Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02-10-2009, 17:44   #4
Kullanıcı Adı
FarukARSLAN.
Standart AVRUPA SEYAHATİ
AVRUPA SEYAHATİ

Abdülhamid şehzadeliğinde, amcası Abdülaziz ve büyük biraderi Veliahd Murad Efendi (Beşinci Murad) ile 1867 yılında bir Avrupa seyahati yapmıştı.

Abdülhamid'in İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya gibi memleketleri görmesi, devrin siyasileriyle, hükümdarlarıyle tanışması kendisi için çok faydalı olmuştu. Bu seyahatten dokuz sene sonra Osmanlı tahtına oturduğu vakit, Avrupa seyahatinin derslerinden, tecrübelerinden zaman zaman istifade etmişti.

Fransa'yı bir eğlence, İngiltere'yi bir servet, ziraat ve sanayi memleketi olarak tanıyan genç şehzade, idaresiyle, askeri ve disiplini ile Almanya'yı beğenmişti.

Sultan Hamid, amcasıyle yaptığı Avrupa seyahatinden yakınlarına zaman zaman bahsetmiş, Fransa'da, İngiltere'de gördüğü şeyleri, alâkasını çeken hâdiseleri hikâye eylemiştir. Bu hâtıraları arasında bulunan, kendisinin fazla beğendiği ve hükümdar olunca da gerek askerî gerek siyasî bakımlardan büyük bir yakınlık ve dostluk tesis ettiği Almanya seyahati hakkındaki intibalarını burada aynen naklediyoruz :

«— Cennetmekân Abdülaziz Hân'la beraber Avrupa'ya yapılan seyahat esnasında Prusya'da bir geceden ziyade kalınamaması evvelce yapılan program iktizasındandı.

Birinci Giyom'un misafiri olarak imparator sarayı önünde iki alay askeri ile, sekiz on kadar top ve topçu efradı ve bir iki alay süvari askeri ile resmi geçit icra edildi: Asker geçerken zabitinden, dümenci neferine kadar hepsi başını çeviriyor, kralın gözüne bakıyor, sanki «emret, uğruna öleyim» diyordu. Öyle ciddî ve muntazam bir geçitti. Kıral da ihtiyar ve sevimli idi. Fakat ciddi duruyordu.Askerin üstündeki elbise yeni ütülenmiş, pantalonları kar gibi beyaz, potinleri pırıl pırıl parlıyor, hepsi bir siyakta.

O akşam imparator sarayında envai nefis yemeklerle bir büyük ziyafet keşide olundu. Yemek esnasında cennetmekân hazretlerinin (Sultan Aziz'in) ve müteveffa imparatorun marşları çalındı. O gece Gublans şehrinde mükemmel bir şehrayin-i meserret icra kılındı.

Gublans'tan geçmekte olan Ren nehrinin iki tarafındaki tabyalar türlü şekilde ışıklara garkolunmuştu. Cennetmekân hazretleriyle müteveffa imparator ve refakatindeki zevat bir vapura binerek birkaç saat nehir boyunca dolaşıldı, donanma görüldü.

Nehrin iki tarafındaki binlerce Alman tarafından tarif edilmez bir şekilde misafirperverlik ve sevgi tezahürlerine şahid olundu. Ertesi gün mükemmel bir teşyi merasimiyle Gublans'tan ayrılıp Viyana'ya gelindi. Almanya'da gerek devlet gerek asker ve bilcümle ahali canibinden gösterilen mihmannevazlık, ihtiram fevkalâde idi. Gublans'dan Berlin'e azimet olunarak Berlin'de daha ziyade kalınmış olsaydı, bittabi bu dostluk tezahüratı o nisbette tezayüt edecekti.

Almanya'da bir sarayda misafir edildik. Bizi biraderim Sultan Murad'la bir odaya koydular. Oda büyük, zemini mermer, iki karyola var, birer paravana ile, tefrik olunmuş, birer de gece dolabı var. Odada başka müzeyyenat yok. Herşey basit, herkes asker, hattâ hademeler bile.Çağrıldığı vakit, bir asker, iri-yarı, rap rap askerce bir ayak atarak gelir, dimdik durarak bir selâm alır, emri telâkki eder, gene askerce döner gider. Orada hizmetçi kız falan yok, her hizmeti gören hep erkek, hattâ asker, bunu gözümle gördüm, hoşuma gitti.

Tahta çıkar çıkmaz, Almanya'dan evvelâ bir kilerci ve bir marangoz getirttim. Sadakatle hizmet ettiler, memnun kaldım. Zamanımda askerlik hususunda hep Almanya'da gördüklerimi tatbik ettim. Tahsil için zabit gönderdim. Almanya'dan muallimler celbettim. Bunun için evvelâ şimdiki imparatorun babasından müsaade aldım. Prens Bismark da ahbabımdı, ona ve imparatora yazdım. Sefaretimize de o yolda talimat verdim.

Zabitlerimizi ordularına kabul ettiler. Bize de muallim gönderdiler. Bir dostluk tesis ettim, sebebi de orada gördüğüm askerî terbiyenin hiçbir yere kıyaslanmıyacak bir şekilde olmasıydı.» (Hususi hekimi Dr. Atıf Hüseyin Bey'in zaptettiği notlardan) ,(15).

HUSUSİYYETLERİ

Gençlik yıllarını böyle birkaç şehadetle gözler önüne serdiğimiz İkinci Abdülhamid'in hususiyyetlerinden bâzı-
larını evvelâ Mâbeyn Başkâtibi Tahsin Paşa'dan dinleyelim. Diyor ki, bu zat: «Sultan Hamid orta boylu, cevval ba-
kışlı, gür ve kalın sesli idi. Zekâsı şayan-ı dikkat idi. Cidden zengin denilecek bir hazine-i tecrübeye malik idi. Gö-
rüştüğü kimseler üzerinde nafiz nazarlariyle ve uyanık zekâsıyle bir tesir-i mahsus bıraktığına şüphe yoktu. Sefir-
lerin ve ecnebi misafirlerin bu hususta müteaddid ve riyasız şehadetleri olmuştur.

Sultan Hamid, vücudca zinde ve çevik idi; betaetten (ağır davranmaktan) hiç hoşlanmazdı. Zerafete meftun idi.
Temiz ve itinalı giyinmenin hayatta bir intizam ifade ettiğini söylerdi. İnsanların kıyafetlerinde ihmâl gösterme-
lerinin, kendilerinde fikrî intizam bulunmayışından ileri geldiğine kani idi.

Sıhhatine pek itina ettiği için çalışma saatleri, yemek ve istirahat zamanları son derece muntazam idi. Geceleri
erken yatar, sabahları erken kalkar, sabah banyosunu hiç ihmâl etmezdi. Her sabah namaz kılar, dua okur, hafif ve
az yemek yerdi.» (16).

Bkz: Resimli Tarih Mecmuası Ocak ve Şubat 1955
nüshaları.Bkz: Tahsin Paşa a.g.e.kadar beş on kere fesini düzeltmek bahanesiyle başını havalandırırdı. Camiden dönüşünde ya ata biner, yahut ufak bir sepet arabaya atlayarak kendisi arabacılık eder, gençliğinde sportmen olduğu için bu işleri fevkalâde bir güzel-
lik ve maharetle becerirdi» (18).

Yılmaz Öztuna ise : «Sultan Hamid, siyasî dehâsı bir yana, fevkalâde zekâsı ve hafızası ile ünlüdür.» diyor ve ilâve ediyor: «Bu zekânın, başta vehim olmak üzere çarpık tarafları eksik değildir. Ancak umumiyetle, devrinin bütün devlet adamlarının üstüne çıkan zekâ, kurnazlık ve tecrübeye sahip olduğunda birleşilmektedir. İnsanlar üzerindeki tesiri de çok övülmüştür. Babası gibi hususî muamelelerinde çok nazik olması, herkesi ayakta karşılaması, huzurunda yer öpülmek âdetini kesin şekilde yasaklaması, çok tesirli, tatlı, kalın bir erkek sesi olması ve pek güzel konuşması, hiç kimseye, hattâ çocuklarına «sen» diye hitab etmemesi, birçok şahsı kendisine bağlamış ve otuz küsur yıllık uzun şahsî iktidarının sebeblerinden biri olmuştur. Türk hükümdarı aleyhinde Avrupa'daki propagandadan sonra Sultan Hamid'i şahsen tanıyan yabancılar, hiç ümid etmedikleri bir şahsiyetle karşı karşıya geldiklerini,
hâtıralarında belirtmeyi unutmamışlardır» (19).

Abdülhamid Hân'ın burnundan bahisle türlü hezeyan savuran sefihlere İbnülemin Mahmud Kemal İnal bakınız ne güzel cevap vermişti: «Burnunun büyükçe olmasını da büyük bir kusur farz ederek «Hamidî bir burun» diye eğlenen sümüklüler ve «kârizde olukdur güya sümüklü burnu» tarzında hezeyan eden sarhoş şairler bilmelidirler ki,
burnun büyüklüğünde küçüklüğünde, güzellikde, çirkinlikde mahlûkun sun'u yoktur. Hazret-i Hâlık. nasıl istemişse öyle yaratmıştır. Merhumun eğlenilen burnu ise asaletini isbat eder ki, Osmanlı pâdişâhlarının burunları ekseren o şekildedir» (20).

18) . Bkz: Canlı Tarihler. Cild: 4. İstanbul, 1946.
(19) Bkz: Yılmaz Öztuna. a.g.e.




Devam edelim...

Reşat Ekrem Koçu diyor ki: «Gayet sade ve temiz gi-
yinirdi, kendisine has bir zarafeti vardı, esvaplarında daima tercih ettiği renkler koyu kurşunî, neftî ve devetüyü
olmuştur. Okumaktan zevk alırdı, bilhassa Türkiye tarihini çok iyi bilirdi. Yıldız Sarayı'nda çok zengin bir kütüphane kurmuştu ki, bugün bu kütüphane, Üniversite Kütüphanesinin paha biçilmez bir parçasıdır, bilhassa Türkçe yazmalar bakımından bir hazînedir. Ecdadı içinde en çok Yavuz'u severdi. Bu sevgisini İstanbul'u ziyaretinde Almanya İmparatoru Vilhelm'e açmış, o da memleketine dönünce Sultan Selim Divanı'm, Alman matbaacılığının enfes işlerinden biri olarak bastırmış ve Sultan Hamid'e hediye etmişti» (21).

Meşhur Babıâli Baskınında Kâmil Paşa Kabinesinin
Dahiliye Nazırı olan, bilâhare Mütâreke yıllarında yine aynı Nezâretde bulunan Ahmed Reşid (Rey): «Sultan Hamid kısa boylu, nahif, omuzlarının genişliği mutedil, fakat biraz öne doğru mail, âzası yekdiğeriyle mütenasib bir vücuda malikti. Teni esmer, çehresi uzunca, kaş kemikleri çıkık, yanakları çökük, renkçe de koyu maviye bakar siyahtı. Burnu vechine (yüzüne) nisbetle büyük ve uzuncaydi. Başının tepesinde saç kalmamıştı, yan ve arka cihetindeki saçlarıyla sakalının telleri kalın ve sert görünürdü.Güzel olmamasına rağmen yüzü sevimli, hele etvan ve mişvarı (tavr-ı hareketi) tevazu' içinde büyüklük gösteren nâdir bir hususiyyeti hâizdi» (22) derken; Ziya Şakir de :

«Her işde intizamı son derece seven, bunu kendi nefsinde ve işlerinde tatbik eden Hünkâr, bilhassa kılık ve kıyafet meselesine de pek ehemmiyet verirdi. Kendisi, gayet sade fakat bir anda göze çarpacak derecede zarif giyinirdi.

Zekâsına ve son derece intikal kabiliyetine emin olduğu için —• bilhassa ecnebilerle — her türlü bahislere ve en nazik mevzulara girişmekten çekinmezdi. Huzuruna kabul ettiği ecnebilerin «Kızıl Sultan»ı yakından görmeye geldiklerini bilirdi!..» (23) demektedir.

Bkz: İbnülemîn Mahmud Kemal inal. a.g.e.
Bkz: Osman Gazi'den Atatürk'e. İstanbul, neşir tarihi yok.



Vak'anüvis Abdurrahman Şeref Bey ise; «Şehriyâr-ı müşarünileyhin (adı geçen Pâdişahm/Abdülhamid Hân'ın) sima ve bünyesinde Hânedân-ı Osmaniyyeye mahsus olan alâmât (işaretler) iyice fark ve müşahede olunurdu. Nitekim, Centile Bellini tarafından tersim olunan (çizilen) Fâtih'in tasvirinde Hâkan-ı sabıkın (Sultan Hamid'in) hutut-ı vechiyyesi nümayandır (yüz hatları görülmektedir'). Kendisi zekî ve hassas, dakikaşinas (zor şeyleri tartıp anlayan), muamele-i mûtâdesi nazik, halâvet-i mahsusa-i sadaya malik (gayet tatlı bir sese sahib), efendiliğinin, hilâfet ve saltanatın izzet ü vakarını maattakdir (takdir ile) tamamiyle yerine getirir, bendegânı taltif ve kendisiyle görüşen ecanibi (ecnebileri) tatlı ve cazibe-i nezaketi ile teshir etmenin (büyülemenin) yolunu bilir, tehdidini hakkıyle ikaa (yerine getirmeğe) kaadir ve lede'1-hâce (icabettiği zaman)

Bkz: Canlı Tarihler. Cild: 3. İstanbul, 1945.Bkz: Ziya Şakir. a.g.e.
FarukARSLAN. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla