|
Cennetü’l-Me’vâ, Kürsî ve Arş -5-
Peygamberlerin yaşadıkları ve gösterdikleri mucizeler, kendi dönemlerindeki anlamlarından öte, bütün insanlar için de önemli mesajlar içerir. Bizler hem zihinsel hem duygusal varlıklarız. Kimi zaman zihinsel kimi zaman da duygusal karakterimiz ön plandadır. Tüm eylemlerimiz, algılarımız, ilişkilerimiz ve inançlarımız bu iki özelliğimizden süzülerek ortaya çıkar. İnsanlığımızın değeri de zihinsel ve duygusal melekelerimizi ne derece buluşturduğumuzla doğru orantılıdır. Bu durum, dinî inançlarımız ve davranışlarımız, yani dindarlık şeklimiz için de geçerlidir. Dinî inanç, insanın ahenkle kaynaşan tüm ruhi melekeleriyle ALLAH’a dönmesi ve derin bir tutkuyla ona bağlanması ile gerçekleşir. Bunun için dinî hayatta zihin ve bilgi kadar kalp ve duygu da önemlidir.
Bilgi ile duyguyu buluşturamayan bir iman ve dindarlık şekli eksik kalmaya mahkumdur. İnsan, aklı ile dinin ve ALLAH’ın varlığının bilgisini edinirken duygularıyla dinin gereklerini içselleştirir, onları benimseyerek yerine getirir ve ALLAH’a bağlılığını sürdürür. Diğer bir ifade ile insan, aklıyla başladığı bu yolculukta duygularından güç alarak ilerler. İman olgusunda kimi zaman ikisi de devrededir; kimi zaman da aklın ötesine geçen bir duygu ile Yüce Yaratan’a bağlanma söz konusudur. Ahiret, kıyamet, cennet, cehennem ve benzeri konulardaki bilgilerimiz nakil yoluyla elde ettiğimiz, yani Kur’an-ı Kerim ve Sünnetten öğrendiğimiz, duygu dünyamızda derinlik kazandırdığımız ve iman konusu yaptığımız bilgilerdir. İsra suresinin ilk ayetinde anlatılan Mîrac olayını anlamamız da böyle bir yolla mümkün olmaktadır. Mîrac, varlığın özüne ve anlamına yolculuktur. Bu gecede farz kılınan günde beş vakit namaz iç dünyamızdaki yükselişi ve arınmayı temsil eder. Mîrac, toplumsal hayatımızda, çalışarak ve başararak gelişmenin, ahlak ve hikmetin terbiye ettiği bilgiyle ilerlemenin imkanı olmalıdır.
Mîrac bizlere hem kendimiz, yakınlarımız ve bütün insanlığın barış ve esenliği için dua etmemiz gerektiğini, hem de ilahi rahmete ancak, nimet ve külfeti insanca paylaşarak, her birimiz görev ve sorumluluğumuzu en iyi şekilde yerine getirerek, çevremizde ve dünyada akan gözyaşını dindirerek, sonu gelmez ihtirasların yol açtığı hak ihlallerini, şiddet ve savaşı durdurarak ulaşabileceğimizi hatırlatmaktadır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, Rabb’inin huzuruna yükseldiği en manalı ve en büyük mucizelerden biri olan Mîrac; Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir yükseliş ufkudur. Bu hadise; maddi ve manevi yükselişe, bütün süfli duygulardan, her türlü kötülüklerden arınarak gerçek kulluğa , en yüce mertebeye erişmeye işaret vardır. Mîrac’ta; çalıştığı zaman insanın maddi ve dünyevi mesafeleri kısaltabileceği, yerlere, göklere ve denizlere hakim olabileceği mesajları mevcuttur.
ALLAH’ın varlık alemine koyduğu ilahi düzen, inanan ve inanmayan insana göre değişiklik arz etmez. Çalışan hangi dinden olursa olsun yükselir, tembel olan mümin de olsa zelil olur. Milletlerin yükseliş ve düşüşleri bu ilahi kural üzere cereyan etmektedir. Nitekim yüce ALLAH Kur’an-ı Kerim’de bu gerçeği şöyle ifade etmiştir. “Bu böyledir. Çünkü ALLAH Teâlâ, bir millete ihsan ettiği nimeti, onlar kendi özbenliklerindeki güzel ahlâkı, yaşayış ve davalarını değiştirmedikçe, değiştirici değildir. Ve şüphesiz ALLAH Teâlâ herşeyi hakkıyla işitici, kemaliyle bilicidir.” Aynı mealde Rabbimiz şöyle buyurur: “Bir millet, özlerindeki güzel hal ve ahlâkı değiştirip bozuncaya kadar ALLAH Teâlâ şüphesiz ki, O’nun halini değiştirip bozmaz.”
Bu gecede, insanların dünyada ve ahirette ebedi mutluluğunu gaye edinen yüce İslam dininin ilmi, çalışmayı, kalkınmayı, güzel ahlakı vb. evrensel nitelik taşıyan tüm değerleri emretmiş olmasına rağmen bugünkü Müslümanların içinde bulundukları konumun değerlendirmesini iyi yapmalıyız. İslam aleminin tefrika sebebiyle içine düştüğü perişanlığı, geri kalmışlığı, dünyanın en yoksul ülkelerinden birinde yaşanan trajik ve buna karşın Müslüman olmayan bazı ülkelerin bir çok yönden kalkınmış olması bu gece bizleri derin tefekkürlere sevk etmelidir. Mîrac’ın her safhası âdet ve tabiat haricinde cereyan eder. Evet, o zamanki Mekke müşrikleri ve bir kısım imanı zayıf mü’minler, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin Cenab-ı Hakk’ın daveti ve bahşettiği imkanlar ile yapmış olduğu İsra ve Mîrac yolculuğunu imkansız görmüşler ve inkâr etmişlerdi. Nihayet gün geldi. Bugün biz bir beşer olarak, yine bizim gibi bir beşerin sağladığı imkânlarla İstanbul-Cidde arasını üç saatte alabiliyoruz. Yarın ne olacak bilemiyoruz. Ancak şu kadar var ki, hakikatler idrak edilmezse de inkâr edilmemelidir. Mîrac, aslı ve esası itibarıyla bir mucize olduğundan; Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir gecede hattâ bir gecenin çok kısa bir zamanında Mescid-i Aksa’ya nasıl geldi? Oradan semalara nasıl çıktı? Mekân’dan münezzeh olan, her yerde hazır ve nazır olan ALLAH Teâlâ’yı görmesi için semalara çıkmasına ne lüzum vardı?, gibi sorular üzerinde düşünceyi zorlamamak, Mîrac hadisesini ilmin dar kalıplarına sokarak aklî ve mantıkî izahını yapmamak gerekir.
|