|
İSLAMİ HASSASİYETİN VE GAYRETİN DELİSİNE
Ekber şah zamanında Hindistan’da İslam’ın kökünün adeta kazınmak istenmesi ve bunun planlı bir şekilde devlet gücüyle yürütülmesi, İmamı Rabbani Hazretlerinin dertli gönlünde derin yaralar açmıştı. Ondan sonra yerine geçen oğlu Selim Cihangir Han ise din düşmanı olmayan ve orta yoldan giden biri idi. İmamı Rabbani Hazretleri, Selim Cihangir Han’a yakın olan yetkililere mektuplar yazarak, ülkedeki Müslümanların durumunun iyileştirilmesi hususunda uyarılarda bulundu. Bu gönderdiği mektuplardan biri de Hanı Azam Abdurrahîm Han’adır.
Hanı Azam Abdurrahîm Han, Ekber Şahın oğlu Selim Cihangir’in lalası idi. Başkomutan olarak yaptığı savaşlarla Dekkan’ı fethetti. Ve Dekkan’a vali tayin edildi. Hanı Azam’ın devlet içindeki etkili rolü, Ekber Şah’ın ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Selim Cihangir devrinde de devam etti. İşte 65. mektup bu zata yazılmıştır. İmam-ı Rabbani hazretleri bu mektubu, Hanı Azam’a yazmıştır.
Bu mektup İslam’ın zayıflığından ve Müslümanların acziyetinden (çektiği sıkıntılardan) doğan üzüntüyü ifade etmektedir. Ayrıca Ehli İslam’ı güçlendirmeye teşvik, dini hükümleri icra etmeye yönlendirme hakkındadır. Sübhan olan ALLAH, dini hükümleri yüceltme hususunda, İslam düşmanlarına karşı yaptığınız mücadelenizde size güç verip yardım eylesin.
Muhbiri sadık olan Peygamberimiz (sav), şöyle buyurmuştur: ‘İslam garip olarak başladı ve başladığı gibi garip olarak geri dönecektir. Müjdeler olsun o gariplere’ İslam’ın garipliği öyle bir noktaya gelmiştir ki, din inkârcıları toplum içinde hiç çekinmeden, açıkça İslam’a dil uzatıp Müslümanları kötülemektedirler. Hiç sakınmadan, pervasızca küfür hükümlerini uygulayıp, sokak ve caddelerde küfür ehlini överek onların propagandalarını yapabilmektedirler. Müslümanlar ise aciz durumdadırlar. Dini hükümleri tatbik etmekten men edilmişler ve uğursuz kâfirler nezdinde şeriatın kurallarını yerine getirmelerinden dolayı da kınanıp, ayıplanmaktadırlar. Bu manayı ifade eden bir şiir: Eşi bulunmaz güzel (maalesef) atılıp horlanmıştır.
Onun zıddı (çirkin) ise, ağız, göz ve yanaklarından, öpülmüştür.
Sübhan olan ALLAH’a hamd olsun. Denildi ki: “Şeriat kılıçların gölgesi altındadır.” Bunun için Şer-i şerifin ihtişamı meliklere ve sultanlara bağlı kılındı. Şimdi ise hüküm tersine döndü ve bu zamanda muamele değişti. Bu ne hasrettir! Bu ne pişmanlıktır! Vah başımıza gelenlere!
Biz bu gün, sizin kıymetli varlığınızı ganimet biliyoruz. (Din düşmanlarının hücumları karşısında, Müslümanların çok zor duruma düştüğü) Bu zayıf ve buruk muharebe meydanında (Müslümanlara sahip çıkıp koruyacak) sizden başka savaşçı bilmiyoruz. ALLAH Sübhanehü, Peygamber Efendimizin ve Onun şerefli ehlinin (Salâtlar ve selamlar, tahiyyeler ve bereketler Onun ve ehlinin üzerine olsun) hürmetine, sizi teyid ederek yardımcınız olsun.
Bir rivayette “Sizden biriniz kendisine deli denilmedikçe, hakiki manada iman etmiş olamaz” buyrulmuştur. İslami hassasiyetin ve gayretin çokluğuna dayanan bu delilik, zamanımızda sizin şahsınızda görülmektedir. Bunun için ALLAH’a hamd olsun.
Bu gün öyle bir gündür ki, yapılan az bir amel (ALLAH için söylenen bir söz, yazılan bir yazı) tam bir itibarla, pek çok sevaba nail olur. (Nitekim) Ashabı Kehf’in (Mağara arkadaşlarının) bu kadar saygınlık ve şöhret kazanmalarının yanında, kâfirlerden kaçıp hicret etmelerinden başka bir amel işledikleri bilinmemektedir. (Yani Ashabı Kehf, o zor zamanda, belki az bir iş sayılacak olan “hicret etmeleri” sebebiyle, böylesine büyük kıymet ve şöhret kazanmışlardır.) Görmezmisin ki: Memleketi istila etmek üzere düşmanın yoğun taarruzda bulunup galebe çaldığı bir sırada, askerlerden sadır olan küçük bir atılım ve basit bir hizmet bile, onları büyük saygınlığa ve bol mükâfatlara kavuşturur. Oysa emniyet halinde ve düşmanların sükûn bulduğu zaman (aynı mücadeleyi yapmış olsalar bile) durum böyle olmaz. (Yani bu itibar ve iltifatı göremezler.) Bu sözle yapılan cihad, bu gün size müyesser olmuştur. Bunu ganimet bilmeniz ve “Daha yok mu?” demeniz gerekir. Hem de bunu: ‘Sözlü cihadın, savaş yollu cihattan daha üstün olduğuna itikad ederek’ yapmalısınız. Bizim gibi kötürümler, elleri ayakları kesik olan aciz kimseler ise, bu devletten (nimetten) mahrumdurlar. Bu manada şiir:
Nimet sahiplerine nimetleri afiyet olsun
Miskin âşık ise avucundakiyle avunsun… <
Bu manada başka bir şiir:
Alamet gösterdim sana, meram hazinesinden
Uğraşıp onu elde etmeni bekliyorum ben senden…
Hâce Ubeydullah Ahrar (ALLAH sırrını takdis etsin) buyurdu ki: “Eğer şeyhlik ve irşad makamına oturmuş olsaydım, âlemde hiçbir şeyh kendine mürid bulamazdı. Lakin ben, gayb âleminden başka bir işle görevlendirildim. Bu görev de, şeriatı yüceltmek ve dini güçlendirmektir.”
Durum böyle olunca, hiç şüphe yok ki o, sultanlarla beraber olmayı tercih etti. Ve onları (manevi) tasarrufuyla kendisine bağlayıp, onların vasıtasıyla şeriatın revaç bulmasını sağladı. Sübhan olan ALLAH-u Teâla, sizin bu taifenin büyüklerine olan muhabbetiniz bereketiyle sözlerinize tesir lütfedip, etkili kıldı. Akranların nazarında Müslümanlığınızın azameti zahir oldu.
Sizden, bu bab ta (Dini yüceltme hususunda) çalışmanızı, Müslümanlar arasında şüyu bulan (âdet hâline gelmiş olan) küfür hükümlerinin çoğunu yıkmak için gayret etmenizi istirham ediyorum. Böylece Müslümanlar bu çirkin işlerden korunmuş olurlar.
ALLAH-u Teâla bizden ve diğer Müslümanlardan yana sizi mükâfatların en güzeli ile mükâfatlandırsın.
Hiç şüphe yok ki, bundan önceki saltanat döneminde, (Ekber Şah dönemi. Ekber Şah, “Dîn-i İlâhî” adıyla yeni, bozuk bir din kurdu. Kurduğu bu dine temayülü olanlar baştâcı yapıldı. Ekber Şah’ın bu uyduruk dinî, ülke çapında pek taraftar bulamadı. Fakat Müslümanlar çeşitli eziyet ve işkencelere maruz kaldı.) Salât ve Selam üzerine olsun Muhammed Mustafa’nın dinine (İslamiyete) karşı bir inat (açıkça bir kin ve düşmanlık) olduğu anlaşılmıştı. Ama bu saltanat (Ekber Şah’ın yerine geçen oğlu Selim Cihangir Han) devrinde ise, bu (düşmanlık ve) inad zahir değil. Eğer böyle bir şey varsa bile, o da (inad ve düşmanlık sebebiyle değil) bilgisizliğe dayanmaktadır.
Fakat biz, bu saltanat döneminde de, işin (Ekber Şah döneminde olduğu gibi tekrar) inada dönmesinden ve Müslümanlar üzerine yapılacak muamelenin sert ve müsamahasız olmasından korkuyoruz.
O zaman Müslümanlar üzerine yapılacak muamele çok ağır olacaktır. (Eski kin ve düşmanlığın geri dönmemesi, Müslümanların zulüm ve sıkıntıya maruz kalmaması için çalışmaktan başka çare yoktur.) Bir Mısra:
Hiçbir şey için endişem yoktur, dinimden başka…
ALLAH Sübhanehü bizi ve sizi Peygamberlerin Efendisinin yolu üzere sabit kılsın. Bu fakir, bir takım sebeplerden ötürü buraya geldim. Buraya kadar gelmişken sizi haberdar etmemeyi faydalı bir kısım sözler yazmamayı ve fıtri tabiatım icabı yaratılıştan gelen1 muhabbetimi bildirmemeyi uygun bulmadım. Nitekim Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz buyurdular ki: “Kim bir Müslüman kardeşini seviyorsa bunu kendisine bildirsin”
Selam size ve hidayete tabi olan herkese olsun.
(1) Aslında Arapça tercemelerde buradaki mana “büyüklerden biriyle alakalı muhabbetimi” şeklindedir. Fakat biz Yasin Kitabevi baskısıyla, Talha Alp, Mustafa Alp ve Orhan Ençakar’ın çevirisiyle çıkan kitaptaki “yaratılıştan gelen muhabbetimi” manasını aldık. Bu konuda onların açıklaması ise şöyle: “İlgili ibare Arapça tercemelerde ‘büyüklerden biriyle alakalı muhabbetimi’ şeklinde terceme edilmiştir. Oysa tashih edilmiş Farsça nüshada “yaratılıştan gelen muhabbetimi” ifadesi bulunmaktadır. Sanırız Farsça nüshada geçen “Ğarizi” kelimesini mütercim efendi Arapça hatta çok benzeyen “azizi” kelimesiyle karıştırmış ve metni yanlış terceme etmiştir.
|