Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07-24-2008, 02:15   #1
Kullanıcı Adı
murat kurt
Standart Müslüman Lider Malcolm X le( El-hac Malik El-Şahbaz) tanışın
Kuşatma ve baskı altındaki bu talihsiz fakat gururlu toplumun mensubuydu Malcolm X.Amerika'da İslâm denince akla ilk gelen isimler arasında yer alması mücadelesinin büyüklüğünü göstermektedir.
Amerika da Kuzey- Güney savaşından sonra en önemli olay, şüphesiz Müslümanlıktır. Müslümanlık denilince akla ilk gelen MALCOLM X ve ELİJAH MUHAMMED’dir. Malcolm X sadece bir Müslüman değil; mensubu bulunduğu toplumun, yani Amerikalı siyahların sorunlarının bir nevi tercümanı olarak kalacaktır hafızalarımızda.
Kuşatma ve baskı altındaki bu talihsiz fakat gururlu toplumun mensubuydu Malcolm X. Amerikalı siyahların büyük kısmı Hıristiyan’dı ve çoğu da köle olarak yaşıyordu. Bahsettiğimiz kölelik sosyal hakları elinden alınan, derisinin rengiyle aşağılanan ve Amerikalı beyazların sömürgesi haline gelen kölelikti.
Malcolm X bunu şöyle anlatıyordu:
“Tam dört yüz yıl Amerikalı siyahlar olarak şiddete maruz kaldık, sadık millet olarak yaşadık, tarla kölesi ve ev kölesi olarak... tarla kölesi tarlalarda yaşadı çalıştı, efendisinin verdiği kadar yedi, izin verdiği kadar dinlendi...ev kölesi ise, efendisinin artıklarını yedi ve eski elbiselerini giyindi, evleri yandığında yangına ilk koşan oydu, efendisi hasta olduğunda patron hasta mıyız? dedi...”
“Bir problem olduğunda yine efendilerimizin çomağını ensemizde hissettik, biz buraya Chiristof Colombo’nun gemileriyle falan gelmedik; Tanrı küçük günahları kendi gazabından olan ateşle pakladı! Siyah Halkımızın tam yüz milyonu; sizin atalarınız! Benimkiler! Bu beyazlar tarafından katledildiler. Kendilerine köle yapmak amacıyla on-beş milyonumuza kıydı beyazlar! Böylesi bir günde denizlerin dibini size gösterebilmek elimde olsaydı keşke. Kara kara bedenleri, kıpkızıl kanları, tepiklerle, çomaklarla paramparça edilmiş kemikleri! Hasta düştüklerinde kollarından tutulup denize fırlatılan o hamile siyah kadınlar! kolayına yaşayıp gitmek için en iyi yolun, önlerindeki köle gemisinin ardını bırakmamak olduğunu anlamış köpekbalıklarına yem olsun diye denizin göbeğine atılıveren o zavallı kadınlar!”
Siyah ırkın namusuna,özgürlüğüne daha o günden göz dilmişti beyazlar. Medenileşmiş insanoğlu böylesine kudurgan bir hırsı, bir cinayeti, bir şehveti asla duymamıştır...
Dirilişler dünyadaki bütün toplumlarda ancak çöküntüyü hissetmekle başlar. Tabi bu çöküntüyü de en iyi hisseden kimseden. Bundan dolayı uykuları kaçan ve kafasında en iyi analizleri yapanlar tarafından başlatılır...yani yıkıldığını hissetmeden insanoğlu kendini yenilemeyi, kendini geliştirmeyi pek düşünme ihtiyacı hissetmez. Eğer bir yokuştan bahsediyorsanız, inişin varlığından şüphe yoktur. Dirilmek hiçbir zaman kolay olmamıştır. Ahlaki çöküntü olmadan, sosyal hakların düzgün olduğu, adaletli bir toplumu uyarma gereği hissetmeyiz; ancak rütüşler yaparız oraya. Tarihte de ibret verici hadiselere baktığımızda.peygamberler hep bu toplumlara gelmiştir: Salih peygamberin kavmi, Hz Musa (as)nin kavmi...gerçeği kabullenmeyince Allah’IN gazabına uğramışlardır...Bir de Sokrat’ın yaşadığı toplumu düşünün..
