Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07-27-2008, 00:29   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart Tevessül ve Şefeat.. (Münkire Reddiye..)
Ruh ölmez, ölü işitir
Ölülere işittiremezsin âyeti şu mealdedir:

(Elbette sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp kaçan sağırlara da bu daveti işittiremezsin. Hem sen o körleri sapıklıklarını bıraktırıp, hidayet verici de değilsin. Sen ancak âyetlerimize iman edecek kimselerden başkasına işittiremezsin.) [Neml 27/80-81]

Buradaki sağırların da kulaklarının sağır olmadığı, körlerin de gözlerinin kör olmadığı, ölünün de gerçek ölü olmadığı açıktır. Bir de davet ve hidayet kelimeleri geçiyor. Demek ki maksat işittirmek veya göstermek değil, onları hidayete davet etmektir. Âyetin devamında, (Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Ötekilerin ise iman etmeyecek kâfirler olduğu da pek açıktır. Sen ölüleri imana kavuşturamazsın denmez ki. Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin deniyor ki, işittirmenin kabul ettirmek olduğu bütün tefsirlerde bildiriliyor.

Bu âyetin tefsirlerdeki açıklaması şöyledir:


(Ey Resulüm, sen ölüden farksız olan kâfirleri hidayete erdiremezsin, hakkı işitmek istemeyen ve hakikati göremeyen kâfirleri de hidayete kavuşturamazsın. Sen ancak iman edeceklere Müslümanlığı kabul ettirebilirsin.) [Beydâvî]


İbni Teymiye, adı geçen kitabında bütün ölülerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızıklandırıldıklarını bildiriyor. Ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? Tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zaman, bunun geldiğini anlarlar mı? Cevabında, (Evet bilirler ve anlarlar) diyor. Ölülerin buluştuklarını ve soruştuklarını ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.

Bir kimse, kabre yakın bir yerde namaz kılarsa, meyyitler bunu görür. Namaz kıldığını anlar ve imrenirler. Yezid bin Harun Sülemi diyor ki: İbni Saseb, bir cenazede bulundu. Bir mezar yanında iki rekât namaz kıldı. Sonra kabre dayandı. Diyor ki, vALLAHi uyanıktım. Kabirden bir ses işittim. (Beni incitme! Siz ibadet yaparsınız, fakat işitmezsiniz, bilmezsiniz. Biz ise biliriz. Fakat hareket edemeyiz. Bana göre, şu kıldığın iki rekattan daha kıymetli bir şey yoktur) dedi. Meyyit, ibni Saseb’in kabre dayandığını ve namaz kıldığını anlamıştı. İbni Kayyım, bunu bildirdikten sonra, meyyitin işittiğini gösteren, Eshab-ı kiramdan gelen çeşitli haberleri yazmıştır.

Vehhabi kitabının (Allame) ismini verdiği ve yazılarını kendilerine senet olarak kullandığı bu İbni Kayyımı Cevziyye (Kitab-ür-ruh)da, (Bir kimse, bir kabri ziyaret edince, kabirde bulunan meyyit, ziyaret edeni bilir. Onun sesini işitir.

Onunla ferahlanır. Onun selamına cevap verir. Bu hâl, yalnız şehidlere mahsus değildir. Başkaları için de böyledir. Belli bir zamana mahsus da değildir. Her zaman böyledir) dediği, (El-Besair)in 22. sayfasında yazılıdır. Vehhabilerin iddiaları kendi Allamelerinin bu sözüne ters düşmektedir.

Şaşılacak şey

Vehhabilerin kendi kitaplarında diyor ki:

(Gökler ALLAH’tan korkar, ALLAH göklerde his yaratır. Anlarlar, Kur’anda, yerlerin ve göklerin tesbih ettikleri bildirildi. Resulullahın avucuna aldığı taş parçalarının tesbih ettiklerini ve mescitteki Hannane denilen direğin inlediğini ve yemeğin tesbih ettiğini Eshab işittiler.) (s. 200)


(Buhari’de, İbni Mesud diyor ki, (Yediğimiz yemeğin tesbih sesini işitirdik. Ebu Zer diyor ki, Resulullah, avucuna taş parçaları aldı. Bunların tesbih sesleri işitildi. Resulullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihtir.) (Feth-ül-mecid s. 201)

Dağlarda, taşlarda, direkte his ve idrak olduğunu söyleyip de, Peygamberlerde ve Evliyada his olmaz demeleri, şaşılacak şeydir. Dirilere tevessül olunur, ölülere tevessül olunmaz demekle kendileri sapık oluyorlar. Çünkü bu söz, diriler duyar ve tesir eder, ölüler duymaz ve tesir etmez demektir. ALLAH’tan başkasının tesir ettiğine inanmak olur. Böyle inananlara kendileri müşrik diyor. Hâlbuki ölü de, diri de birer sebeptir. Tesir eden, yaratan yalnız ALLAHü teâlâdır.

Vahhabilerin, Ehl-i sünneti, puta ve mezara tapan kâfirler gibi bilmesi ve Ehl-i sünneti öldürmeye ve mallarını almaya helal demesi, nasslara [âyetlere, hadislere] yanlış mana verdiği içindir.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.)

[Buhari ]


(Müslüman ismini taşıyanlardan en çok korktuğum kimse, Kur’anın manasını, yerinden değiştirendir.)

[Taberani]

Bu hadis-i şerifler, böyle sapıkların meydana çıkacağını ve bunların dalalette olduklarını haber vermektedir.

Ehl-i hayrı tevessül etmek caizdir.



Bir şeyde Tevessül ya vardır ve yapılır; yakutta yoktur ve yapılmaz. Yani, tevessül diriye yapılabildiği gibi, ölüye de yapılır. Çünkü yaratıcı ve kabul edici Cenab-ı Hak’tır.

Hazret-i ALLAH’a ulaştıran bütün yol ve vasıtaların tümü vesiledir. Hazret-i ALLAH’a yaklaşmak için vesilelere sarılmaya da tevessül denir.

Öz mânâsı ise Hazret-i ALLAH’tan isterken; Resulullah Efendimiz’i, Evliyâullah’ı, sâlih zâtları, güzel amelleri vesile kılarak duâ ve niyazda bulunmaktır.

ALLAH-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Ey iman edenler! ALLAH’tan korkun, ona ulaşmaya vesileler arayın.” buyurmaktadır. (Mâide: 35)

Duâlarımızda Peygamber Efendimiz’i, Mürşid-i kâmilleri, velileri, sâlihleri vesile edinmemiz onların Hazret-i ALLAH’ın yanındaki değerleri, makamları, rütbeleri ve sâlih amelleri sebebiyledir. Gaye Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmak, rahmeti ve rızâ-i ilâhi’yi celbetmektir.

İbadetimizi, duamızı yanlız Hazret-i ALLAH’a arz ederiz. Yardım ve kuvvetin kaynağının O olduğuna itikat ederiz. Zira her şeyin yaratıcısı, yoktan var edicisi O’dur. O’nun izni olmadan hiçbir kimseye yardım gelmez.


Âyet-i kerime’de:


“Yardım sadece ve sadece ALLAH katındandır.” buyruluyor. (Enfâl: 10)

Hayır da, şer de Hazret-i ALLAH’tandır. Vesilelere sarılmamız, duâmızın güzelleşmesi ve Hazret-i ALLAH’ın kabulünü kolaylaştırması için bir araçtır, amaç Hazret-i ALLAH’tır.

Âyet-i kerime’de:

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de ALLAH’tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette ALLAH’ı affedici ve merhametli bulurlardı.” buyruluyor. (Nisâ: 64)

Hazret-i ALLAH bizzat bu Âyet-i kerime’sinde bütün insanlara sevgili Peygamber’imize tevessül etmelerini ferman buyuruyor.

Peygamber Efendimiz biricik ümmetine tevessülü bizzat vasiyet etmiştir.

Gözü görmeyen bir kişi Peygamber Efendimize gelerek:“Ya ResûlALLAH! Beni iyileştirmesi için ALLAH’a duâ buyur.” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ona “Abdest almasını iki rekât namaz kılmasını sonra da şu duayla duâ etmesini” emretti. “ALLAH’ım! Peygamberin rahmet peygamberi Muhammed ile sana yönelerek yalvarıyorum. Gözümün açılması için yâ Muhammed senin ile Rabb’ime yönelmiş bulunuyorum. ALLAH’ım! Onu bana şefaatçi kıl.”Ve devamla: “Bir ihtiyacın olduğunda hep aynısını yap.” buyurdu.

(Tirmizî - Ahmed ibni Hanbel)

O kimse bu duâ ile duâ edip kalktığı zaman görmeye başladı.

Hazret-i ALLAH, sevgilisini tevessül ederek istenilen bir duâyı geri çevirmez.

“Adem cennetten çıkarılmasına sebep olan zelleyi işlediğinde, hatasını anlayıp. ‘Yâ Rabb’i! Sen beni yaratıp bana ruhundan üflediğinde başımı kaldırdım arşın sütûnları üzerinde ‘Lâ ilâhe illALLAH. Muhammedün Resulullah’ cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen, zâtının ismine ancak yaratılmışların en sevimlisini izafe edersin.’ dedi. Bunun üzerine ALLAH-u Teâlâ: “Doğru söyledin ey Âdem! Hakikaten o bana göre mahlûkatın en sevimlisidir. Onun hakkı için bana duâ ettin. Ben de seni bağışladım. Şayet Muhammed olmasaydı. Seni yaratmazdım.’ buyurdu.”


(Hâkim. Müstedrek II. 672)

Resulullah -sallALLAHu aleyhi ve sellem-Efendimiz ve Ashâb-ı kiram’ı duâlarında hususiyetle Hazret-i ALLAH’a tevessül ederlerdi. Gerek yaşarken, gerek vefatında. O kadar itina gösterirlerdi ki...

Hatta o kadar değerini bilirlerdi ki hayatında giydiği cübbesini Esma -radiyALLAHu anhâ- vefatında sonra şifâ dilenmek üzere cübbeyi yıkayıp suyunu hastalara verirdi. (Buhârî)

Tevessülü inkâr eden kimselerin en fazla reddettikleri hususlardan birisi de kabir ehlinin tasarruf yapması ve kabir ehlinden istimdad isteme hususudur.

Halbuki ALLAH’u Zülcelal’in yanında kıymetli ve duası makbul olan peygamberler, âlim ve sâlih kimselerle hayatta oldukları zaman nasıl tevessül yapılabiliyorsa, öldükten sonra da yapılabilir.

Duâ yalnız Hazret-i ALLAH’a yapılır. Peygamber Efendimiz’i ve varisi olan Evliyâullah’ı vesile edinmek duanın kabulünü sağlamak içindir. Aynı şekilde evliyanın ruhaniyetinden istenilen himmetle doğrudan onların şahıslarından isteniyor anlamında değerlendirilmemelidir. Tevessülün en tartışmalı kısmı burasıdır. Çünkü bunu iyi anlamayıp ayağı kayanlar çok olmuştur. Evliyayı ve Müslümanları küfürle suçlamaya kadar gitmişlerdir.

Bunların başında Vehhabîler ve Mezhepsizler gelir. Vehhabîler tevessül ve himmeti inkâr ederek müslümanları kâfir ilân etmişler. Canlarını, ırzlarını, mallarını helâl kılmışlar. En aşağılık dinsizlerin ve gayr-i müslimlerin yapmadığı katliamı, zulmü müslümanlara yapmışlardır. Çocuklara varıncaya kadar öldürmüşlerdir.

Peygamberimiz ve seçkin varislerinden istenilen himmet; müslümanların Hakk’a ulaşmalarına, sıkıntılı, zor durumlarda yardıma sebep olmaları, duâ etmeleri ve yüksek nazarlarını celbetmek içindir.
Her zaman himmetleri ümmet-i Muhammed’in üstündedir.

Hadis-i şerif’lerinde:
“Vefatımdan sonra amelleriniz bana arz olunur. Amellerinizde hayır gördüğüm zaman ALLAH-u Teâlâ’ya Hamd ederim. Şerr’i gördüğümde sizler için istiğfar ederim.”
(Müsned. Ahmed bin Hanbel)

Buyurarak vefatından sonra dahi yüce himmetlerini ümmetinden esirgemeyeceklerinin açık bir delilidir.

Himmetin sahih oluşunun pek çok delilinden bir tanesi de Hazret-i Ömer Efendimizin Basra tarafına gönderdiği Sariye’nin komutasındaki ordunun düşman tarafından kuşatıldığı ve zor durumda kalıp, bir çok şehit vermeye başlamasıdır.

Bu sırada Sâriye “Dağa, dağa, dağa” diye Hazret-i Ömer Efendimizin sesini duydu. Askerlerine; “Kardeşlerim Ömer’in sesini duydum dağa çekilmemizi istiyor siz de duydunuz mu?” dedi. Askerleri “Duyduk” diye cevap verdiler. Ordu hemen sese uyarak sırtını dağa verdi ve düşmanı yendiler. Bu hadisenin yaşandığı anda Hazret-i Ömer Efendimiz Medine’de Cuma Hutbesi veriyordu, bir ara durakladı; “Yâ Sâriye! Dağa, dağa, dağa” diye bağırdı.

Namazdan sonra müslümanlar Hazret-i Ömer’e “Minberde ne oldu” diye sordular.
Hazret-i Ömer Efendimiz ordunun zor durumda olduğunu gördüğünü ve dağa çekilmelerini söylediğini anlattı. Bir kaç gün sonra savaş habercisi Medine’ye geldi ve zaferi müjdeledi Hazret-i Ömer Efendimizin de savaş anında sesini işittiklerini anlattı.

(Beyhâkî -Bideye)


Yusuf (A.S) kıssasında Yakub Aleyhisselâmın ruhaniyetinin o anda zuhûr ederek parmaklarıyla Yusuf Aleyhisselâma işaretle ; “O kadından ve o işten sakın !..” demesi sarih bir hakikattir.

Aynı mütâalâda bulunanlardan “El-Eşbâh” şarihi İmam, âllâme el-Hamevî “Nefahat-ul Kurb “ kitabında beyân eder ki ; “ Evliyâullahın ruhaniyetleri cismâniyyetlerine galib olmakla müteâddid sûretlerde görünürler. Onların tasarruf ve kerametleri hayatlarında ve mematlarından sonra da devam eder.”

Zahid-ul Kevserî Rahimehullah diyor ki ;

“ RUH DÜNYADA İKEN KININDAKİ KILIÇ GİBİDİR. İNSAN VEFAT ETTİKTEN SONRA İSE (ayrılmış olması) SEBEBİYLE, KININDAN SIYRILMIŞ KILIÇ GİBİDİR.”

İmam Fahruddini Razi , “El-Metalib’ul Aliyye Fî Beyân’i Keyfiyet-il intifâı bî,-ziyâret’il mevtâ vel-kubur.” nam kitabında yazmıştır ki ;

“Bendelerden mufârakat eden (ayrılan) nüfûs-u beşeriyye, bazı cihetlerden bedenlerdeki cânlardan daha fazla kuvvet sahibidir.”

Alıntı : http://www.halidiye.com/Forum/forum_posts.asp?TID=13834




  Alıntı ile Cevapla