Tekil Mesaj gösterimi
Alt 04-23-2009, 13:56   #28
Kullanıcı Adı
ULUSALCI
Standart
Türkiye'de laiklik kavramı neredeyse her zaman 'din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması' olarak tanımlanıyor. Bu tanım, yanlış sayılmasa da, fazlasıyla yoruma açık ve net bir laiklik kavramı ortaya koymaktan uzak. Gerek milli eğitim sürecinde, gerekse popüler yazında bu tanımın ısrarla tekrarlanmasına rağmen, laikliğin doğuşu, varlık nedeni, farklı algılanış ve uygulanış şekilleri gibi temel konuların çoğu zaman es geçilmesi, pek çok alanda olduğu gibi laiklik konusunda da kavram karmaşası yaşanmasına neden oluyor.

Türk siyasi geleneğinde sosyal yapının, sivil alanda edinilen tecrübelerle değil, otorite sahibi üst kurumların kendi normlarını alt tabakalara dikte etmeleriyle şekilleniyor olması, halkın önemli bir kısmının yapılan düzenlemelere yabancılaşması sonucunu da beraberinde getiriyor. Herkesin kavramların içini kendi doğru bildiği şekilde doldurmaya kalktığı bu ortamda, kavramsallaşma süreci olayların tabii seyrinde değil, (zaman zaman etkileşimde bulunsalar dahi) birbirleriyle düşünsel iletişim kuramayan bireylerin subjektif değer yargılarıyla şekilleniyor.

Laiklik söz konusu olduğunda, Türkiye'de bir kesim bu kavramın 'dini inançların özgürce yaşanabilmesi adına bir güvence' anlamına gelmesi gerektiğini söylerken, diğer bir kesim konuyu 'siyasal (ve kimi zaman sosyal) alanda dine sınırlamalar getirilmesi' çerçevesinde değerlendiriyor.

Laiklik konusu bugün itibariyle dünyada da tam anlamıyla çözüme kavuşturulmuş değil. Ancak bu konuda halen düşünce üretilmekte olsa da, tartışmalar çok daha farklı bir boyutta cereyan ediyor. Bunun nedeni de, Batıdaki toplumların bugünkü durumlarına 'yaşadıkları tecrübeler' sonucunda gelmiş olmaları. (Buradan hareketle, Batının farklı bölgelerindeki farklı laiklik uygulamalarının nedeni de açıklanabilir.) Ülkemizde ise, 'sosyal ve siyasi gelenekler' ile 'kanunlar ve uygulamalar' arasındaki zorunlu ilişki (özellikle resmi ideolojiye yakın çevrelerce) göz ardı edildiğinden, hazır kavramların ithal edilmesi ve hatta gerekli görüldüğünde 'Türkiye'nin özel şartları' gereği istenilen şekilde revize edilmesi ile asırlık tecrübelerin baypaslanabileceği zannediliyor.

Bütün bu nedenlerden ötürü, Batıda 'farklı hakların uzlaştırılması' ekseninde gerçekleşen ve artık sayılı noktalara indirgenmiş tartışmalar, 'geçmişten bugüne uzanan bir zincire yeni bir halka ekleme çabası' şeklinde özetlenebilecek bir 'gelişme' niteliğindeyken, ülkemizde yaşanan düzeysiz tartışmalar için benzeri bir yapıdan söz etmek mümkün değil. Bu nedenle de, laiklik ekseninde yaşananlardan 'gelişme' değil, 'gerginlik' doğuyor olması doğal.

Laiklik kavramına, 'politik düzenlemelerde dinin herhangi bir belirleyiciliğinin olmaması' şeklinde daha net bir tanım getirmek mümkün. Buradan hareketle, Türkiye'deki Kemalist kesimin, 'Laiklik dini özgürlükleri teminat altına almak için değil, dini sınırlamak için vardır' söyleminin çok daha doğru bir bakışı yansıttığı söylenebilir. Zira Avrupa'da laikliğe geçiş, bireysel hakları teminat altına almaktan ziyade, din adamlarının politik güçlerini ortadan kaldırmak amacıyla gerçekleştirilen bir süreçti.

Laikliğe yamanmaya çalışılan, din ve inanç hürriyeti merkezli tanım ise, laiklikten ziyade, bireysel hak ve özgürlüklerle ilgili bir konu. Dünyanın pek çok yerinde hüküm sürmüş veya sürmekte olan laik diktatörlüklere bakılarak da anlaşılabileceği gibi, laiklik, inanç özgürlüğünü temin değil, tehdit eden bir kavram. Bu nedenle de, 'insanlara ait' olan, özgür ülkelerde, bireysel haklar laklikten bağımsız olarak, 'ayrıca' tanımlanıyor. Bu sayede de, hem dinin politik yapı üzerindeki belirleyiciliği ortadan kaldırılırken, vatandaşların dini vecibelerini özgürce yerine getirmeleri de sağlanmış oluyor.
ULUSALCI isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla