Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08-08-2008, 19:10   #4
Kullanıcı Adı
HAKK_DAVA
Standart Cennetü’l-Me’vâ, Kürsî ve Arş -4-
Bütün bu izahatlardan anlaşılmış oldu ki: Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin “Semaya uruc’tan önce Beytu’l-Makdis’e götürülmesindeki hikmet: Hakk’ı gizlemeye çalışanlara karşı onu izhar etme gayesini güder. Zira, Mirac’a Mekke-i Mükerreme’den gitmiş olsaydı, hakkı inkâr eden düşmanlara beyan ve izah fırsatı olmayacaktı. Nitekim Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Beytu’l Makdis’e geceleyin götürüldüğünü söyleyince, Beytu’l-Makdis’le ilgili bazı bölümleri tarif etmesini istediler. Onlar gördükleri için bunları biliyorlardı ve yine biliyorlardı ki, Muhammed O’nu daha önce görmemişti, bilemezdi. Soruları üzerine, açıklayıp haber verince, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bir gecede Beytü’l-Makdis’e yaptığını söylediği diğer hususlardaki doğruluğu tahkik edilmiş oldu. Bu husustaki haberi sahih olunca, diğer söylediklerinde de sadık olduğunu tasdik etmek gerekir. Bu durum mü’minlerin imanını artırdığı gibi, inkâr edenlerin de şekâvetini artırır. Gecenin kısa bir ânında, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksa’ya oradan da Sidre-i Müntehâ’ya kadar götürülüp getirilmesine, yirminci asrın zavallı insanından bâzıları akıl erdirememektedirler. Tıpkı câhiliye devri insanları gibi. Bu akıl erdirememenin sebebi araştırılacak olunursa, bu gibi insanların imanlarından şüpheye düştükleri görülür. Her şeyi maddî olaylara bağlayan bu insanlar, Mîrâc’ın insan idrâkinin üzerinde bir hadise olduğunu nereden bilsinler? O mübârek gecede de, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin gözleri önüne serilen, dillerin anlatamayacağı, akılların kavrayamayacağı binlerce hakîkatleri, îman şerbetinden mahrum olan akıllarıyla nasıl kabûl etsinler?

Akıllarını, imanlarıyla süsleyen gerçek mü’minlere gelince; değil Mirâc’ı inkâr etmek, değil Mîrâc olayı karşısında şüpheye düşmek, aksine olarak Mîrâc mu’cizesiyle, îmanları bilhassa tâzelenmekte ve bilhassa kuvvetlenmektedir. İşte Ebû Bekir (R.A.) hazretleri bunun canlı misâlidir. Şüphesiz ki, Mîrâc hâdisesi, bizim bildiğimiz ve tâbi olduğumuz tabiat kanunlarına uymaz. Ama, her şeyi yaratan, kudreti ile kâinâtı kuşatan yüce ALLAH’ın güç ve tasarrufunun dışında değildir.

ALLAH Teâlâ, kullarından dilediğine dilediği üstünlüğü ihsan eder, onu hiç kimsenin ulaşamıyacağı nimetlere erdirir. İşte Mîrac da yüce Mevlâmızın, Sevgili Peygamber’ine ihsanının zirvesi olan ve gün geçtikçe de tazeliği artan bir mûcizedir. Haddizatında Mi’râc gerçeğine inanmak, asrımız insanı için dünün insanlarına nisbetle daha kolaydır. Çünkü ayın keşfedildiği, uzayın parsellendiği, radyo ve televizyon dalgaları ile insan zihnini okuma imkânına kavuşulduğu, ilim ve teknolojinin hızla geliştiği asrımızda, insanoğlunun kavrayışı düne nisbetle daha da gelişmiştir. İlim ve teknolojik gelişmeler, insanoğlunun ufkunu açmış, onu isbatlı imana ulaştırmıştır. Aslında ilim, ne denli ilerlerse ilerlesin Kur’an-ı Kerim’i geçemez. O’nun onbeş asır önce bir öz hâlinde insanlığa sunduğu gerçekleri açıklığa kavuşturur. Bu kısa açıklamadan gaye: Mîrâc mucizesini modern ilmin mahsulleri ile mukayese yapmaktan çok, ilâhî hikmetleri kavramada ilmin bize olan yardımını açıklamaktır. Yoksa akıl denen küçük terazi, Mîrac mucizesinin ağır hikmetlerini çekmekten uzaktır. Bir yaratık olan insan, bu ilmî buluşları gerçekleştirir ve eşyayı emri altına alırsa; ya onu yoktan var eden ALLAH Teâlâ ne yapamaz? O, her şeye kâdirdir, O’nun kudreti kâinâtı kuşatmıştır. Mi’râca imân, bu hükmün ışığı altında kuvvet bulmalıdır. İlim ile dinin metod yönünden ayrıldığı bazı noktalar mevcuttur. İlmin deneye, dinin de imana dayanması hususu bunların başında gelir. Müsbet ilmin konuları nasıl iman ile incelenemezse, dini mevzular da deneyle incelenemez. Mucize, bu konuların başında gelmektedir. Mucize, insan kudretini ve idrakini âciz bırakan olağanüstü bir tezahürdür. Her Peygamberin mucizesi vardır. Bizim Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimi-zin de birçok mucizeleri mevcuttur. Bunların en büyüklerinden birisi de Mîrac mucizesidir. Bu olay, deneyin dışında kalan bir iman meselesidir. Herşeyi, tabiat kanunlarının dar çerçevesi içinde mütalâa ederek bu ölçünün dışındaki fevkalâde hâdiseleri inkâr etmek insafsızlıktır. Cenab-ı Hakk’ın, tabiat kanunlarını içine alan bir takım ilâhî kanunlarının da olduğunu kabul etmemiz gerekir. İşte Mîrac mucizesi de böyle bir ilahi kanun çerçevesi içinde cereyan etmiştir. Kâinatı yoktan var eden, ona nizam veren, onun her zerresi üzerinde hükmünü yürüten, mutlâk kuvvet ve kudret sahibi Cenab-ı Hakkâ inanmış bulunanlar, O’nun her istediğini yapabileceğine de inanmakta tereddüt etmezler.

Mucizeler, insanların mahiyetini idrakte acze düştüğü, fizik alemiyle ifadesi mümkün olmayan ilahi tasarruflardır. Bu hadiseler, mutlak kudret sahibi Yüce ALLAH’a inananların imanını güçlendirdiği gibi O’nun; varlığının da apaçık delillerini oluşturmaktadır. Yeni bir bin yılın ilk yıllarını yaşadığımız bu günlerde beşer aklının ulaştığı icat ve keşifle, baş döndürücü teknolojik gelişmeler iletişim alanında ki yenilikler sayesinde mucizelerin mahiyetini kavramamız daha da kolaylaşmaktadır. İnsana düşen kendini ve kainatın tüm varlıkları yaratan sonsuz kudret sahibini mutlaka idrak etmesi ve ona kulluktan asla ayrılmamasıdır.
HAKK_DAVA isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla