|
Kitapla ilgili ilk değerlendirmeyi "eddie" kardeşim yapmıştı. Şimdi sıra bizde olsun.. Belki bu yazı bir değerlendirme yazısından ziyade, kitaptan yaptığım alıntılar ve bende bıraktığı izlerden müteşekkil olacaktır. Birbirimizin yazdığı değerlendirme yazılarını da yoruma tabi tutarsak istifademiz daha fazla olacaktır inşallah.. Bismillah..
Kitabı dirilişi özleyen bir insan olarak elime alıp okumaya başladım. Bir yandan okuyor bir yandan da “diriliş” kelimesinin zihnimde uyandırdıklarını düşünüyordum. “Diriliş” “umuttu, muştuydu”. Hazan rüzgarlarından sonra kar altına gizlenen küçük tohumun yeniden farklı bir biçimde toprağın üzerine çıkması “diriliş”ti. Tohumken onca acılar çekmişti, “ya ulaşmazsam yeryüzüne” diye nice ahh!lar çekmişti. Karanlığın en derununda bir ışık göreceği umudunu ise hiç yitirmemişti. Benim gibi… Öyle ya “diriliş eylemi, bir meşalesi, en elverişsiz şartlarda bile söndürmeden elde tutma, yüksekte tutma girişimi” değil miydi? “Şartla ne kadar ağır olursa olsun, ürkmeyecektik, İnsanın alınyazısı, ağırlığıyla, şartların ötesindeydi.” Biliyorduk ki; “Azgın bir kışı yaşıyoruz. Bunu aşarsak, sabır ve dayanıklılık gösterirsek, bahar ve arkasından yaz gözükecektir. Ve çiçeklerin en üstünü ve meyvelerin en kurtarıcısı, bir ilahi armağan gibi, dallarından ucundan uzanacaktır göğe açılmış ellere doğru”.. Elimi uzattım ötelere ve niyazımı sundun O’na.. Kitabın kapanmasıyla o tatlı iklimden dünyaya döndüm yeniden ve okumaya devam ettim.. Şöyle diyordu üstad KARAKOÇ:
“Zahmet ve çileden başkasını vaat etmemektedir çökmek üzere olan gece. Bu gecede insana gerekli olan, görev bilinci ve ödev ahlakıdır.
Armağan zamanı, bilinmeyen bir vakte, Tanrı’nın bildiği bir vakte kadar kapandı. Emeğinden gayrısı fayda vermeyecektir insana bu dönemde.
Korku köprüsü aşılacaktır bu gecede. Muştunun ipekten ayaklarıyla.
İncecik omuzlarda kafdağından ağır bir emaneti taşıma yükümlülüğü, gece seferinin gündeminde ana madde olarak gözükmektedir.
Gecede kaybolmamak, yabancı seslere aldanmamak, baştan çıkarıcı görüntülere kanmamak; kıldan ince kılıçtan keskin yolda dosdoğru yürümek: İste, gece yürüyüşünün güvenlik ilkesi.” Acaba dedim dosdoğru yürüyebilmek bu ayakların becerebileceği bir iş mi? Rabbim istikamet nasip et duası döküldü dilimden Gökten rahmet boşalırken. Hamdettim Rabbime Doğru yol rehberimi bana bildirdiği için, ebediyen değişmeyecek değerlerle bizi bezediği için..
“Bir değer ortaya koymak, kendini yaşamaktır. Eleştiriden öteye gidememek, başkalarını yaşamaktır.” Bir mihenk daha bulmuştum satır aralarından.. Eleştiriden başka bir hedefi olmamak ölümü değil miydi ruhun ve düşüncenin. Önce insanın kendini yaşaması sonra başkalarına bakmalıydık değil mi? Şimdi “eleştiri ve yergilerden öte, değer ortaya koyma sancı ve ağrılarına katlanma saati.”
Diriliş üzerine düşünmeye devam ediyordum bir yandan satırları okurken.. Toplumları dirilten, rahmete vesile olan insanları… Bu arada yazar dirilişi tanıtıyordu bana: “Diriliş, bir düşüşten çıkış ve kurtuluştur. Acı deneylerden sonra, var oluşun gerçek anlama ve amacına dönüştür Diriliş….Lafzın ötesine ve arka planına inerek, ordan ,ruhu, gönlü ve davranışı hakikatin yüksek fırınında yeniden özbenliklerine kavuşturma çilesi olarak onu benimsemek gerekir.”Yolumun kolay olmadığını biliyordum, emek gerekiyor, sabır gerekiyor, taze umut gerekiyordu. Yılmadan çalışmak gerekiyordu. Her yolun bir zahmeti vardı, ve yolumuz “medeniyet” yoluydu ve beslendiğimiz medeniyeti canlandırmakta kolay olmayacaktı. Bu medeniyet kolay mı kurulmuştu? Kökleri sapasağlam duran medeniyeti tekrar inşa görevini yüklenmenin talibi olmak kolay iş miydi? Ben bir tuğla koyabilsem mesrur olacaktım, sadece benim de bir tuğlam olsun yeterdi. Medeniyetin yeşilliklerini torunlarımız devşirsindi yeter ki… Medeniyetim bana özgürlüğü vermişti. “ Rabbime inandığım için özgürdüm, özgürlüğümü Rabbimden almıştım.. Ah o insanlar ki “Ebedi ve ezeli Allah’a teslim olmayı bir tutsaklık sayacaktır da, aslında hayatları bir zavallılık ağıyla örülü bir takım kişilere tanrıymışlar gibi tapacak ve bunu özgürlük! eşitlik! diye nitelendirecektir.” Hakiki özgürlüğü bulmak ne güzelmiş.. Umudumu hep canlı tutan da bu inanç değil mi?.. “Peygamberlerin getirdiği muştu, vahiy muştusu, insanı zamana mahkûm olmaktan kurtaran kutsal haberler kaynağıdır. Kurumayan Tanrı çeşmesidir muştu. “bütün dünyanın ağaçları kalem, denizleri mürekkep olsa” bu muştuyu yazarlar ve bitiremezler.” “Mü’minin görevi, amentüyü bir ilaç prospektüsü gibi ezberlemek değil,acı gibi gelse de ilacı içer gibi onu ruhuna geçirmesidir,onunla ruhunu özdeşleştirmesidir, ruhunu amentüleştirmesidir.”
Ve benlikten geçmek lazımdı. “Kendini gören kendini aşamaz” Kendini aşamayan, var oluşunun ok gibi yönlendiği noktaya, zirve noktasına eremez. Kendini arayan, yitirmeden bulamaz. Yüce bir ereğin coşkusuyla erimeyi göze alamayan, hakikat çizgisinde kristalize olamaz… Diriliş eri, aydınlatacak odada, kendi ışığını öbürlerinin ışığına katmakta olan bir mumdur. O, eriyen, erimeye mahkûm olan yanına bakmaz, hep ışığa bakar, ışığının öbür ışıklarla oluşturduğu aydınlığa bakar… Ve diriliş eri, mizacını, yoğrulacak bir hamur gibi, hakikat öğretisi ve yaşantısı olan İslama teslim edecektir.” Teslimiyeti yaşamak, en büyük özgürlük. Rabbim sen teslimiyeti tattır bize, teslimiyetle güçlendir bizi.. Kulluğun manasını sana teslimiyetle yaşat bize… Ebediyet bilinci ver bizlere. “ Yaralanmış ruh, ancak, ebedilik aynasında kendisini görerek şifaya kavuşur. En hurda davranış bile, ebedi ve mutlak ölçülerle tartıldığı takdirde yalandan ve çirkinden arınabilir.”
Kitabın sonlarına geldikçe diriliş muştuları daha bir canlanmaya başladı. Karanlıklarda olsam da güneşin doğacağını biliyordum, güneşin doğması bir mucizeydi ve o mucizenin gerçekleşmesi benim gayretime bağlıydı. Yeter ki umutsuzluğa düşmeden çalışalım yeter… “Umutsuzluk yok. Gün gelir, gül de açar, bülbül de öter.” Evet biz önce “kendimizi yetiştirmeli ve hakikate sarılmalıydık, gerçek inanç, düşünce, duyarlılık ve davranış sahibi olmaya bakmalı ve bu özellikleri yitirmeden çoğalmanın çarelerini aramalıydık…”
Beklenen gün gelecektir, yoksa beklenen gün bugün mü? Haydi “kutlu saati” arayalım beraber….
Ve inşallah bir diriliş eri olarak en azından bunu dava edinen bir "kul" olarak kitabı hitama erdirdim….
Selamlar
|