Böyle bir yıkım ortamında dünyaya gelen ve Müslüman olan El-Hac Malik El-Şahbaz (Malcolm X)’ın hayatını sunuyoruz.
Doğumu ve Aile ortamı
MALCOLM, 19 Mayıs 1925’te Omaha’da dünyaya geldi. Babası bir Baptist Hıristiyan vaizdi. Malcolm “korkak bir zenci değildi babam, o bir doksan boyunda, iriyarı ve kapkara bir adamdı...” der. Babası da, Marcus Garvey gibi Amerikalı siyahların hiçbir zaman gerçek özgürlüğe, bağımsızlığa ve itibara kavuşmayacağına inanmaktaydı. Bu yüzden de Amerika’yı bırakıp, kendi vatanlarına, Afrika’ya dönmeliydi siyahlar.
Babası vaazlarında bunu hep belirtiyordu, beyazlar bundan rahatsız olmalıydılar. ki; Malcolm’un doğumuna yakın bir zamanda, babası yokken bir gece evin yanına bir gurup insan gelmiş ve annesine kocasının nerede olduğunu sormuşlar. Annesi de:kocasının evde olmadığını, üç çocuğuyla evde yalnız olduğunu söyleyince, adamlar evin bütün camlarını tuz buz ettikten sonra, Rahip Earl Little’nin, Marcus Garvey’in görüşlerini vaazlarında işleyen, ve gerisin geri Afrika’ya dönüş projesi olan, Omaha’nın zencileri arasında hızla yayılan ve başlarına dert olan vaazlarına daha fazla tahammül edemeyeceklerini hatırlatıp ortadan kaybolmuşlar.
Malcolm orada dünyaya geldikten sonra Babası evi Milwauke’ye taşıdı. Burada fazla durmadan Lansing’e taşınıp bir ev aldılar. Babası adeti olduğu üzere orada da Baptist kiliselerini dolaşıp, Hıristiyanlığın esaslarını anlatmaktaydı..
Çocukluğu
1929 yılında Malcolm 4 yaşındayken hayatının ilk canlı hatırasını şöyle anlatıyor: “Bir gece yarısı kendimizi tabanca seslerinin, çığlıkların, duman ve alevlerin ortasında bulduk kendimizi. Korkumuzdan neye uğradığımızı şaşırmıştık. Babam evimizi kundakladıktan sonra kaçmaya çalışan beyazların arkasından ateş açmaya çalışıyordu...Alevler içinde yanan ev üstümüze çökecekti,Annem kucağında yeni doğmuş bebeğiyle kendisini henüz dışarı atmıştı ki;ev etrafa kıvılcımlar saçarak,büyük bir gürültüyle çöktü. Gecenin yarısında don-gömlek dışarıda kalışımızı, feryatlar içinde dövünmemizi hiç unutamıyorum. Olay yerine gelen Polis ve İtfaiyeciler de etrafımıza dizilip evimizin sonuna kadar yanıp kül olmasını bizimle birlikte seyrettiler.”
Hayat uçurumda başlar, bütün insanlar için; ancak bu uçurumun boyutları Malcolm için herkesinkinden daha engin ve daha engebeliydi zannedersem..
Bu olaydan sonra doğu Lansing’de kenar mahallelerden birine taşındılar, burada da rahat olamadılar.Bir gece babası ve annesi tartıştıktan sonra, babası evi terk edip gitti, Annesi arkasından seslenmiş ancak babası onu dinlememişti. Babası o gece bir suikasta uğramış, adamlar ölünceye kadar dövdükten sonra, gelip geçen arabalar ezsin diye yolun ortasına atmışlar, polisler gece yarısı evden gelip annesini almışlar ve babasının vücudunu yarısı ezik, bazı kemikleri kırılmış, ölü vaziyette bulmuşlardı.
Artık sekiz kardeşle ortada kalmışlardı. Babasının hayat sigortasından kalan parayı aldılar ki, bu beş yüz dolar civarındaydı ve cenaze masraflarıyla bu da tükenmişti. Böylece Ailede maddi çöküntüyle birlikte psikolojik çöküntü de meydana geliyordu.
Malcolm’un Annesi batı Indiana’da dünyaya geldiğinden renk olarak beyaz kadınlarla hiç farkı yoktu. Kasabaya gidip ne iş bulursa yapıyordu, bir gün kardeşlerinden biri Annesine bir şey söylemek için çalıştığı eve gitmiş, işveren çocuğun siyah olduğunu görünce annesini işten kovmuştu. Sekiz çocuğun hayatını devam ettirmekle yükümlü bir annenin duygularını hissetmek için, bu duyguyu yaşamak lazım..
Kardeşlerinin en büyüğü geçimlerine yardım için çalışıyordu, annesi de temizlik v.s... gibi işlerde çalışıyordu. Hayat şartları hiç de kolay değildi, bazen beş kuruşlarını olmadığı zamanlar olurdu hiç bir şey alamazlardı, annesi bir tencere dolusu hindiba ağacı yaprağı kaynatırdı onu yerlerdi, Malcolm’un dediğine göre, bunu duyan arkadaşları: “pişmiş ot yiyorlar” diye onları kızdırırlardı.
Bazen de çocuklardan birkaçı Lansing’e bir fırına gidip, beş sente bir çuval dolusu bayat ekmek ve çörekleri aldıktan sonra çuvalı omuzlayıp, iki mil yol teptikten sonra evlerine dönerlerdi. Malcolm bu günlerini şöyle anlatıyor: “Annemiz bu bayat ekmeklerle çok değişik şeyler yapabiliyordu. Domatesle ekmek karıştırılıp kaynatılınca bize yemek oluyordu örneğin.Yumurtamız varsa pide balığı gibi şeyler yapardı bize annem. Ekmek tatlısı yapardı sonra, içine kuru üzüm de koyardı bazen. Ekmeği etinden kat kat fazla olsa da hamburger yediğimiz bile olurdu.Zaten çoğu ekmekten yapılmış olan bu yemekleri bir solukta silip süpürürdük”
Yardım kurumundan çeşitli paketler de gelirdi, bunların üzerinde parayla satılmaz ibaresi vardı. Malcolm ve kardeşleri bunu marka zannedecek değildi elbet, bunu yardım alanlar aldığını satmasın diye yazıyorlardı.
Bir ara annesi siyah bir adamla evlenmeye kalkışmış; ancak adam bundan vazgeçmişti. nedeni kendisini evde bekleyen sekiz boğazın yükümlülüğünü üstlenmekten korkmuş olmasıydı şüphesiz.! Annesi bu olaydan sonra daha da çöküntüye uğramış, artık kendi kendine konuşmaya bile başlamıştı. Bu arada Malcolm artık 10 yaşındaydı. Kardeşleriyle babasında kalma 22’lik kalibrelik tüfekle tavşan avlayıp yoldan gelip geçenlere satıyorlardı, Bazıları bunu sırf yardım olsun diye alıyordu.
Malcolm okuldan sonra doğru eve gideceğine, iki mil yürüdükten sonra Lansing’e gidiyordu dolaşmadık dükkan bırakmıyordu ve aşırdığı şeylerle kendisine güzel bir ziyafet(!) çekiyordu. Kendi deyimleriyle buna “Tilkilik” diyorlardı. Bunun yanında, geceleri bostanlıklara girip bir sepet çilek toplayıp satıyordu. Sıkı çalışırsa günde bir dolar kazanabiliyordu. O günlerinden şöyle bahsediyordu Malcolm “Hızla büyüyüp gelişiyordum; ama bu gelişme kafaca değildi, bedenceydi daha çok. Ben böyle evden uzak kala kala, konu komşunun eşiğini aşındıra aşındıra, dükkanlardan ufak tefek şeyler yürüte yürüte, büyüdükçe, isteklerimi elde etmekte daha da bir saldırgan, daha da bir sabırsız oluyordum giderek.”
Ailenin dağılması
Aile Refah kurumu Malcolm’un ailesine her geldiğinde annesinin çocuklarına bakamayacağını iyice anladılar ve aileyi dağıtma kararı aldılar. Çocuklar ya çocuk esirgeme kurumuna ya da evlatlık isteyen aile varsa oralara gideceklerdi. Malcolm’u durumu iyi bir aile aldı. Malcolm bu aileyi seviyordu ve bu ailenin oğluyla kardeş gibiydiler. Burada çok iyiydi, fırsatını bulduğunda annesi ve kardeşlerinin ziyaretine gidiyordu. Çok geçmeden devlet, kardeşlerinin hepsini evlatlık olarak dağıtmaya karar verdi. Annesi artık iyice çökmüştü, sonunda bütün kardeşlerini bir yere verdiler. Annesini de Kalamazoo ‘daki akıl hastanesine yatırdılar.
Malcolm evlatlık olarak verildiği evde çok iyiydi, bu sırada okulu terk etmeyi kafasına koymuştu. Kendine göre bir iş bulup çalışacaktı; en azından elinde parası olacaktı. Bir gün okulda sınıfa girerken bilinçli olarak şapkasını çıkartmadı. Öğretmeni de ceza olarak sınıfın içinde kendisi dur deyinceye kadar dolaşma cezası verdi. Malcolm da öğretmeni tahtada bir şeyler yazarken, öğretmenin sandalyesine gizlice bir raptiye koydu, öğretmenin sandalyeye oturması ve çığlıklarıyla Malcolm dışarıya fırladı. Bu olayla birlikte Malcolm okuldan atıldı. Ancak olaylar Malcolm’un tasarladığı gibi olmadı. Mahkeme artık bir ıslah evinde kalmasına karar verdi, ıslah evinden önce bir gözetim evinde kalması gerekiyordu.
Malcolm Lansing’den on iki mil uzaktaki Mason’a gitti. Burada orta okul ikinci sınıftan okuluna devam etmeye başladı. Islah evi Malcolm’a çalışması için bir iş bulmuştu; bir lokantada bulaşıkçılık yapacaktı. Bu onun için fevkalade bir şeydi. Kendi parası olacaktı, bir şey ısmarladıklarında o da arkadaşlarına artık bir şeyler ısmarlayabilecekti. Artık yavaş yavaş hayattan zevk almaya başlamıştı. En azından kendi kendine bir şeyler yapabiliyor, aldığı haftalığıyla kendine bir iki çift ayakkabı almış ve bir de yeşil elbise diktirmişti.
Okulda ise çok başarılıydı, sınıftaki çalışkan öğrencilerdendi. İngilizce öğretmenini çok seviyordu; bu öğretmen hayatta başarılı olmanın yollarını ve kendi tecrübelerinden bahsederdi, bu Malcolm’un çok hoşuna giderdi. Malcolm sömestrinden sonra sınıf başkanı seçildi, bu onu çok mutlu etmişti. Sınıf arkadaşları onu çok seviyor, problem olursa Malcolm’la konuşuyorlardı.
Malcolm sınıfta tek siyah öğrenciydi. Bir gün baş başa kaldığında çok sevdiği İngilizce öğretmeni sormuştu: “Artık büyüyorsun, ne olmak istersin?” demişti. Malcolm bunu daha önce hiç düşünmemişti. Birden “Avukat olmak istiyorum” deyince İngilizce öğretmeni iyice şaşırmıştı. Malcolm’a: “Biraz gerçekçi olmalısın, sen bir zencisin. Bunun için doğru düşünmen lazım. Niçin bir marangoz olmayı düşünmüyorsun? demişti.
Malcolm kaldığı ıslah evinde de çok seviliyordu; çünkü burada yerleri temizler, ortalıkta yapılması gereken işlerde görevlilere yardımcı olurdu. Sekizinci sınıftayken ıslah evi memurlarının aldığı karar gereği ıslah evinden ayrılması gerekiyordu. Yine bir ailenin yanında kalacaktı. Sene sonu geldiğinde Boston’daki ablası onu yanına davet etti. Malcolm için Boston hayatında değişikliklerin başlangıcıydı.
Boston’a geldiği ilk ay içerisinde şehirde dolanıp durdu. Ablası ona bir iş bulmaya çalışırken kendisi ablasına sürpriz yapmak için iş bulmaya çıkmıştı. Bir bilardo salonuna girdi,orda Shorty diye biriyle tanıştı. Shorty Lasingliydi, “hemşehrim” diye Malcolm’a sahip çıktı. Sonra Devlet Bale Salonunda ayakkabı boyacısının işini bıraktığını, Malcolm’un da onun yerine çalışabileceğini söyledi. Malcolm hemen kabul edip işe başladı. İşin bütün sırrını öğrenmiş, çok para kazanmaya başlamıştı. Artık Shortyle ve onun arkadaşlarıyla birlikte takılıyordu. Malcolm işte her şeye burada başladı:esrara, eroini çekmeye, alkol kullanmaya... Bu işte çalışmasını ablası hiç istemiyordu, Malcolm’a bir pastahanede garsonluk işi buldu, o da ayakkabı boyacılığını bırakıp bu işe girmişti. Bir süre burada çalıştıktan sonra buradan da ayrıldı. Ablası Ella’nın gittiği kilise cemaatinden birisi Boston-Newyork arasında çalışan trende iş buldu. Malcolm burada da servis işi yapacaktı. Amerika’da yaşayan zenciler genelde ayak işlerini yapıyorlardı, bundan dolayı işlerini devamlı değiştirirler, özellikle devlette çalışmak büyük bir gayret gerektirirdi.
Gençliği
Malcolm X’in gençliği hiç birimizin düşünemediği bir gençlikti. Demir yollarında çalışırken trenle Newyork’a gidip geliyordu. Newyork’u özellikle de Harlem’i çok sevmişti. Harlem Newyork’un bizim deyimimizle bir mahallesiydi, burası zencilerin mekanıydı. Malcolm artık hayatını burada sürdürmeye içten içe karar vermişti. Malcolm’un hayallerinin şehriydi Harlem..! Güzel giyimli, gösterişsiz, medeni zencileri hayatında hiçbir zaman bir arada görememişti.
1942 yılında 17 yaşındayken şikayetler üzerine demir yollarındaki işinden atıldı. Sonra Harlem’de hayran kaldığı bir barda işe başladı. İşini çok seviyordu, hiçbir zaman işine geç kalmadı. Bu bar onun deyimiyle bir mektepti(!). Burası; dümencilerin, hırsızların, esrar satıcılarının takıldığı, Harlem’in birkaç barından birisiydi.
Burada çalışırken bir çok şeyi öğrenmişti, kendisi de esrarlı sigara satmaya başladı. Esrarlı sigara işinden iyi para kazanmaya başlamıştı. Artık paraya para demiyordu. Gün geçtikçe stoklarını daha da arttırıyor, çok tanındığı için müşteri bulmakta hiç zorluk çekmiyordu. Narkotik polisleri artık onun da esrar sattığının farkına varmışlardı. Kanun gereği üzerinizde esrar bulamazlarsa suçlayıp kimseyi içeri almıyorlardı. Malcolm da, içi boşaltılmış ayakkabı topuklarında, şapka astarlarının arasında esrar taşımanın arık modası geçtiğinden, esrarı bir paket yapıp koltuğunun altına sıkıştırıp, geceleri çalıştığı için takip edildiğini anladığında hemen bir köşeye çekilip paketi koltuğunun altından çaktırmadan bırakıyordu. Karanlıkta yaptığı bu numarayı kimse çakmıyordu tabi. Polis daha fazla takip etmeye başlayınca boş bir sigara paketine, ya da Kızıl Haç’ın boş yara bandı paketlerine koyuyor, parasını aldıktan sonra müşteriye bıraktığı yeri tarif ediyordu.
Polis onun peşini bırakmamakta kararlıydı, böyle insanlar için polisin çok yöntemleri vardı. Kalabalık arasında ceplerine esrar koyup delil göstermek, evini belirleyip gizli bir yere esrarı saklamak...Malcolm bunu bildiği için devamlı ev değiştirmek zorunda kalıyordu. Polisin kendisini listeye aldığını haber alınca, Malcolm’un bir arkadaş: ortalık sakinleşinceye kadar biraz seyahat etmesini önerdi. Malcolm daha önce demir yollarında çalıştığından bedava seyahat etme kartına sahipti. Aklına yeni bir fikir geldi: Orkestra guruplarının peşinden gitmek. Orkestra guruplarının çoğunu tanıyordu ve hemen hepsi Malcolm’un müşterisiydi.Artık seyyar eroin satıcısı olmuştu. Bu şekilde bütün doğu sahillerini dolaşarak orkestrayla turneye çıkan guruplara esrarlı sigara satıyordu.O güne kadar kimse seyyar esrar satıcısına rast gelmemişti Amerika’da!.. Sonra ani bir kararla esrar satma işini de bıraktı.
Bu arada askere çağrılıyordu. Ancak bütün zenciler gibi o da askerlik yapmamak için her yolu deneyecekti. Akli dengesinin yerinde olmadığını ispatlamak, çeşitli haplar kullanarak kalbi ya da ciğerleri tahrip edip kendisini çürüğe çıkarmak. Ancak devlet bu oyunları bildiği için askere gideceklerin yerlerini tespit eder, ajanlar onları takibe alırdı.Malcolm artık gittiği kalabalık yerlerde askere gitmek istediğini sağa sola bağıra bağıra söyler oldu. Bunu akli dengesinin yerinde olmadığını göstermek için yapıyordu tabi.
Askerden gelen cep pusulasını alıp, en acayip zoot elbisesini giyip, saçlarını kırmızıya boyayıp, bir çalılık gibi kıvırdıktan sonra askeri şubeye gitmiş içeri dalıp, sıraya falan bakmadan; herkesin önüne geçip: “hadi koçum bitir şu işi de, ben gidip general olmak istiyorum, kafasının ortasından varacağım o düşmanları..” demiş sonra onu da sıraya aldılar. Malcolm bu arada yine sayıklıyordu: gidip en büyük general olacaktı, savaşacaktı!. Adamlar bu halini görünce Askeri psikiyatri kliniğine sevk ettiler Malcolm’u. Burada psikologa çeşitli numaralar yaptı: psikolog onu dinlerken, Malcolm ikide bir arkaya bakıyor, sanki kendisini dinleyen biri varmış gibi, kapıları aralayıp duruyordu. Sonra psikologun kulağına eğilerek “bak babalık! ben güneye gideceğim, zencileri örgütleyip, ne kadar beyaz fellah varsa öldüreceğim” demişti. Doktor bunları duyunca elindeki kalemi düşürmüş, kalemi aldıktan sonra Malcolm hakkındaki nihai kararını vermiş. Malcolm böylece askerden de yırtmış oluyordu..
Amerika’da yaşayan zenciler üniversite mezunu ise ancak bir hademe ya da hastanelerde ve devlette ayak işlerini yapıyorlardı. Hal böyle olunca zencilerin çoğu kolayından yaşamak, çalışmadan kazanmak, dümen çevirmek işleriyle meşguldü.
Amerika’da yaşayan bir zencinin yıllık geliri beş bin dolar iken, bir beyazın geliri en az yirmi beş –otuz bin dolar arasında değişiyordu. Hal böyle olunca büyük kentlerin zenci mahallelerinde mektep yüzü görmemiş, gitmişse de bitirememiş on binlerce kişinin aklı fikri bir dümen çevirip de hayatını sürdürmektedir.Bu ahlaksızlık batağına düşmüş kimselerin ne yaptığını, nereye gittiğini, bu işin sonunun nereye varacağını düşünmeleri için, bir vicdan muhasebesi yapabilmeleri için hiç vakitleri yoktu.

 

murat kurt isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder