|
ERBAKAN HOCA'YA ATILAN İFTİRALAR VE SÖYLENTİLER !!!
9. RP'NİN BOSNA YARDIMLARI-Hoca PARALARI YEDİ İFTİRASI
Sedat Sertoğlu'nun temsil ettiği medya ekolü, Bosna-Hersek konusunda oldukça ilginç propaganda yöntemleri denedi. Kendilerine "seküler cephe" ya da "masonik cephe" adı verilebilecek olan bazı medya kuruluşları, bir yandan Bosna'daki müslümanları, bir yandan da Türkiye'deki müslümanları yıpratmaya çalıştılar. Sözkonusu medyanın genel olarak Bosna olayı karşısındaki politikası oldukça inceydi: Bosna konusunda duyarlı oldukları imajını vermek için zaman zaman sayfalarında konuya yer veriyorlardı. Ancak kritik zamanlarda konuyu gündem dışına çıkarmayı yeğlediler. Örneğin Türkiye'de Bosna'ya müdahale etme isteğinin dorukta olduğu sıralarda "büyük gazete" yazarlarından biri "Bosna olayına fazla angaje olunduğu" yorumları yapmaya başladı. Bosna ile ilgili olarak tansiyonun yükseldiği ve özellikle de İslami tepkinin belirginleştiği anlarda, örneğin Gorazde'nin düşmesinin an meselesi olduğu sırada da aynı medya benzer bir duyarsızlık politikası uyguladı.
Sözkonusu medya, Sedat Sertoğlu'nun kendisine misyon edindiği İzzetbegoviç aleyhtarı politikayı da sık sık uygulamaya koydu. Örneğin "Büyük Gazete", Sırp liderlerin, İzzetbegoviç'e yönelttikleri "İslamcı terörist" suçlamasını onların ağzından Türk kamuoyuna yetiştirmişti: Bu gazetenin genel yayın yönetmeni Sırp vahşetinin en büyük mimarı olan Miloseviç ile uzun bir röportaj yapmış ve hem o gazete hem de onunla ortak olan özel televizyon, Miloseviç'in röportajda İzzetbegoviç hakkında yaptığı asılsız suçlamaları, hiçbir aleyhte yorum katmadan kamuoyuna uzun uzun duyurmuştu.
Bu arada Bosna'daki "münafık", yani Fikret Abdiç de aynı çevrelerden destek buldu. 1993 yazında, yani Fikret Abdiç'in henüz İzzetbegoviç yönetimine karşı silahlı ayaklanma başlatmadığı sıralarda sözkonusu medyaya bir göz atıldığında, İzzetbegoviç'in "katı ve Sırplarla uzlaşmaz" (yani tavizsiz) tutumuna karşı, Abdiç'in "ılımlı ve uzlaşmaya yatkın" tavrının savunulduğu açıkça görülebiliyordu. Abdiç gerçekten de "uzlaşmacı" tavrını sürdürdü ve bir süre sonra Sırplarla uzlaşarak Bosna yönetimine karşı ayaklandı!... Sözkonusu "büyük" medyada bu dönemde bile Abdiç aleyhinde yorumlara rastlamak mümkün olmadı. Ne de olsa Abdiç, "İslamcı" İzzetbegoviç yönetimine karşı ayaklanmıştı...
Aynı medya kesimleri, 1994 ortalarından sonra yeni bir malzeme daha ele geçirdiler; Refah Partisi'nin Bosna için topladığı yardım paralarının yerine ulaştırılmadığı iftirası. RP'lilerin bu konuda gösterdikleri belge ve şahitlere rağmen, medyanın malum kesimi bıkıp usanmadan aynı iftirayı kullanmaya devam etti. Bu konuda izledikleri yöntem de son derece ilginçti: Bosna-Hersekli bazı yetkililerle temas kuruyor ve onlardan "Refah kanalıyla bize ulaştırılan bir yardımın varlığından haberdar değilim" cevabını alıyorlardı. Sonra da bunu "RP yardımları yollamamış", "Bosna paralarını iç etmişler" gibi büyük manşetlerle kamuoyuna duyuruyorlardı. Oysa herkes biliyordu ki, Bosna-Hersek'te çok fazla cephe ve bu cephelerde çarpışan farklı birlikler vardı. RP'nin yolladığı paralar da bunların bir kısmına ulaşmış durumdaydı. Bu nedenle de bunların bazıları kendilerine sorulduğunda "bize böyle bir yardım gelmedi" diyorlardı. Ama bir kısmı RP'nin kendilerine yardım gönderdiğini doğruladılar ve bunu da Refah Partisi'nin düzenlediği bir basın toplantısında duyurdular. Daha sonra Aliya İzzetbegoviç'in bir temsilcisi de Refah yardımlarının yerine ulaştığını doğruladı.
Refah'ın Bosna yardımlarının yerine ulaştığı, Cengiz Çandar tarafından da vurgulanmıştı. Çandar, gazetesinin de dahil olduğu "boyalı" basındaki RP yardımlarıyla ilgili saptırıcı propagandasının aksine, 1995 Şubatında Bosna ile ilgili olarak yaptığı yazı dizisinde, Bosnalı yetkililerle yaptığı görüşmeleri aktarmış ve konu hakkında oldukça önemli bilgiler vermişti. Şöyle diyordu Çandar:
Türkiye'den gelen her kişi ve her yardım, 'memnuniyet' konusu ve kim ne derse desin, bu konuda kimse Refah Partisi'nin eline kolay kolay su dökemez. (Eğitim, Kültür ve Bilim Bakanı) Enes Kariç'in yanından çıkarken, Konya'nın Refahlı Belediye Başkanı Halil Ürün ve beraberindekiler içeri giriyorlar. Zaten Konya'yı burada bilmeyen yok. Konya, Türkiye'nin toplamı kadar Bosna-Hersek'e nakdi ve ayni yardım yapmış... Refahlılar, gittikleri her yerde... 'Hızır Aleyhisselam' gibiydiler. 10 bin mark, 20 bin mark her an, herhangi bir yerde ve çok kez de önceden tasarlanmadan Bosnalıların eline tutuşturuluveriyordu. Örneğin karargahı 50 kilometre daha kuzeyde Jablanica'da olan 4. Kolordu'nun komutanıyla Mostar'da tümüyle tesadüfen karşılandı. Birlikte Jablanica'ya gidildi. Ve General'e cömert bir para yardımının makbuz karşılığında yapılması, orada derhal kararlaştırıldı ve uygulamaya sokuldu. Aynı durum, Hrasnica adlı Saraybosna banliyösünde, İgman dağını, bir başka deyimle yağmuru, tipiyi, buzları aşarak ulaştığımız vakit sözkonusu oldu. Bu kez, bir askeri yetkiliye değil, Hrasnica Belediye Başkanı'na nakdi yardım Alman Markı üzerinden yapıldı. Bu arada, Refah bağlantılı olarak Türkiye'de tanık sandalyesinde oturan Almanya merkezli 'IHH' adlı kuruluşun Bosna'da ne kadar bilindiğini ve IHH'lıların nasıl büyük bir feragat duygusuyla Bosna'ya yardım taşıdıklarını gözlerimle gördüm. Hatta Büyükelçimiz Şükrü Tufan dahi kendisine UNPROFOR'un çıkarttığı güçlüklerden söz ederken, IHH sayesinde güçlükleri aşabildiğini nakletti. Türkiye'de Bosna yardımları nedeniyle neredeyse sanık sandalyesine oturtulan bir kuruluş, Bosna'da neredeyse şeref kürsüsünde. Onların tanımadıkları Bosna yetkilisi asker veya sivil ve onları tanımayan Bosna yetkilisi yok. Esasen Bosna topraklarına o kadar girip çıkmışlar ki, yardımın nereye nasıl gidebileceğini çok iyi biliyorlar. Bosna yardımlarına ilk başlamış olan ve Refahlı olmayan bir kuruluş Dayanışma Vakfı; ama onlar da Refah'ın bu konudaki çabalarını teslim ediyorlar. Devletten tek bir beklentileri var: 'Yardımlar konusunda destekten vazgeçtik; gölge etmesinler başka ihsan istemeyiz'.106
Kısacası RP'nin bu konudaki dürüstlüğü ortadaydı. Ancak sözkonusu medyanın amacı gerçekleri ortaya çıkarmak değil, siyasi hedefler doğrultusunda yanıltıcı propaganda yapmaktı. Bu nedenle, ısrarla bu iftirayı sürdürdüler. Hem de RP Genel Başkanı Erbakan'ın dediği gibi "********ce, haysiyetsizce ve utanmazca"...
http://www.harunyahya.org/kitap/YMD/YMD12b.html
TÜSİAD-500.Yil Vakfi'B'nai-B'rith,Mason Localari Yahudi Cematine Uzanan Zincir
Tüm bu ön bilgilerin ardindan bu bölümün asil konusu olan ISKI/Göknel skandalini incelemeye baslayabiliriz. Bu skandalin ilginç ve ilk anda göze çarpan yönlerinden biri, bir kisim Sosyal Demokratlarin savunduklari ideolojiden tamamen farkli bir yapiya sahip olmalariydi. SHP'nin yönetimindeki Istanbul Belediyesi'nde yasanan skandal, bazi Sosyal Demokratlarin, Sosyal Demokrasi'nin temelleri olarak tanitilan halkçilik, sosyal adalet, sömürü karsitligi gibi kavramlardan hiç nasip almadiklarini açikça ortaya koymustu.
Kuskusuz bu durum aninda Italya örnegini hatirlatti. Çünkü Italya'da da Sosyal Demokrat Parti'nin en az kapitalist partiler kadar yolsuzluk ve rüsvet olaylarinin içinde oldugu ortaya çikmis ve sözkonusu Sosyal Demokratlarin tam anlamiyla "ikiyüzlü" olduklari belgelenmisti. Sosyal Demokrasi'nin içine düstügü bu durum, Italya'da ilginç fikralara neden olmustu. Nilgün Cerrahoglu bunlarin birini söyle anlatiyordu:
Sosyal Demokrat görüsleriyle taninan düsünür Massimo Cacchiari'ye sormuslar:
"Neden Sosyalist Parti'ye girmiyorsun?"
"Tesekkür ederim" demis Cacchiari, "Buna gerek yok; çünkü ben aileden zenginim."
Cerrahoglu söyle diyordu: "Baskent Roma'da agizdan agiza dolasan bu anektod, Italyan sosyalistlerinin bogazina dek saplandiklari skandalin boyutlarini oldugu gibi sergiliyor. Öyle ki parti lideri eski Basbakan Bettino Craxi artik sokaga bile çikamiyor."
Nitekim ISKI skandalinin ilerleyen günlerinde medyanin önemli bir bölümü bu konuyu vurgulamaya, "Aslan Sosyal Demokrat"larin rezilliklerine dikkat çekmeye basladilar. Kisa süre içinde olay "Sosyal Demokrat bir yolsuzluk öyküsü"ne dönüstü. Son olarak da, önceden de belirttigimiz gibi Ergun Göknel'in ask hikayesine...
Oysa atlanan, daha dogrusu gözardi edilen bir nokta vardi: Italya'daki Sosyal Demokratlarin ideolojilerine görünürde ters olan yolsuzluk batagina saplanmalarinin arkasinda, yine ideolojilerine görünürde ters olan bir örgüte, masonluga intisap etmeleri yatiyordu. Italyan mafya hiyerarsisinin en üstünde bulunan masonluk, Sosyal Demokratlari da içine almisti. Olayin arkasindaki asil gerçek buydu.
ISKI skandalina bakildiginda da bu masonik boyutu görmek mümkündü. Nitekim Ergun Göknel'in masonik baglantilari ortaya çiktikça, medyanin bilinçli dürüst kesimleri de skandali hakli olarak "yerli P2" olarak yorumlamakta gecikmediler
Aslinda daha önce de yolsuzluk skandallarinda "masonik boyut" olduguna dair bilgiler ortaya çikmisti: ANAP'li Bayindirlik ve Iskan eski bakanlari Cengiz Altinkaya ve Safa Giray'in görevi kötüye kullanmak suçundan Yüce Divan'da yargilanmalari sirasinda "Ayhan Tekinoglu" imzali bir dilekçede otoyol ihalelerindeki yolsuzluklarin arkasinda masonik iliskilerin bulundugu söylenmisti. Ama nedense bu iliskiler arastirilmamisti.
ISKI skandali ile ortaya çikan tablo ise hem son derece ilginç hem de son derece karmasikti. Çünkü ortaya çikan baglantilar, ayni Italyan P2'sinde oldugu gibi masonluktan yahudi örgütlerine kadar genis bir zincir olusturuyordu. Bu zincirin içinde geleneksel Türk mason localarindan Atlas locasi gibi "özel" localara, 500. Yil Vakfi ve B'nai B'rith gibi yahudi örgütlerinden, Bilderberg'e kadar uzanan halkalar vardi. Bu zinciri incelemeden önce, sözkonusu örgütlere bir göz atmakta yarar var. Türk mason localarini ve "özel loca" kavraminin anlamina az önce deginmistik ama 500. Yil Vakfi ve B'nai B'rith üzerinde durmak gerekiyor.
500. Yil Vakfi, 1989 yilinda Türk Yahudi cemaatinin önderliginde kuruldu. Vakif, sözde, Ispanya'dan 1492 yilinda sürülen Sefarad yahudilerinin bir bölümünün—ki bu sürgünün içyüzünü kitabin hemen basinda incelemistik—Osmanli'ya kabul edilislerini anmak için kurulmustu. Oysa vakfin oldukça önemli bazi politikalari vardi. Bunlarin basinda, Türkiye'nin Israil'e yakinlastirilmasi hedefi. Nitekim bu hedefe büyük ölçüde ulasildi. 500. Yil Vakfi'nin bir diger amacini ise vakif baskani Jak Kamhi, Israil'de Türkçe yayinlanan Haber adli haftalik gazeteye açiklamisti. Kamhi, söyle diyordu: "500. Yil Vakfi faaliyetlerinin amaci Erbakan ve arkadaslarinin etkilerini azaltmaktir." 10
500. Yil Vakfi üyeleri de ilginç kisilerdi. Büyük çogunlugu ülkedeki yahudi cemaatinin önde gelen üyeleriydi. Aralarinda uluslararasi yahudi örgütlerine üye olanlar vardi. Hatta, "Ortadogu uzmani" Faik Bulut'un bir yazisinda bildirdigi üzere, 500. Yil Vakfi'nin yahudi yöneticilerinden biri, "Mossad'in Türkiye'de kurdugu istihbarat istasyonunun da sefi" idi! Ayrica yahudi dönmesi kimligiyle taninan kisiler de vakfin çatisi altindaydilar.
Türkiye'deki bir diger önemli yahudi örgütü ise, uluslararasi yahudi organizasyonu B'nai B'rith idi. Amerika'da dogan bu örgüt masonlugun bir benzeriydi ancak yalnizca yahudileri üye kabul ediyordu (bu yüzden B'nai B'rith'e "yahudi masonlugu" da denir). Ancak diger bazi ülkelerde de oldugu gibi B'nai B'rith, Türkiye'de de takma—ve oldukça da masum—bir isimle faaliyet gösteriyordu: Fakirleri Koruma Dernegi! Fakirleri korumak için kuruldugu iddia edilen, ancak bu "masum" amaç için kapisini kameralarla koruma altina alma ihtiyaci duyan dernegin gerçek yapisi, üyelerine bakinca hemen anlasiliyordu zaten: Dernegin tüm üyeleri, yahudi cemaatinin üyeleriydiler.
500. Yil Vakfi ile "Fakirleri Koruma Dernegi" arasinda da çok yakin bir baglanti vardi dogal olarak. Vakfin pek çok üyesi ayni zamanda da sözkonusu paravan B'nai B'rith subesinin üyeleriydiler. Bu üyeler arasinda; Hahambasi David Asseo, 500. Yil Vakfi Baskani Jak Kamhi ve Ikinci Baskani Naim Güleryüz, Yitzhak Abudaram,Yakup Barouh, Nesim Benbanaste, Midat Benhayim, Misel Benrev, Salamon Bicirano, Misel Boritzer, Emil H. Franko, Mario Fravman, Vomtof Garti, Yusef Gerez, Abram Goldenberg, Mose Haleva, Rifat Hasan, Izzet Hatem, Sami Herman, Izzet Kayan, Izzet Keribar, Hayim Kohen, Sami Kohen, Bernar Nahum, Silmen Salamon Ovadya, Ilyao Perahya, Bensiyon Pinto, Albert Razon, Selim Razon, Rifat Saban, Vitali Saporta, Silviyo Sayah, Rafael Torel ve Nedim Yahya gibi isimler vardi. Ayrica 500. Yil Vakfi temsilcileri B'nai B'rith'in merkeziyle de yakin iliski içindeydiler. Jak Kamhi, vakfin B'nai Brith'in Dallas'da 1990 Agustosu'nda yapilan uluslararasi konvansiyonuna da katildigini açiklamisti.
Bu arada 500. Yil Vakfi masonlukla da içiçeydi. Vakfin çok sayidaki üyesinin mason localarinin müdavimleri oldugunu daha önceki çalismalarimizda incelemis ve Ishak Alaton, Mose Haleva, Yitzhak Abudaram, Nesim Benbanaste, Alber Bilen, Üzeyir Garih, Yomtof Garti, Rafael Roditi, Sehabettin Kocatopçu, Ilyao Perahya, Rifat Saban, Hayim Kohen, Aydin Gün, Yasef Mitrani, Yusef Gerez, Sami Herman, Yakup Barouh, Nedim Yahya, Bernar Nahum, Naim Güleryüz gibi vakif üyelerinin masonluklarini belgelemistik. Ayrica 500. Yil Vakfi faaliyetlerinin masonlukla koordineli bir sekilde yürüdügünü biliyoruz. Vakfin ikinci Baskani Nedim Yahya mason localarinda vakif ve amaçlari ile ilgili konferanslar vermis, örnegin Gönül Mimarlari Locasi'nda Üstad-i Muhterem Nuri Önal'in da katkisiyla 500. Yil Vakfi ve Sefarad yahudileri konulu önemli bir "brifing" sunmustu.
Kisacasi Türkiye'de, mason localarindan, yahudi cemaatinin B'nai B'rith, 500. Yil Vakfi gibi organlarina kadar uzanan bir zincir vardir. "Erbakan ve arkadaslarinin etkilerini azaltmak" gibi önemli politik hedeflere de sahip olan bu zincirin Italyan P2'sini hatirlattigini söylemek kuskusuz bir abartma degildir. Zaten ISKI skandali da bu masonik zincire yolsuzluk boyutuna eklemis ve böylece P2 tablosundaki son eksigide tamamlami stir.
kaynak:http://www.harunyahya.org/KITAP/YMD/YMD3_9.html
|