SAHTE KAHRAMANLAR
Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan,
Tarihi temizlemek SAHTE KAHRAMANLARDAN.....
Necip Fazıl Kısakürek'in dört ayrı konferansı... Her konferans, farklı tarih ve şehirlerde çeşitli defalar binlerce dinleyiciye hitaben verilmiş olup büyük ilgi doğurmuştur. 1949'da Büyük Doğu Cemiyetinin kuruluşundan itibaren Anadolu'yu bir uçtan öbür uca sarsan Necip Fazıl için, mevzuu ne olursa olsun verdiği her konferans, "Tanzimattan beri gelen sahte inkılapların çürüttüğü ruh kökümüzü kurtarma, kainat çapında hesaba vurma, Türkün ruh ve madde dünyasını Batının da hayran olacağı ve içinde her derde deva bulacağı bir ideolocya planında kurma ideali"ne bağlıdır.
....
"Asırlardır, belki dört - beş asırdır, içine hapsedildiğimiz mânevî bir zindan var... Son dört - beş asrın hesabını, her ân bu mânevî zindan rejimi bir kat daha ağırlaşmış olarak, böyle bir hapis haline irca edebiliriz. Asırlardır zindandayız!.. Neyin, hangi halin zindanıdır bu?.. Bir türlü hakikate ulaşamamanın, olamamanın, dünyanın en şaşaalı oluşundan sonra, o oluşun aşkını kaybetmenin, birtakım hayâllere kapılmanın, yapamamanın, edememenin, erişememenin, üstelik erişmekten alıkonulmanın muazzam zindanı... Bu hali bir köylü bile anlar. Evet, üç - dört asırdır, en kuvvetli karakteriyle 150 senedir, en bâriz ifadesiyle de 50 yıldır, kısaca ve topluca, Tanzimattan bugüne kadar, bir mânevî zindan içindeyiz. Sanki gözlerimizi çıkarmışlar, yerine, uydurma bir dünyanın çizgileri nakışlı, takma gözler takmışlar... Biz yalnız onları görmeye memuruz; dışarıyı göremeyiz, bu zindanın zarını yırtamayız. Her gün bu zarın üstüne bir zar daha çekilir ve biz böyle gideriz!
Bu zindanı açmanın, bu zindanın kapısını aralamanın tek çaresi; bize onu hediye eden, bir külâh gibi giydiren, sahte kahramanları anlamaktır. Sahte kahramanı anlamak için de gerçek kahramanlar üzerinde bir fikir sahibi olmamız lâzım..."
.......
"Gerçek kahramanlığı anlamak için insan ve cemiyete köklü bir anlayış, bir görüşle bakabilmek lâzım... Bu âlem, içinde yaşadığımız bu âlem, bizim tasavvuf görüşümüze eş olarak, birtakım zıtların ahengi içinde tek yolu tefrik edebilmenin imtihan çerçevesi... Bir çok zıtlar birbiriyle muharebe halinde; ışık karanlıkla, ulviyet süfliyetle, belâ saadetle, hastalık sıhhatle ve nihayet topyekûn yokluk, adem, varlıkla, vücutla... Göğü tarayan sayısız, yüzbinlerce projektör gibi insanoğlu yolunu arıyor fezada, yani mânevî âlemde... Hudutsuz arayış... Yolun tek olduğu hissi herkeste mevcut; o insanî bir bedahet; fakat hangisi?.. Bu ebedî arayıcılık içinde kahraman, bizi talib olduğumuz yola yaklaştırandır. Ondan verdiği haber nisbetinde kahraman..."
.........
Şimdi; bu ölçülere göre kahraman, her sahada ve bütün hareket tecellilerinde üstün varlığa, üstün oluşa yol açan, kendisini ve cemiyetini aşan, insanı ve cemiyeti yoğuran ve nefslerini aşmaya davet eden, zamanı delen ve mekânı yırtan, hamle örneği üstün insan...
Bir şiirimde, üçer heceli iki mısra var:
"Gaye tek
Ölmemek"
.........
1960’lı yıllar, Üstad’ın “Sahte Kahramanlar” konferansı ile Türkiye’yi salladığı yıllar.
İşte bu “Sahte Kahramanlar” dolayısıyla Ankara’ya gittiği zaman, devrin başbakanı bir adamını göndermiş Üstad’a adamın getirdiği mesaj şu:
—Muhterem Üstadım, sayın başbakanımızın size çok selamları var.
-Aleyküm Selam, ne diyor?
—Sahte kahramanlar konferansında kendilerinden söz edilmemesini istiyorlar.
Başbakanın adamının sözü bitince şöyle gürlemiş Üstad:
—Var git söyle ona, sahte kahraman olmak da bir seviye işidir. Onda bu seviye de yok, merak etmesin bahsetmeyeceğim.