|
Hâmid-i Aksarâyî hazretlerinin okuduğu kasîdeler, Aksaraylıların dillerinde dolaşmaktadır. Bunlardan bâzıları şöyledir:
Biz ol âşık yiğitleriz,
Akıl, rüşd bize yâr olmaz.
Mey-i aşk ile sermestiz,
Bizler aslâ sarhoş olmaz.
Diriyiz dâim ölmeyiz,
Karanlıkta hiç kalmayız,
Çürüyüp toprak olmayız,
Bize gece gündüz olmaz.
Bizim illerde ay ve gün,
Sebât üzre durur dâim.
Televvün irişür âna,
Gehî bedr ü hilâl olmaz.
Bizim bahçedeki güller,
Dururlar tâze, solmazlar,
Hazân olup dökülmezler,
Kış mevsimi bahâr olmaz.
Şerbeti aşk için içtik,
Ferâgat mülküne göçtük,
Yanıp aşkınla tutuştuk,
Bize tahrûk ü târ olmaz.
İreldenŞems'in nûruna,
Vücûdun zerreden katre
Ne katre, ayn-ı bahr oldu.
Ona çukur kenâr olmaz.
Bırak ey Hâmidâ vârı,
Görem dersen sen ol yârı,
Göricek ol tecellâyı,
Ondan üstün kemâl olmaz.
ATEŞSİZ FIRIN
Somuncu Baba, bir gün fırına ekmeklerini sürdü. Pişmesini beklerken, yanına Pâdişâh Yıldırım Bâyezîd Hân'ın dâmâdı Seyyid Emîr Sultan geldi. Elinde bir çömlek vardı. "Selâmün aleyküm baba!" dedi. O da; "Ve aleyküm selâm" diyerek birbirlerine bakıştılar. Başka hiçbir kelime konuşmadan tanıştılar. Emîr Sultan, elindeki yemek çömleğini Somuncu Baba'ya verip, içindekinin pişirilmesini ricâ etti. Somuncu Baba, kabı alıp fırının ağzından içeri sürmek istediyse de, çömleği fırına sokamadı. Bir daha denedi, yine olmayınca,Emîr Sultan'a döndü ve; "Anladım ki, bu çömleği fırına sen süreceksin!" dedi. Emîr Sultan; "Peki" diyerek çömleği aldı ve fırının gözünden içeri rahatlıkla sürdü. Fakat fırında hiç ateş yoktu. Somuncu Baba fırının ağzını kapattıktan sonra; "Birazdan pişer bekleyiniz." buyurdu. Bir müddet bekledikten sonra kapak açıldı. Fırında hiç ateş olmadığı hâlde yemeğin piştiğini gören Emîr Sultan, Somuncu Baba'nın büyük velîlerden olduğunu anladı. Orada tasavvuf üzerinde bir mikdâr sohbet ederek dost oldular.
ÂHİRET İÇİN ÇALIŞIYORDUK
Hâmid-i Aksarâyî hazretleri, bir gün zirâatla uğraşan talebelerinden birine bir mikdâr tohum verdi ve; "Bu tohumların yarısını, tarlanızın bir kısmına sizin için, yarısını da tarlanızın bir kısmına bizim için ekiniz." buyurdular. Talebe tohumları ekti. Ekinlerin yetiştiği mevsimde tarlaya gittiler. Talebenin tarlasında fevkalâde güzel yetişmiş bir ekin vardı. Diğerinde hiç ekin bitmemişti.Hâmid-i Velî, talebesine dönerek; "Bu tarlalardan hangisi bizim, hangisi sizindir?" buyurunca, talebe son derece utandı ve kendi tarlasını göstererek; "Bu tarla sizindir efendim" dedi. O da, ekinlere bakarak; "Biz âhiret için çalışıyorduk. Acabâ hangi günahımızdan dolayı dünyâmız mâmûr olmaya başladı?" deyip, üzüntüsünü dile getirdi. Hocasının müteessir olduğunu gören talebe, hakîkati söyleyerek üzüntüsünü giderdi.
DUÂ ÇINARI
Niğbolu’dan dönünce, Yıldırım Bâyezîd Han,
Bir câmi yaptırmayı, düşünmüştü bir zaman.
Bursa Ulu Câmiyi, inşâya etti niyet,
Câminin yapılması, sona erdi nihâyet.
Bir Cuma günü idi, ilân edildi o gün,
"Câmi, merâsim ile, açılacaktır bu gün"
O gün, başta pâdişâh, dâmâdı Emir Sultan
Molla Fenârî ile, kim varsa ulemâdan,
Hazır oldu her biri, hem de hâfız olanlar,
Doldurmuştu câmiyi, Bursalı müslümanlar.
Hutbe okumak için, pâdişâh hazretleri,
O gün Emir Sultan’a, verdiğinde bu emri,
Dâmâdı Emir Sultan, emre peki diyerek,
Ve Somuncu Baba’yı, eliyle göstererek,
Arz etti ki: “Sultanım, baş üstüne ve fakat,
Hutbeyi okumağa, lâyıktır ancak şu zât.”
O dahî mecbûr kaldı, emre peki demeğe,
Kalkıp mimbere doğru, başladı yürümeğe.
Geçerken de, Emîr’e, dedi “Ey Emîrimiz,
Niçin böyle yapıp da, beni ele verdiniz?”
O da ona cevâben, arz etti ki: “Bu yerde,
Yok idi bir başkası, sizden daha ilerde.”
Cemâat olanları, görüyor, duyuyordu,
Bu sebepten durumu, çok merak ediyordu,
Zîrâ Somuncu Baba, onların nazarında,
Ekmek satan biriydi, Bursa sokaklarında.
Bunun için bu işi, etmişlerdi çok merak,
Ki Cumâ hutbesini, o nasıl okuyacak?”
Çıktı Somuncu Baba, biraz sonra mimbere,
Öyle bir hutbe irâd, etti ki müminlere,
Asla duymamışlardı, böyle bir hutbe onlar
Onun büyüklüğünü, o zaman anladılar.
Hutbede Fatiha’nın, yirmi ana ilimde,
Yedi türlü tefsîri, yapılmıştı o günde.
Molla Fenârî dahî, demişti ki ertesi:
“Onun büyüklüğüne, şâhittir bu hutbesi.
Yedi türlü tefsirden, birincisini, yalnız
İyice anladılar, cemâatten her şahıs.
İkinci tefsîrini, bir kısmı anladılar,
Üçüncüsünü ise, çok azdı anlıyanlar.
Dördüncü ve sonraki, tefsîrlere gelince,
Onlardaki mânâlar, çok yüksek ve pek ince,
Olduğundan onları, anlamadı kimseler,
İlim ve mârifette, deryâ imiş o meğer.”
Namaz sona erince, câmideki cemâat,
Mübârek ellerini, öpmek istedi, fakat,
Câminin üç kapısı, var idi dışarıya,
Acep hangi kapıdan, çıkardı bu evliyâ?
Lâkin üç kapıdan da, çıkan seviniyordu,
Hepsi de, “Öpmek ile, şereflendim” diyordu.
Sonra Molla Fenârî hânesine giderek,
Talebesi olmağı, arzu eylemişti pek.
Lâkin o, “Bu şehirde, sırrım faş oldu” diye,
İstedi ki Bursa’dan, gitsin başka bir il’e.
Bir sabah, bu niyetle, çıkmıştı ki Bursa’dan,
Duyup Molla Fenârî, yetişti arkasından.
“Bir çınarın dibinde, geri döndürmek için,
Çok yalvardı ise de, mümkün olmadı lâkin.
Bursa’ya doğru dönüp, mübârek zât o ara,
Duâ etti Bursa’ya, hem de Bursalılara.
Duâyı, o çınarın, dibinde etti diye,
Bu gün Duâ Çınarı, deniyor o bölgeye.
1) Şekâyik-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.74
2) Tâc-üt-Tevârih; c.2, s.425
3) Nefehât-ül-Üns; s.683
4) Âşıkpaşazâde Târihi; s.201
5) Semerât-ül-Fuâd; s.7
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye;(49. Baskı) s.1080
7) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.54
8) RehberAnsiklopedisi; c.7, s.72
9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.52
10) Silsile-i İsmâil Hakkı Bursevî
11) Akşemseddîn
|