab er-Remlî (Rahimehullâh)’a, “Bazı insanlar zorluklarla karşılaştıklarında: ‘Ya Şeyh filan!’ gibi nidalarla, peygamberlerden, velilerden, âlimler ve salihlerden istiğâsede bulunuyor (meded dileniyor)’lar, bu câiz midir? Bu zatların, vefatlarından sonra bir iğâseleri (yardımları) var mıdır?” diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Rasullerin, nebîlerin ve velilerin, vefatlarından sonra da yardımları vardır. Çünkü peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri ölümlerinden sonra kesilmez. Zira birçok sağlam hadîs-i şerîfte varid olduğu üzere, peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar, hacca giderler, dolayısıyla onların yardımları mucizelerinden sayılır. Şehitler de diridirler, gündüz gözüyle âşikâre kâfirlerle harbettikleri açıkça görülmüştür. Velilerin yardımı ise onların kerametleridir.” (Fetâve’r-Remlî, fî hâmişi’l- Fetâve’l-Kübrâ, libni Hacer el-Heytemî, 4/382, el-Fetâve’l-Hayriyye, fî hâmişi’l- Ukûdi’d-Dürriyye fî Tenkîhi’l-Hâmidiyye, 2/279-280, Tehânevî, Ahkamü’l-Kur’an, 3/67, Nebhânî, Şevâhidü’l-Hak, sh:141) İnşâallâh bundan sonraki yazılarımda sırasıyla “Tevessül edilen kişinin ölü veya diri olmasının fark etmeyeceği”, “İstiğâse (peygamberler ve velîlerden yardım istemek”, “Müşriklerin putlara ibadetiyle müminlerin tevessülünün hiçbir alâkası olmadığı”, “Teberrük (peygamberlerin ve velîlerin sakalı, sarığı vesâir kutsal emânetleriyle bereketlenmek)” gibi önemli konuları tafsîlatıyla ele almaya çalışacağım. Muvaffakiyetim ancak Allâh’ın yardımıyladır. Ancak O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yönelirim. Yazılarımızı dikkatle takip edenler, imanlarını arttıracak, rağbetlerini kuvvetlendirecek, rahmetlere koşturacak ve icâbet eserlerini gösterecek nice ilimlere ulaşacaklardır. Allâh’a, Rasûlüne ve dostlarına emanet ederim!

Ahmet Mahmud ÜNLÜ

  Alıntı ile Cevapla