|
CEMİL MERİÇ bir büyük düşünür
İdeolojisi
Sağcı da değil solcu da. Cemil Meriç Araf’ ta bir entelektüel olarak yaşadı. Onu belli bir kategoriye sokmaya çalışanlar dün olduğu gibi bugün de engin düşüncesinden istifade edilemiyor. Kutuplaşmaların ve diyalogsuzluğun son haddine vardığı bir dönemde, hiçbir kalıba girmeyi kabul etmeyerek bir gün anlaşılacağını umduğu geleceğe mektuplar yazdı.
"Ben Marksist’ im diye haykırdığım zaman bir işçinin elini sıkmış değildim.” Diyen Cemil Meriç, düşünce gelişimini devrelere ayırır: 1917-1925 koyu Müslüman devrim, 25-36 şöven milliyetçilik, 36-38 sosyalistlik, 36-60 araf diyebileceğim kuluçka devrim, 60-64 Hind devrim, 64’ ten sonra sadece Osmanlıyım.
Aydın olmadan önce insan olmak!
C. Meriç’e göre aydın olmanın şartı önce insan olmaktır. Kendi kafasıyla düşünen, kendi gözüyle hisseden, seçen, konuşan insan.
“Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi, aydını yapan: uyanık şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs." (Kırk Ambar, s.287-288).
“Aydını yapan: uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs”tür. Aydın karanlığı aydınlatmalı ama o da kavganın içindedir” diyen C.M. her fırsatta sağ ve sol cenabı eleştirmiştir, solun eline tutuşturulan reçeteyi kekelediğini, sağın ise kovuğuna çekildiğini mustarip, mazlum olduğunu iddia etmiştir.
“Tek ortak duygu düşmanlık. Diyalog yok. Tanzimat’tan beri hazır elbiseye meraklıyız, hazır elbiseye, hazır medeniyete…tefekkür kılıçla fethedilmez, bir parça kendi kafamızla düşünmek ne kadar güç” diyerek özgünlükten uzak düşünceye tepkisini belirtmiştir (Mağaradakiler, s.314).
C. Meriç’e göre aydın, bir zümrenin emir kulu değildir; devrin şuuru olmak zorundadır aydın. Bütün hakikatleri yoklayan, bütün yalanların maskesini yırtan, kalabalığa doğruyu gösteren. Düşüncelere saygılı, tarafsız. Aydına ülkesinin bütünlüğünü müdafaa etme ve hakikati araştırma işlevi yüklemiştir. Çok okuyan, dürüst, inandığını korkusuzca savunan niteliklere sahiptir. “Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak, elini, kolunu bağlamak, düşünceye ihanettir” (Mağaradakiler, s.295). Tarif ettiği gibi bir aydın olma gayretini de göstermiştir. Her ne kadar zaman zaman kulesine kapansa da.
Meriç’e göre, Avrupa’nın siyasi ihtirasları kaderimizi çizmektedir. Karanlıkları aydınlatan olması gereken aydın neticede kavganın içinde yer alır. “Sokaklarda kardeşleri, çocukları boğazlaşırken, soğukkanlılığını nasıl koruyabilir? Evet ama görev görevdir. Önce kafalardaki keşmekeşi dağıtmaya, metafizik birer ****** olup çıkan kaypak, hain mefhumlara ışık tutmaya çalışalım” (Bir Facianın Hikayesi, s.23).
“Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce tezatlarıyla bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkum etmek değil midir?” diye sorar. Düşüncenin suç olarak algılandığı ülkemizde Meriç, insan üzerine düşünmeye büyük önem vermiştir. Düşünmek ise mutlaka yasak bölgelerden birkaçına dalıp çıkmakla olur.
'Benbilirimcilik’ eleştirisi...
Aydınlar arasında diyalog eksikliği vardır. Fikir hayatımız bir karnaval balosudur onun gözünde. Aydınlar ise meçhul heyulalar içinde ehramlara taş taşıyan birer köledir. “İdeolojiler uçurumları aydınlatan hırsız feneridir... İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı. ..Obskürantizm heyulası yok edilmedikçe, herhangi bir diriliş hayaline kapılmak çılgınlık” (Bu Ülke, s. 90-92).
Günümüzde de halen varlığını sürdüren entelektüel teşhirciliği, cinsel teşhircilik kadar tiksindirici bulmuştur. “…En yavuz ermişlerin, en çetin kahramanların zaman zaman nasıl çamurlaştıklarını görmek, küçük insanlar için hain, buruk ve zehirli bir teselli” (Jurnal Cilt 1, s.53).
Meriç, 1960’lı yıllarda her ne kadar onu sağda ya da solda sınıflandıranlara karşı çıksa da solu eleştirirken, sağa yakın durmuştur. Said-i Nursi’nin risalelerini okumak için toplananların tevkifi sonrasında söyledikleri dikkate değerdir: “Ahlaksızlığın, bencilliğin, kayıtsızlığın ferman olduğu bir ülkede, bir kitabı, ahlaktan, insanlıktan bahseden bir kitabı okuyanlar ancak takdire layıktır. Soğuk ve süprüntülüklerden devşirme, maddeci, sözde maddeci yayınlardan tiksinen, kendilerine insaniyetçi süsü veren bir alay züppenin sapıklıklarına iğrenerek bakan ve bir kurtuluş arayan samimi çocuklar… Davranış bakımından kendimi onlara çok yakın buluyorum” (Jurnal Cilt 1, s.63).
|