|
2
(Ben Ne Şahıs Olarak, Ne Makam Olarak Sorumluyum.»
Öyleyse, 93 Savaşı ile bunun getirdiği bütün sonuçlardan ben ne şahıs olarak, ne makam olarak sorumluyum.
Harbin idaresine gelince : O zaman tayin edip hizmet verdiğim kumandanlar, Osmanlı tarihinin yalnız o döneminde değil, ondan önce ve ondan sonraki dönemlerinde de eşine seyrek rastlanan kumandanlardı. Ulaşım araçlarının eksikliği, Rumelindeki müslüman halkın dışında kalan azınlıkların taa Edirne vilâyetinin içine kadar bulaşan ayaklanma ateşleri, hep benim zamanımda ve benim yüzümden oluşmuş uğursuzluklar ve felâketler sırasında gösterilmek istenirse, tarihin insaf ve adaletine dokunulmuş olur.
O savaşın sürüklediği felâketler altında ezilenlerin yardımına yetiştim. O göçmen dindaşları kondurmak ve yaşatmak için mümkün olan her şeyi yaptım, İstanbul'dan Sivas'a, Halep'e kadar bir uçtan bir uca göçmen köyleri kurdum. Bunların bir çoğundaki camilerin masraflarını, ulu Allahın bana emanet buyurduğu kullarına acizane bir yadigâr olmak üzere, kendi kesemden verdim.
(12) 1877 Osmanlı-Rus Savaşı. Bizde buna «93 Harbi. (1293) denir.
«Millî Ticaret» adı altında üç-beş kişiyi patlayıncaya dek doyurmak için halkın midelerine girecek lokmalara kadar el uzatmak, böyle dar ve bahtsız günlerde değil, en geniş ve rahat zamanlarda bile hatırımdan geçmedi. Aklımdan hiç çıkmayan şeyler, bu Allah kullarının yiyeceği, içeceği, yakacağı, barınacağı idi. Bunları, kendimi savunmak için söylemiyorum; çünkü yerime geçenler beni o ka'dar savundular, temize çıkardılar ki, dinime ve devletime getirdikleri felâketin hatırası olmasaydı, kendilerine bunun için teşekkür bile ederdim.
Ben, sayıp döktüğüm bu küçük hizmetlerimle iftihar etmeye de kendimde hak bulmuyorum; çünkü hepsi vazifemdi. Bugün üzgün ve pişman olarak görüyorum ve yaşarsam ilerde kendi kalemimle enine boyuna itiraf edeceğim ki, benim de birçok kusurlarım vardır.
Haydi, o yurtsever Doktor Nazım Bey'e hak vererek kendisi ile birlikte ilân edeyim ki :
— Bu yangını Abdülhamid bıraktı!...
Ama o haksever doktor da eğer mert bir insansa saklamasın ki, o yangını güya söndürmek için gelenler su yerine petrol kullandılar!
Yaşlılık, daha fazla yazmama engel olacak; yoruldum. Mithat Paşa için de söyleyecek sözlerim var. Vaktim olur ve Allah da isterse yarın bu konuyu ele alacağım.
Mithat Paşa
4.Mart.l333 (1917) Beylerbeyi Sarayı
Hatırımda kaldığına göre, cennetmekân pederimin (13) son Veziri Mithat Paşa'dır. Son Veziri olmasa bile, son ve-zirlerindendir. Amcam merhumun maiyetinde Avrupa'dan dönerken Mithat Paşa'nın Tuna vilâyetindeki bayındırlığı ve devlet düzeni hepimizin takdirini kazanmış ve Avrupa'da gördüğü bayındırlığa hayran olan amcam, Tuna vilâyetine girer girmez hayır-dualarla hatırlamış, anmıştı.
Paşanın «Şura-yı Devlet» başkanlığına getirilmesi, ona Sadrazamlık yolunu açmak içindi. Fakat Sultan Abdülâziz, Âli Paşa'yı incitmek istemediği ve Avrupa dönüşünde bu duygusu daha da güçlendiği için, Mithat Paşa Şurayı Devlet'de, yâni İstanbul'da çokça duramadı.
Cennetmekân amcam, pek vakur bir hükümdardı Âli Paşa'yı böylece arkalamasında, öyle sanıyorum ki Üçüncü Na-polyon'un da etkisinin payı vardı. Fakat rahmetli, böyle bir etki altında olduğunu kimseye belli etmezdi.
Bir gün Âli Paşa Sultan Aziz'e gelerek Bağdat vilâyetinin olağanüstü önem kazandığını ve Şiiliğin giderek arttığını, Acem Şahı'nın «Atebâtı» (14) ziyaret vesilesi ile oralara seyahat edeceğinin söylenti halinde dolaştığını anlatarak Vali Nakittin Paşa'nın idaresine güvenmediğini söyledikten sonra, kendisinin bu vilâyete memur edilmesini arz etti.
Âli Paşa, Padişah'ın kendisini İstanbul'dan uzaklaştırmayacağından emindi. Nitekim düşündüğü gibi çıktı. Bunun üzerine : «O halde Reis Paşa kullarından uygun bir Vali bulamıyorum.» dedi. Mithat Paşa da böylece Bağdad Valisi oldu.
(13) Sultan Abdülmecid.
(14) «Atebat-ı aliyye> Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin
meşhed-i mukaddesleri mânasına gelir.
«Mithat Paşa'nın Politikası Hatalı İdi.»
Bağdad vilâyetinin sınırı o zaman pek genişti. Mithat Paşa, sanırım üç seneden fazla Bağdad'da kaldı. Vilâyeti iyi idare ettiğini, ve bazı bayındırlık ve düzenlemelerde başarı kazandığını işitiyorduk. Önceleri pek gitmek istemediği bu vilâyetten Mithat Paşa'nın ayrılırken çok üzgün olduğunu da işittik. Mithat Paşa'yı Bağdat'dan kaldırmak, Âli Paşa'nın yerine Sadrâzam olan Mahmut Nedim Paşa'nın hatası idi. Çünkü, rekabetinden Ali Paşa'nın bile çekindiği bir adam, Mahmut Nedim Paşa için tehlikeli bir muhalif olabilirdi; nitekim öyle oldu. Mithat Paşa, tayin edildiği Edirne vilâyetine gitmeden, bir yolunu bularak kendisini huzura kabul ettirmiş ve Mahmut Nedim Paşayı düşürerek yerine geçmiştir.
Mithat Paşa iyi bir Vali idi, fakat yürüttüğü politika hatalı idi. O zaman padişahın ve vükelâ'nın gözünde şüpheli olan adamlarla sık sık buluşur ve bir şark padişahını değil, en meşrutiyetçi hükümdarları bile kuşkuya düşürecek davranış ve konuşmalar, Sadrâzamın ağzından ve konağından duyulurdu.
Sultan Abdülâziz'i tahttan indirmek fikri, ilk önce Hüseyin Avni Paşa'da doğdu. Sebebi de Padişah'ın daha önce kendisini İsparta'ya sürmesiydi. Amcam merhum, ağır başlı ve herkesi de kendisi gibi eli ve yüreği açık zannedecek kadar insanlara güvenliydi. Hüseyin Avni Paşa gibi kinci bir adamı hem bağışladı, hem de Seraskerliğe getirdi, İşte amcam, bu hatasına kurban gitmiştir.
«Hâl' İşine Girmiş Kimseye Güvenilmez.»
Mithat Paşa, hâl' işine karışmakla, idare adamı olmaktan çıkarak ihtilâlciler sınıfına geçti. Hiç bir Hükümdar, hâl' işine karışmış bir adama güven duyamaz. Meğer ki, hâl' edilen hükümdar, yerine geçenin can düşmanı olsun. Ve dünyada hiçbir ihtilalci görülmemiştir ki, yıkmakta gösterdiği başarıyı, yapmakta da gösterebilmiş olsun...
Ben tahta çıktığım zaman, Sadrazam Mithat Paşa değildi. Kamuoyu'nun kendisine eğilimi ve güveni olması, durumun da olağanüstü tehlike ve nezaket taşıması nedenile, hemen kendisini Sadrazamlığa getirdim.
Şunu temin ederim ki, Mithat Paşa idareli ve tedbirli bir Sadrâzam olsaydı, hiç olmazsa Rus Muharebesinin sonuna kadar sadaretde kalırdı. (15) Halbuki ilk günden başlayarak bana bir âmir, bir vasî kesildi. Üstelik tutumu da meşrutiyetten çok, despotluğa yakındı. Mithat Paşa'yı iyi tanıyanlar, re'yinde ve tutumunda ne kadar müstebit olduğunu saklamazlar. Tuna vilâyetindenberi en aziz ahbablarından bulunan ve Mahkeme-i temyizin birinci reisi iken Mithat Paşa'ya olan sevgisi nedeni ile taşralarda ömrünü yitirmeğe razı olan Ramiz Molla'nın Beyrut merkez niyabeti sırasında Vilâyet idare Meclisinde bir mesele konuşulurken : «Bu esasen Mithat Paşa'nın Tuna Valisi iken düşünmüş olduğu bir şeydir. Paşa hürriyeti yalnız kendi nefsi için isterdi; bunun dışında müstebidin müstebidi idi.» der.
Mithat Paşa'ya görmeden âşık olanlardan birinin bu söz pek gönlüne dokunur ve elinde olmadan bir kırgınlık gösterir. Ramiz Molla, bu öfkenin farkına vararak Meclis dağıldıktan sonra o zatı yanına çağırır ve uzun, beyaz sakalını eline alarak :
— Bak oğlum, ben bu sakalı yalnız yılların zahmeti ile değil, bir parça da Mithat Paşanın yüzünden çektiğim gurbet mihneti ile ağarttım. Şimdi seni gücendiren bu sözü, ben Paşanın yüzüne karşı da kaç defa söylemişimdir. Ben, şunun bunun hatırına uyarak değil, gerçeğe uyarak konuşan bir adamım.demiş olduğunu Ramiz Molla'nın ölümünden sonra, o çevre insanlarından biri, bir gün bana hikâye etmişti.
O İşret Gecesinde
Mithat Paşa'nın ikinci Sadâretinde Kanun-ı Esasî (Anayasa) hakkındaki «Hatt-ı hümâyûn» benim tarafımdan çıkarıldı. Bilindiği gibi bu hattım okunduktan sonra, akşam olunca Mithat Paşa'nın konağında toplanırlar; O zamanın hür-riyetsever şairleri, edebiyatçıları hep beraber, o gece devlet işleri konuşulacak yerde, işaret işleri konuşulur. Mithat Paşa, taa gençliğindenberi sarhoşluğu ile ünlüydü.
«Kanun-i Esasî» ilânının verdiği zevke, içkinin verdiği sarhoşluk da eklenince, yemekten kalktığı zaman, düşmemesi için iki koluna girerler. Elini yıkarken dili dolaşa, dolaşa eniştesi Tosun Paşa'ya :— E, Paşa!.. Bundan sonra beni kim yerimden atabi
lir?... Söyle bakayım Paşa!.. Ben bu sefer kaç yıl Sadarette
kalacağım?..
demiş. Tosun Paşa da :
— Bu gidişle bir hafta bile kalamazsın!...diyerek ve âdeta sürükleyerek harem dairesine götürmüş. Ben bu olayı o gece haber almıştım.
Mithat Paşa'nın değerini inkâr etmem. Çalışkan, namuslu bir Vali idi. Fakat meziyetleri kadar, noksanları da vardır. Hele politikada, zamanın gerektirdiklerini, Safvet ve Ethem paşalar ölçüsünde anlamazdı.Tuna Valisi iken, Bulgarca'nın Bulgar okullarında okun-
masını hem teşvik etmiş, hem arkalamış. Bunun ağır sonuçlarını hatırlatanlara da : «Hangi dilde olursa olsun, tek okusunlar» diye sözüm ona parlak bir gerekçeyle direndiğini herkes bilir.
Sultan Abdülâziz'in şehadeti meselesi, derece derece yargı kurullarından geçmiş bir işti. Ben, çıkan idam kararını hafifletmekten başka bir şey yapmadım. Eğer gayritabiî bir ecelle ölmüşse, benim bunda parmağım yoktur.
Ölümünden aşağı yukarı on yıl sonra, Avrupa'da basılmış türkçe bir kitapta, nasıl öldürüldüğü üzerinde ayrıntılı bilgi var ve bazı isimler açıklanıyor. Bu kitabın yazdıkları doğru ise, suçu işleyenler arasında bana nisbeti olan kimselerin bulunmaması da gösterir ki, o meselede benim ilgim yoktur.
«Mithat Paşa'nın Ölümünde Parmağım Yok...»
Bu bir gerçektir ki, Mithat Paşa'dan her zaman çekindim. Fakat o kadar ünlü bir insanı — hattâ mahkemeden idamına hükmolunduğu bir zamanda bile — mahkeme kararını icra ettirmeyecek kadar kurumaya lâyık görmüşken, sonra niçin ve ne menfaat umarak öldürteyim?.. Düşmanımı şehitler sırasına çıkarmak benim menfaatime elbette aykırı olurdu.
Haydi, beni karalayan bu iftirayı olmuş sayarak olduğu gibi ve tamamen kabul edelim. Size kaç Halife göstereyim ki, çekindiği veya çekiştiği kimseleri bir anda yok etmişlerdir, İslâm halifelerinin en büyüklerinden biri olan Halife Abbas, Mansur'a, Devaniki hanedanının velinimeti olan Ebu Müslim-i Horasanî'yi idam ettirmedi mi?.. (16) Harun-ül Re-
(16) Abûl Abbas'a Ebû Müslimin yok edilmesini ötedenberi salık veren al-Mansur, bu emeline Rûmiye kasabasında muvaffak oldu. (13 Şubat 755)
şid'in, o kadar sevdiği Cafer-i Bermekî'yi idam etmekle kalmayıp akrabasına ettiği zulüm, benim Mithat Paşa'ya davranışımdan daha mı hafiftir?
Özellikle ben, Mithat Paşa'nın umulabilecek saldırısına — ki meydan bulsaydı, umduğum başıma gelirdi — yalnız ihtiyat tedbiri almakla yetindim. Adamlarına hiç dokunmadım ve ailesine musta'fi maaşlar verdirdim. Yetiştirdiği vezirlerden Abdurrahman ve Halil Rıfat Paşalar gibi işe ya rayanları, taa Sadaret makamın kadar çıkardım. Ve Müşir Şakir Paşa ve Raif Paşa gibi devlet adamlarını da önemli işlerde ve mevkilerde kullandım. Fatih Sultan Mehmet'in, Halil Paşa gibi, Varna zaferinin kazanılmasına sebeb olmuş değerli bir Sadrâzamı idam edivermesi, bir halde sadece Rumları direnmeye teşvik hainliğini yaptığını gösteren mektup efsanesine dayalı bir işlem değildir.
Sokullu Mehmet Paşa'nın şehadetinde Üçüncü Murad'ın ilgili olmadığı iddia olunabilir mi?.. Alemdar Mustafa Paşa hadisesinde ceddim Sultan Mahmut hazretleri, Paşa'ya hay-rihahlık gösterdi mi?..
O kadar uzaklara gidip de tarihten örnekler aramaya gerek yok. Dört yıl önce Takvim-i Vekayi'de okumuştum; Mahmut Şevket Paşa'nın öldürüleceği yer ve saat, hükümetçe daha önceden haber alınmışken, koca bir Sadrâzam ve Harbiye Nazırı, güpe gündüz ve Harbiye Nezareti'nin önünde bir yaveri ile birlikte parça parça ediliyor ve on yedi kurşun atılıyor da, yine bir polis, bir jandarma eri meydana çıkmıyor. Otomobille kaçamayan bir topal olmasaydı, belki olayın suçluları da kolluk memurları gibi ortaya çıkmazdı!...
Boş Bir Meşrutiyet Hayranlığı
Mithat Paşa meselesinde bu kadar direnişim, bu ismin hayatıma bir leke gibi sürülmek istenilmesindeki genel inad-dan çok üzüldüğüm ve nefret ettiğim içindir.Diyorlar ki, bizde Kanun-i Esasî'yi kuran Mithat Paşa-
dır.Gerçekten öteden beri meşrutiyet yanlısıydı. Ama adını, bazı kitaplarda övgüsünü duymaktan doğmuş bir taraf-darlık... Mithat Paşa, Meşrutiyet idaresinin Avrupa'da sağlamış olduğu faydaları yalnız görmüş, fakat bu bayındırlığın öteki sebebleri ve tesirlerini incelememişti. Solfato, her hastalığa, her bünyeye yaramadığı gibi, Meşrutiyet yönetiminin de her millete, her ulusal bünyeye yaramayacağını sanırım. O vakit, faydalı olamıyacağım sanırdım, simdi ise, zararlı olduğu kanısındayım.Mithat Paşa, Kanun-i Esasî'nin mutlaka ilân edilmesini teklif ettiği zaman, hiçbir devletin Kanun-i Esasî'sini incelememiş ve bu konuda temelli bir bilgi edinmemişti. Akıl hocası, Odyan Efendi idi. Odyan Efendi ise, o zaman bile bizde önemli bir hukukçu değildi. Hele memleketi, hiç tanımazdı. Sanırım ki bu anlayış kıtlığı yüzünden Mithat Paşa ile «Taif» kalesine kadar beraber gitti.
93 de (1877) Ziya Paşalar, Kemal Bey'ler, Abidin Paşa'lar Kanun-u Esasî layihasını hazırlamaya çalıştıkları gibi; sır kâtibim Sait Paşa ve o sırada müşir olan Mekâtib-i Har-biyye Nazırı Süleyman Paşa da bir lâyiha düzenleyip sundular. Ama bu kişilerin hiçbiri arasında fikir birliği yoktu. Kemal Bey bu konuda, hem Mithat Paşa'ya, hem de kendi arkadaşları ile Sait Paşa'ya karşı idi. Bana yirmiye yakın arîza verdiler. Yıldız Sarayı'ndan Harbiye Nezareti'ne aktarılan evrak arasında saklıdır. Bu kâğıtların, tarihî olmaktan öte bir değerleri olmadığı için, yağma edilmemiş, ya da satıimamıştır umudundayım.
Şunu da söyleyeyim, o zaman aydınlar arasında Kanun-i Esasî'ye karşı olanlar, tarafdar olanlardan çoktu. Ethem Paşa (17), Safvet Paşa (18) ve öteki vezir ve tanınmış devlet adamları, bir millete hazırlanmadan bir kalemde tam bir hürriyet verilmesine karşı idiler. Hattâ, Tunuslu Hayrettin Paşa gibi sözünü esirgemez bir vezir bile Sadrâzam'ken bana bir ara : «Eclâfı (19) kanun ile silâhlandırmadan önce, birçok düşünmek gerekir,» demişti. Bu deyim aynen Hayrettin Paşa'nındır.
(17) Abdülhamid'in babası Sultan Mecid'e ders vermiş, Fransa'da okumuş bir Sadrâzamdır. Oğullan ressam Hamdi bey, mü
ze müdürü Halil bey tanınmış değerli kimselerdir,
(18) Mehmet Esat Safvet Paşa (1814 -1883) Hariciye Nâzın ve Sadrâzam oldu.
«Mithat», «Deva-i Devlet» Demekti..
Fakat ben o zamanki ceryanın önüne geçemezdim. «Mademki millet, kendi mukadderatını bir de kendisi idare etmek tecrübesinde bulunmak istiyor, Milletin istediği olsun» dedim. Ve eldeki lâyihalar arasında Mithat Paşanınkini küçük bir düzeltme ile onaylayarak bilinen Hatt-ı Humayûn'u çıkardım.
Mithat Paşa'nın lâyihasını öncelikle kabul etmek zorundaydım. Çünkü, «Mithat» adının ebced hesabile «Deva-i devlet» (20) olduğunu keşf ve ilân etmiş olan hasta bir halka, yine onun hazırladığı devayı vermek zorunluydu... Başka türlü susturamazdım.
Rusya muharebesini Mithat Paşa hazırlamış t ve Millet Meclisi harbin cereyanına tanık ve gözlemci olmuşken, sonunda her felâket ve uğursuzluğu, özellikle benim sırtıma yıkmak bile istemişlerdi. Hâlâ bu direnmeler ve saldırılar öteden beri sürüp gidiyor.
Açık alınla iddia ve belgelerle ispat ederim ki, millet, «Ayastafanos Muahedenamesi»ni imzaladı. Bense, «BerlinEclâf: Baldırı çıplak, edebsiz takımı anlamına gelir.«Deva-i devlet» ve «mithat» kelimelerindeki harflerin, eb
cet hesabı ile, her iki kelimede 452 rakamını tespit etmesine işa
ret edilmek isteniyor.Kongresinin kararlarını ortaya koydum. Ben harbin millet için bir âfet olduğunu, tahta çıktığım günden, indiğim güne kadar, dikkatimden hiçbir zaman uzak tutmadım. «Filibe Vakası»m savaşsız geçirdiğim için uzaktan yakından ne kadar söze geldim. Yunan'la savaşı kabul ederken o kadar düşünmüştüm ki, bu gerekli ve haklı endişeleri bile, aleyhimde bulunanlar, türlü türlü biçim ve manâya sokarak telli pullu yalanlar ortaya çıkardılar.
Bu dünya savaşına (21) girip girmemeyi çok düşünür, hele yeneceğine yüzdeyüz inanmadan taraflara iltifat etmezdim. Bence, bir millet için âfetlerin en büyüğü savaştır. Zaferle sona erenleri bile milleti bitirir, yorar.
«Beni Övdüler, Onu Yerdiler.»
Mithat Paşa Sadaretinde milletin kendisini sevdiğine o kadar inanmıştı ki, azlettiğim anda büyük bir ihtilâl çıkarak benim hâl' ve belki de Mam edileceğimi bile saklamaya gerek görmezdi. Halbuki, ben onu Avrupa'ya uzaklaştırdığım zaman, hiç kimse ağzını açmadığı gibi, birçok vezirler ve devlet adamları beni kutlamışlar, şairler, bana övgüler, ona yergiler yazarak, gazetelerle, kitaplarla bunları yayınlamışlardı. Hattâ o kimseler arasında Gazi Ahmet Muhtar Paşa, bu olayla ilgili bir macerayı, sonradan yayınladığı «Hâtırat»da da otuz bu kadar yıl sonra itiraf ediyor (22)
Mithat Paşa'nın saflığına ölçü olmasaydı, şu meseleyi burada açıklamayı gerekli görmezdim. Kendisine hürriyet vermiş olan bir velinimetin, — henüz eserinin mürekkebi kurumadan — sadâretten ve memleketten uzaklaştırılmasına halkının sustuğu, aydınının teşekkür ettiği bir milletin Meşru-Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918).Sergûzeşt-i hayatım.tiyet İdaresine ne kadar lâyık olduğunu ben söylemek istemem. Beni İstibdat îdaresi'nin en büyük taraftarı ve dünyanın en büyük müstebidi ilân edenler, hakikati —hiç olmazsa ben dünyadan el çektikten sonra — itiraf etsinler ve onlar da benden el çeksinler.Mithat Paşa'yı niçin yargılattığımı ve mahkûm ettirmiş olduğumu da ikide birde beni suçlamak için soruyorlar.
Konu FarukARSLAN. tarafından (02-12-2009 Saat 19:49 ) değiştirilmiştir..
|