Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08-11-2008, 21:22   #1
Kullanıcı Adı
Düş...
Standart Son Osmanlı konağının sahibesi: Hattat Müşerref Çelebi

Hattat hâfız Müşerref hanım, 1915 doğumlu. 2 yaşında İstanbul’a gelmişler. Ve geliş o geliş. 92 yıllık uzun ve bereketli ömrü hep hayırlı hizmetler ve gayretle geçmiş. Bu arada onlarca hanım talebe yetiştirmiş.

Hat, tezhip, minyatür, ebru gibi geleneksel sanatlarımız günümüzde, özellikle kadınların ilgisi ile yeniden hayat buluyor. Ancak, yakın zamana kadar kadim sanatlarımıza karşı bu kadar ilgi gösteren yoktu. 1928’de yapılan harf devriminden sonra ‘eskimez’ yazı Osmanlıca’nın yazılıp okunmasının tamamen unutulacağı ihtimali devrin önde gelen münevver insanlarını endişelendirmişti. 1950’ye kadar devam eden tek parti dönemi, Allah demenin, dinini öğrenmenin suç sayıldığı zamanlardı. Bu yüzden o devirde Kur’an öğrenmek, çocuklarına dinini öğretmek isteyen aileler çok farklı yollara başvururdu. Mesela, Erenköy’de ikamet eden Ahmet Hamdi Topbaş, çocuklarına Kur’an öğretmesi için evine aldığı bir hafızı çevresine bahçıvanı olarak tanıtmıştır.

Halk arasında da İslam’ın gereklerine göre yaşamak isteyenlere karşı açıkça alay edilir; uzun etek, kalın çorap giyen kadınlar en yakınları tarafından bile eleştirilirdi. Yıllarca gerçek ezan sesi bile duymadan büyüyen bir nesil, eski olan her şeyle beraber dinini de bir kenara atmayı marifet bilir, çağa ayak uydurmak gerektiği her fırsatta dile getirilirdi. Böyle bir zamanda Kur’an-ı Kerim’i okumakla yetinmeyip ezberlemek ve Kur’an yazısı olan hat sanatını yaşatmaya çalışmak, hele de bir kadın için önemli bir başarıdır. Bu yüzden, iki çocuk annesi iken hafız olan, kızlarıyla birlikte hat sanatında önemli çalışmalar yapan, onlarca genç kıza bu sanatı öğreten cumhuriyet döneminin ilk kadın hattatı Müşerref Çelebi, bizim için tarihin canlı şahididir.

Müşerref Çelebi, bugün 92 yaşında, oğlu Vefa Çelebi’nin evinde yaşıyor. O, çağdaşlaşma adına yüzlerce yıllık geleneğin, kültürün ve bunlara damgasını vuran, şekillendiren ve ruh veren İslam dininin hayattan uzaklaştırılmaya çalışıldığı dönemlerde, bu milletin sahip olduğu yüksek değerleri korumaya çalışan seçkin kişilerin arasında yer almıştır. Eşi Nazif Çelebi’nin teşviki ile hat sanatını ta’lim etmeye başlamış, üç kızı ile birlikte hat sanatını yeni nesillere aktarmada köprü olmuştur. Her ne kadar tevazu gösterip ‘icazet bile almadığını’ söylese de, yetiştirdiği talebeler ve onlarla açılan yeni dönem, bugün hat sanatının hâlâ yaşıyor olmasının temel sebeplerindendir. Müşerref Hanım, aynı zamanda Süleymaniye’de Osmanlı konak geleneğini sürdüren nadir bir ailenin içine dahil olmuş ve 45 sene bunu yaşatmış bir hanımefendidir. Müşerref Hanım, kendi hayatıyla birlikte milletimizin yaşadığı son yüzyılı bir film gibi seyredip hatırladıktan sonra “Ne günler gelmiş geçmiş” diyor, gayri ihtiyari. Aslen Konya Kadınhanı kökenli Ahmet Hamdi Topbaş’ın 1915 doğumlu kızı Müşerref Çelebi, 1934’te yine eşraftan Nazif Çelebi ile evlenip Erenköy’den Süleymaniye’ye gelin gidince, dinini ve geleneğini yaşama hassasiyetini bu ailenin içinde de bulur. 20 yaşında kucağında ilk bebeği Nükhet varken hafızlığa çalışmaya başlayan Müşerref Hanım, üç yıl içinde bu gayretini başarıyla tamamlar. Hafızlığı Süleymaniye Camii’nde dinlenir. Nükhet, Güzide, Sütude, Melike, Vefa, Ahmet ve Nuriye isimli 7 çocuk sahibi olan Müşerref Hanım’ın kızlarından Nükhet ve Güzide hanımlar da hâfızdır.

Ahmet Hamdi Topbaş, 1917’de Müşerref Hanım 2 yaşında iken ailesini alıp İstanbul’a yerleşmiştir. Geniş bir aile olan Topbaşlar Sultanhamam’da manifaturacılık yapar. Müşerref Hanım, 1999’da vefat eden son devrin değerli alimlerinden Musa Topbaş’ın da ablasıdır. İlkokul mezunu olan Müşerref Hanım, ailesinin de gayretleri ile devrine göre iyi bir eğitim almıştır. Kumaş tüccarı olan eşi, dinini ve geleneğini yaşamada çok titiz, bu mânâda çevresini bilinçlendirmede de çok gayretli bir kişiliktir. 1951’de kurulan İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucularından olan Nazif Çelebi, 1950’lerde bir tur şirketi kurup birçok kişiyi uçakla hacca da götürmüştür. Dil konusunda çok hassas olan Nazif Bey, Türkçe’yi yanlış kullananları nerede olursa olsun uyaran, konuşmasının arasında Avrupa dillerinden kelimeler katanları ikaz eden açık sözlü bir kişidir. Öztürkçecilik çalışmalarını eleştiren bir kitap bile yazmıştır. Eskimez yazının tarihe gömüleceği, bu yazıyı okuyup yazanların kalmayacağı endişesini taşıdığı için eşini ve kızlarını hat öğrenmeleri konusunda teşvik eder. Devrin önde gelen hat üstadı Halim Özyazıcı’dan ders almaya başladığında Müşerref Hanım 45 yaşındadır. Kızları Nükhet, Güzide ve Sütude de onunla birlikte hat meşk eder. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Hattatlar adlı kitabının son bölümünde bu dört hanıma birer sayfa ayırır. Eserlerinden örnekler vererek çalışmalarını takdir ettiğini belirtir.

Her pazar günü çocuklarını da alıp Süleymaniye’den Topkapı Cevizlibağ’a Halim Özyazıcı’nın evine derse giden Müşerref Hanım, Özyazıcı’nın 1964’te vefat etmesinden sonra hattat Hamit Aytaç ile derslerine devam eder. Hocalarından icazet almaya lüzum görmemiştir; ama en çok nesih yazıda çalışmalar yapar. Kur’an-ı Kerim’i yazmaya başlar ama tamamlamak kısmet olmaz. 86 yaşına kadar yazmaya sürdürür ve bu arada birçok genç hanıma da hat dersi verir. Zaten biz de kendisini talebelerinden Derya Aydın hanımla ziyaret ettik. Yazdıklarını hediye etmeyi seven Müşerref Hanım “Her evde benim yazılarım vardır; ama kendi evimizde yoktur. Çocuklar evlendikten sonra yazı işi bana kaldı.” diyor.

 

Düş... isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder